İKİNCİ KISIM
Hıristiyanların din ve i’tikâdlarında mevcûd olan ayrılıklar ve onların fırkaları hakkındadır:
Hıristiyanlar i’tikâdlarında 72 fırkaya ayrılmışlardır. 1. fırkanın i’tikâdına göre, –hâşâ– Îsâ aleyhisselâm Allah’dır, hâlık ve bârîdir! Yerleri, gökleri yaratmıştır. Şimdi onlara deriz ki: Siz yalancı ve kâfir olmuş ve İncîllerinize muhâlefet etmişsiniz. Zîrâ Matta İncîlinin 26. faslında şöyle denilmektedir: (Îsâ aleyhisselâm, yahûdîlerin kendini yakaladıkları geceden evvel havârîlere, ölüm kaygısından dolayı, “Pek sıkıntıdayım, bayılacak hâldeyim” deyip, sonra üzüntüsü arttı, hâli değişerek yüzüstü kapandı. Ağlayıp, yalvararak, “İlâhî! Bu ölüm kâsesinin benden sarf ve tahvîli mümkünse sarf eyle. Benim dilediğim değil, senin istediğin olsun” dedi.)
Bu hikâyeye göre, hazret-i Mesîh, bir insandır. Ölümden korkmakta ve âciz kalmakdadır. Ayrıca, “İlâhî” diyerek, yalvarmağa başlaması ile, bir ilâhı, bir ma’bûdu olduğunu ortaya koymuş olmakdadır.
Hıristiyanlar bir tarafdan Îsâ aleyhisselâmda mahlûklara mahsûs, korku ve hüzün gibi bir takım hâllerin görüldüğünü söylerken; bir taraftan da, Allahü teâlânın kudretinden şühhesi olduğunu ilâve etmişlerdir. Çünki “ölüm kâsesinin benden sarf ve tahvîli mümkün ise” demek, Allahü teâlânın kudretinden şek ve şüphe etmektir. Îsâ aleyhisselâm eğer, Allahü teâlânın hiçbir şeyden âciz olmadığını biliyorsa, “mümkün ise” demesinin bir manâsı olamaz. Yok, eğer ölüm kâsesinin kendisinden uzaklaşmasına, Allahü teâlânın kuvvet ve kudreti olmadığını biliyorsa, Ona o husûsda yalvarmasının ne manâsı olur. Allahın Resûlü, Allahü teâlânın kudret ve kuvvetinden hiçbir zamân şüphe etmez. Doğru olan şudur ki, Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlânın hiçbir şeyde âciz kalmayacağını, kendilerinden mucize ve hârika olarak ne çıktı ise, ilâhî kudret ile meydâna gelmiş olduğunu yakînen bilirdi.
Böyle sapık itikâda saplanan hıristiyanlara yine şöyle denilebilir ki: “Siz Îsâ aleyhisselâmı Allah tanımakla, Yuhannâ İncîlinin 17. faslında olan beyânına da muhâlefet etmiş olursunuz. Çünki, bu fasılda Mesîh aleyhisselâmın yüzünü semâya kaldırıp, Allahü teâlâya yalvararak, “Yâ Rab! Ben, Sana, duâmı kabûl kıldığından dolayı şükreder ve bunu sana itirâf ederim ve bilirim ki, Sen benim duâmı her zamân kabûl buyurursun. Lâkin ben Sana şu cemâat için niyâz ve ricâda bulunuyorum ki, onlar beni gönderene îmân ederler” demektedir, diye yazılıdır.
Bu ifâdeye göre, Îsâ aleyhisselâm kendisinin Rabbi ve ilâhı olduğunu söylemiş, ona duâ etmiş, yalvarmış, duâsının kabûlünden dolayı da şükretmiştir. İşin aslı böyle olunca, siz nasıl olur da, “Îsâ, yerleri, gökleri yaratan Allah’dır” diyebilirsiniz? akıl-ı selîm sâhipleri yanında bundan dahâ çirkin bir şey olamaz.
Yine Yuhannâ İncîlinin 5. faslında şöyle yazılıdır: Îsâ, yahûdî tâifesine, “Benim sözümü dinleyen ve beni gönderene îmân eden Cennete girer” dedi. Yine bu fasılda şöyle denilmektedir: Yahûdî tâifesi Îsâ’ya, “Senin dediklerine kim şehâdet eder” demiş, Îsâ aleyhisselâm da onlara, “Beni gönderen Rab bana şâhittir” diye cevâb vermiştir.
İşte bu da, Îsâ aleyhisselâmın Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğuna delîldir. Kendisini gönderen, îmân ederek getirdiği ilâhî emirleri yapanların Cennete gireceğini bildirmiştir.
