BEŞİNCİ KISIM
Îsâ aleyhisselâmın İlâh Olmayıp, Mahlûk, Bir İnsan ve Bir Peygamber Olduğu Açıklanmaktadır:
Hıristiyanların, “Îsâ Allahdır. Allah’ın oğludur, mahlûkâtın yaratıcısıdır gibi, küfre varan i’tikâdlarını, eldeki mevcûd dört İncîlin müellifleri de red ve iptal etmişlerdir. Şöyle ki:
Matta İncîlinin 1. bâbında, hazret-i Mesîh’in nesebi, Mesîh ibni Dâvud ibni İbrâhîm, diye yazılıdır. Bu açıklama, Mesîh aleyhisselâmın, Yahûda ibni Ya’kûb ibni İshak ibni İbrâhîm soyundan olmak üzere, Dâvud aleyhisselâm zürriyyeti kuşağından doğduğunu söylemektedir. Nesli, Âdem oğullarından olduğu bilinen bir kimse, hiç şüphesiz sonradan olmadır. Zîrâ, Allahü teâlâ kadîm ve ezelî olup, ne kimseyi doğurmuş, ne de kimseden doğmuştur. Kendisine benzer kimse yoktur ve kendinden başka ne varsa hepsi hâdisdir, yanî sonradan olmuştur. Bunları Allahü teâlâ yaratmıştır.
Yine Matta İncîlinin 19. bâbında bildirildiği üzere, bir gün bir kimse Îsâ aleyhisselâma, “Ey iyi ve hayırlı muallim!” diye hitâb ettiğinde, Îsâ aleyhisselâm ona, “Bana niçin iyi diyorsun? İyi ancak Allahtır” demiştir. Bu söz, Îsâ aleyhisselâmın gâyet mütevâzî oluşundan, Rabbine, Hâlıkına olan hürmet ve edebinin çokluğundandır. Hakîkat böyle olunca, nasıl olur da Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâya ortak koşulabilir? [Îsâ aleyhisselâm kendisinin mahlûk olduğunu açıkca bildirdiği hâlde, hıristiyanlar Ona, ortaklık sıfatı kondurarak müşrik de oluyorlar.]
Yuhannâ İncîlinin 17. bâbında, Mesîh, gözlerini semâya kaldırıp, yegâne yaratıcı olan Allahü teâlâya duâ ile, “İnsanlara senin biricik yaratıcı olduğunu ve beni Peygamber olarak gönderdiğini bilmek vâcibtir” dedi, diye yazılıdır.
Bu fıkra, Îsâ aleyhisselâmın, kendisinin Allah tarafından, Onun birliğini insanlara teblîg etmek üzere gönderilmiş bir Peygamber olduğunu, Allahın “bir ve yaratıcı” olup, Ondan başka yaratıcı olmadığını itirâf etmesinden ibâretdir. Îsâ aleyhisselâmın ve diğer bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” haber verdikleri şey de budur.
Eğer burada hıristiyanlardan biri diyecek olsa; Îsâ, kendisinin gönderilmiş bir Peygamber olduğunu itirâf etmiş ama, başka bir yerde de ezelî ve yaratıcı olduğundan bahsetmiştir.
Buna karşı cevâbımız şöyle olur: Bu, ona iftirâdır. Îsâ aleyhisselâm söylenilenlerden ve kendisine isnâd edilenlerden berîdir. Siz, iki nas arasındaki fâhiş tenâkuza göz yumuyorsunuz. Çünki Îsâ aleyhisselâm kendisinin Allahü teâlâ tarafından yaratılmış bir beşer olduğunu ikrâr etmiş, yanî söylemiştir. Doğru olan da budur. Hakîkat böyle iken, “O yaratıcıdır” demek, lüzûmsuz ve faydasz bir iddiâdır.