Îsâ aleyhisselâmın, ilâh olduğunu iddiâ eden hıristiyanların, bu iddiâlarının bozuk olduğuna bir delîl dahâ gösterelim:
Markos, İncîlinin 1. faslında şöyle hikâye etmiştir: Kudüs-ü şerîfde bir mecnûn vardı. Ağzında bir cin konuşurdu. Îsâ oradan geçerken cin bağırdı: Ey Îsâ! İster misin ki, bu cesedden beni çıkarasın. Böylece, halk senin Peygamber olduğunu bilsin. Ben de senin Allah tarafından gönderilmiş hak Peygamber olduğunu bileyim. Îsâ da çıkması için emredince, adam sâlim olarak kalkmış ve hâzır bulunanlar hayret etmişlerdir.
Bu da pek açık olarak göstermektedir ki, Îsâ aleyhisselâm insandır ve Peygamberlerden bir Peygamberdir.
Hıristiyanların başka bir fırkasının inancı da şöyledir: Îsâ aleyhisselâm, Allah’ın oğludur. Hem ilâh, hem insandır. Babası cihetinden ilâh, anası cihetinden insandır. Yahûdîlerin onun insâniyetini, yanî mahlûk olmak tarafını öldürmesiyle, insan olma cesedi kabre konuldu ve ulûhiyyeti Cehenneme indi. Oradan Âdem, Nûh, İbrâhîm ve diğer bütün Peygamberleri çıkardı. Onlar, babaları Âdem’in, Cennetdeki yasak ağaçtan meyve yemesi hatâsından dolayı, Cehennemlik olmuşlardı. Bütün Peygamberler, hazret-i Mesîh’in ulûhiyyet tarafı ile yaratılış tarafının birleşmesinden sonra, berâberce semâya çıkmışlardır.
Bu inanış da küfür ve ahmaklığın son derecesidir. Bunlara deriz ki: Siz, Allahü teâlâ ve Resûlü olan Îsâ aleyhisselâm hakkında yalan söylüyorsunuz. Sizin bu yalanınızın delîli, yine kendi kitâblarınızdan Markos
İncîlinin 12. faslında, 29 yazılı olan fıkradır. Markos orada Îsâ aleyhisselâmın havârîlere, “Bilin ve itikâd edin ki, sizin semâvî babanız, yanî şânı yüce olan Ulu ilâhınız birdir ve tekdir” demiş olduğunu nakletmiştir. Onların yalanlarına, Îsâ aleyhisselâmın, kendi İncîllerinde olan, bu şehâdetinden dahâ açık bir şehâdet olabilir mi, ola- maz.[1]
Onlar bu suâller karşısında dilsize dönmüş ve helâk yoluna sapmışlardır. Hıristiyanların diğer fırkaları da hep yalan ve küfür üzerine kuruludur. Fakat söz uzayacağından dolayı, îzâhına lüzûm yokdur. Her türlü yardım Allahü teâlâdandır.
[1] Şeyh Abdullah Bey diyor ki: Ne kadar tuhafdır ki, Nasârâ, Mesîh’den alınarak zikredilen yukarıdaki yazıları işittikden sonra, tevhîdi reddedip şirki seçtiler. Ehad ve Samed olan Rabbimizi üç uknûma taksîm ettiler. Sonra da bir kısma baba, diğer kısma oğul ve öbür kısma da rûhu’l-kuds dediler. Sanki böyle yapmakla sâdece bütün Peygamberlere “aleyhimüsselâm” muhâlefet ve hâsseten Mesîh’i “aleyhisselâm” tekzîbi irâde etdiler. Bu husûs, onların yalan uyduran felsefecilerin ve putperestlerin tuzağına düşmesinden ileri gelmiştir. Bu felsefeci ve putperestler dîni ifsât için hıristiyanlığa girdiler ve nasârâya takvâ sâhibi göründüler. Sanki melâikeyi mukarrebîn gibi sanılıp, onları doğru yoldan saptırıp, kendilerine köle kıldılar ve hattâ onları resimler ve heykellere secde ettirdiler. Hakkı bâtıllarla değişdirip, onlara sundular. Ne büyük hîle ve sapıklıklar! Bu husûsu hıristiyan târîhciler de İncîllerinde açıkladılar. Nakli Mesîh’den yaparak Markos 12. fasılda diyor ki: “Kendisine herşeyden önce ne vasiyyet ediyorsun diye sorulunca, Îsâ aleyhisselâm dedi ki: Dinle ey İsrâil, Rabbimiz ilâhınızdır. Tek bir ilâhdır. Rab olan ilâhını bütün kalbinle ve bütün nefsinle ve bütün niyetinle ve bütün kuvvetinle sev! Bütün vasiyyetlerin birincisi budur. İkincisi ise, bunun gibidir: Akrabânı kendin gibi sev! Bu ikisinden dahâ büyük nasîhat yoktur. Matta kitâbındaki rivâyetinde 22. fasılda bu iki vasiyetde diyor ki, bütün melekler ve Peygamberler (zincir halkaları gibi) birbirine bağlıdır.
Sonraki Kısım –> Hristiyanlığın Bozuk Kaideleri