Matta İncîlinin 4. bâbında şöyle yazılıdır: Şeytân, Mesîh’in kendisine secde etmesi için davetde bulundu. Ona dünyânın memleketlerini ve güzelliklerini gösterip, bana secde et, bunların hepsini sana vereyim, dediğinde, Mesîh ona, her insana Allahdan başkasına ibâdet ve secde etmemek yazılmıştır, diye cevâp verdi.
Eğer Îsâ aleyhisselâm ilâh olsaydı, şeytân ona böyle söz söylemeğe cesâret edemezdi. Bu sözüyle hazret-i Mesîh, varlığı vâcib olan Allahü teâlâdan gayrıya secde edilmeyeceğini bildirmiştir.
Bütün bu yapdığımız istidlâller, araştırmalar, hıristiyanlara itikâdlarının yanlış olduğuna dâir, kendi İncîllerinden delîl getirmekten ibârettir. Yoksa gerek Îsâ aleyhisselâm, gerek diğer Peygamberler “aleyhimüsselâm” şeytânın bâtınî ve gizli vesveselerinden uzak ve mâsûmdurlar. Şeytânın onu kendisine secde etmek gibi açık bir küfre davet etmesi mümkün değildir. Bu, açıktan açığa tasallut demektir. Bunları, İncîl kitâblarının müellifleri uydurmuş ve bu hâlleri hazret-i Mesîh’e lâyık görmüşlerdir.
Yine Yuhannâ İncîlinin 20. bâbının 17. fıkrasında, Îsâ, havârîlere, “Ben babama ve babanıza, Allahıma ve Allahınıza giderim” dedi, diye yazılıdır.
“Babama ve babanıza” tabîrinin manâsı, o zamânın ıstılâhına göre, “Benim ve sizin mâlikimiz” demektir.
Eğer onlar, “Allah, Îsâ’nın bu sözü îcâbınca babasıdır”, diyecek olurlarsa, biz de onlara deriz ki:
Bu sûretle, Allah sizin de babanız olmak lâzım gelir. Çünki “Baba ve babanıza” demiştir. Ondan Îsâ aleyhisselâm her şüpheyi ortadan kaldırmak üzere, “Allahıma ve Allahınıza” diyerek bir açıklamada bulunmuş ve kendisinin ulûhiyyet davâsı ettiğini gösterecek bir taraf bırakmamıştır.
Matta İncîlinin 10. bâbında, Îsâ aleyhisselâm, havârîlere hitâben, “Sizi kabûl ve îvâ eden, beni kabûl ve îvâ etmiş olur. Beni kabûl eden, beni peygamber olarak göndereni kabûl etmiş olur” dedi, diye yazılıdır.
Yuhannâ da, İncîlin 5. bâbında, Îsâ aleyhisselâm, “Ben kendi isteğimle amel etmek için değil, beni gönderenin irâde ve isteğiyle, amel etmek için geldim” dedi, diye yazılıdır.
Markos da İncîlinin 15. bâbında, Îsâ çarmıhda iken, “Allahım Allahım! Beni niçin terk ettin?” diye bağırdı ve dünyâda son sözü bu oldu, şeklinde yazılıdır. Muhakkak ki bunlar İncîl müelliflerinin uydurmalarıdır. Allahü teâlâ Peygamberlerini aslâ terk etmez.
Allahü teâlânın onu terk etmesi ve bunun netîcesi yahûdîlerin onu öldürmesi, Îsâ aleyhisselâmın yüksek şahsiyetini ancak küçültür. fakat bunlar, kendi yazdıkları İncîllerinin nasları olduğundan, biz onlarla, kendi aleyhlerine delîl getiriyoruz.
Bu naslarda, Îsâ aleyhisselâm, ulûhiyyet iddiâsında bulunmuyor. Bilâkis, işkence esnâsında duâ ve sığınacak İlâhı olduğunu kendisi ikrâr ediyor, söylüyor.
İşte, bu ikrârı ile hıristiyanların, Îsâ aleyhisselâma isnâdları ve asılsız sözleri, yalanlanmış olur.
Luka İncîlinin sonunda şöyle yazılıdır: Mesîh kabrinden kalktıktan sonra, havârîlerin arasına girdi. Onlar o zamân bir evde toplanıp, kapısını kapamışlardı. Havârîler onu aralarında gördükleri gibi, korktular. Meleklerden, yâhud cinlerden bir rûh olduğunu zan ettiler. Mesîh onların bu korku ve telâşlarını anlayınca, “Yâhû beni tecrube edin ve biliniz ki, rûhânî varlıklarda bende gördüğünüz gibi et ve kemik olmaz” dedi.
Burada da, Îsâ aleyhisselâmın et ve kemikten, yanî maddeden teşekkül ettiği ve ilâhlıktan uzak olduğu söylenmiştir. Onların Îsâ aleyhisselâm, öldürülüp defnolunduktan sonra tekrâr dirildiği ve semâya çıktığı şeklindeki iddiâları, boş bir davâ olmaktan öteye geçemez. fakat, biz kendi İncîllerinde bildirildiği şekilde, “Îsâ Allah ve Allah’ın oğludur” diye vâki olan iddiâları aleyhine delîl getirmekle iktifâ ediyoruz.
Şimdi bir kimse, “Mesîh aleyhisselâm Allahü teâlânın bir kulu olup, büyüyerek, olgunluk çağına gelince, Allahü teâlâ onu Peygamber olarak göndermiştir” derse, muhakkak o kimse hazret-i Mesîh’in talebelerinin ve havârîlerinin sözlerine uymuştur. Buna muhâlefet edenler, zıttını söyeyenler, açık olarak küfrün içindedirler. [Yanî Allahü teâlânın Peygamberlerine ve getirdiklerine inanmamış olurlar.]
Bu muhâlifler, bütün akıl sâhipleri yanında son derece kötü bir durumdadır. O da Mesîh’in et ve kan olmakla berâber, onların itikâd ettiği gibi ezelî yaratan olmasına göre, ma’bûd olan Rabbin bir parçasının ezelî yaratan, bir parçasının da yaratılmış olmasıdır. Çünki Mesîh, İncîllerinin naslarıyla kendinin et ve kan olduğunu söylemiştir. Et ve kan ise dünyâya âit bir özellik olup, yiyip içmekten meydâna gelir. Onların “Kâinâtı yaratan Îsâ’dır”, iddiâlarına göre, dünyâyı yaratan ve dolayısıyla Îsâ aleyhisselâmı yaratan yine kendisi olur. Zîrâ o da kendisinin mahlûku bulunan dünyâdan bir parçadır. Bu ise, iftirâ olan davâların en kötüsüdür. Ve insan hayâlinde sûret bulabilen tasavvurların en uzağıdır. Buna itikâd edenler Hakdan yüz çevirmiş, küfür ve sapıklık yolunu tutmuşlardır. Böylece Allahü teâlânın gazâbına müstehak olarak, kendilerini felâket uçurumuna yuvarlamışlardır.
Yine onların inanclarına göre, her şeyin yaratıcısı olan Îsâ aleyhisselâm, dünyânın bir miktârı, bir parçası olmak lâzım gelir. Bir şeyin bir miktârı, ancak onun bütün mevcûdu olduktan sonra bulunabilir. O hâlde, mevcûd ve mâkul olmayan şey, hiç demektir. Bu söze göre, dünyânın yaratıcısı yokluktur, vücûd (varlık) değildir ve meçhûldür.
Kuvvetle tahmîn ediyorum ki, bu inancın sâhibi, onları bilerek dalâlete, yanlış inanca süreklemek kastıyla uydurmuş, hıristiyanları çok kötü imkânsızlıklar üzerine kurulmuş görüş ve fikirleri kabûle müsâit bulmuş ve maskara etmiştir.
Onlara denilebilir ki: Mesîh, 1. İncîlin bildirdiği gibi, tırnaklarını, saçlarını kesmiş, vücûdu büyümüş ve gelişmiştir. Eğer, onların itikâdlarına göre, Mesîh aleyhisselâm ezelî yaratan ise, saç ve tırnak gibi şeyler de onu meydâna getiren parçalardandır. Bu parçalar kendi bütününden, yanî ezelî yaratandan ayrılmış ve yok olmuşlardır. Hâlbuki yokluk ve mahvolmak, bütünün bir parçasında kalmaz, her parçaya yayılır. Parçası ve bütünü olan zât, hudûdlu ve cihetlidir. Kendisine sınır ve mekân olacak şeylere muhtâctır ve ondan müstagnî değildir. Ezelî yaratıcı olan Allahü teâlâ hazretleri ise, aklî delîl ve senetlerin, naklî nasların şehâdeti üzere ne cevherdir ve ne arazdır, ne de parçalanabilen bir bütündür. Kadîm ve ezelî olan Allahü teâlâ parçalanma kabûl etmez, kendisine hiçbir yönden noksan ve değişiklik ârız olmaz. O, mutlak ganîdir. Bütün mahlûkât her hâl ve zamânda Ona muhtâcdır. Allahü teâlâ, Şûrâ sûresi 11. âyetinde meâlen, (Yeryüzünde ve gökte Allahü teâlâya benzeyen hiçbir şey yoktur. Yanî hiçbir şey var olmakta ve bütün sıfatlarında Onun gibi değildir. O, her sesi işitir ve her şeyi görür) buyuruyor.
Yine onlara şöyle denilebilir: Sizin şu ezelî yaratıcı itikâd etdiğiniz Mesîh bir beldede oturuyor ve orada yaşıyor muydu? Onlar bunu inkâr edemezler. Çünki Matta ve Luka İncîlleri, Îsâ aleyhisselâmın kral Heredos zamânında, yahûdîlere âid olan Beytü’l-Lâhm’de doğup, sonra Kral Pilatos zamânında öldürüldüğünü açıklamışlardır. Her kim ki, zamân ve mekân ile kayıtlıdır, zamân onu geçmiş, mekân onu kuşatmıştır. Bu hâl ve durumda olan zât mahlûkdur. Onun bu sûretle mahlûk olduğu sâbit olunca, Îsâ aleyhisselâmın hak İlâh ve her şeyin yaratıcısı olduğuna inananların itikâdları bozuk ve bâtıl olur.
Kat’î sûrette biliyoruz ki, zamân mahlûkdur ve Mesîh’den evvel mevcûttur. Şimdi nasıl olur da zamân, yaratıcısından önce mevcût olabilir ve mekân kendi yaratanına muhît bulunabilir? Her ne ki, zamân içinde mevcût olmuş, zamân ve mekân onu ihâta etmiştir, o mahlûkun tâ kendisidir. Mesîh aleyhisselâm yaratılmışların en şereflilerindendir. Çünki, kendisi insan oğlu insandır. Allahü teâlâ da, kâfirlerin, inanmayanların isnâd ve iftirâlarından münezzehtir.
Burada Allahü teâlânın yardımıyla, benim anlattığım şeyler, hıristiyanların îmân ve ahkâmlarının fesâdı, akîdelerinin bâtıl oluşu hakkındadır. Allahü teâlâya binlerce şükürler olsun ki, beni bu bâtıl inançlardan kurtardı. Hak dîni bana nasîb etdi. Müslümân olanlar ne bahtiyâr insanlardır. Allahü teâlâyı, her türlü ortak ve benzerden tenzîh ederler. Hak ve hidâyet üzeredirler. Gerek Allahü teâlâ ve gerekse Peygamberler hakkında en yüksek ve mâkul itikâd üzere bulunurlar.
Sonraki Kısım –> İncillerdeki Ayrılıklar