Sual: Vehhabiler Hicaz’da Osmanlı Devleti varken ve ehli sünnet güçlü iken nasıl hakimiyet sağlamışlar ve kendi devletlerini kurmuşlardır?
Cevap: İlk olarak 1791’de, Vehhâbîler ile Mekkeliler arasında ihtilaf oldu. Bu senelerde, Osmanlı devleti, hârici düşmanlarla muharebede idi. Dahilde de karışıklık vardı. [Şöyle ki Fransa ile senelerden beri dost iken, Napolyon Bonapart, 1799’da Mısra 50.000 askerle saldırdı. Denizden ve karadan muharebelerle de, Mısır düşmandan temizlendi. Rusya, hududumuza saldırıp, harp ilan edildi. İngiliz donanması Çanakkale’den girip, Yedikule’ye kadar geldi. Başta padişah III. Selim Han olmak üzere, bütün memur, asker ve halk, büyük gayretle 3 günde, sahillere binden fazla top yerleştirip, donanmayı, harp olmadan, kaçırdı. Rusya sulh istedi ise de tekrar hücum ederek Tuna’yı geçti. Uzun muharebelerden sonra, Bükreş Muahedesi yapıldı. Dahilde ise, yeryer dinsizler türeyip, halka zulüm ediyor ve devleti dinlemiyorlardı. O zaman, halife olan III. Selim Han, bir yandan talimli asker yetiştiriyor, bir yandan da, top fabrikası yaptırıp çalıştırıyordu. Talimli yeni askeri gören yeni-çerilerden, Karadeniz boğazı tabyalarında bulunanlar, Kabakçı Mustafa kumandasında isyan etti. Padişah, müslüman kanı dökülmesini istemedi. Bütün ilerlemeler durdu. Selim hanı şehit ettiler. II. Mahmud Han-ı Adli, evvela dinsizleri terbiye ve itaate getirdi ve Rusya ile sulh yaptı.]
Mısır valisine ferman buyurularak, Mehmed Ali paşa, müslümanlar arasındaki bölücülüğü önlemek için, oğlu Tosun Paşa’yı Hicaz’a gönderdi ise de, sulh ve sükunu temin edemedi. Hülâsatü’l-Kelam ve Mîr’atü’l-Haremeyn kitaplarında bunlar yazılıdır.
Mekke-i mükerreme ile Medine-i münevvere, Osmanlılar tarafından adalet ve hürmet ile idare edilip, milyonlar sarf edilerek, mukaddes makâmlar tâmir ve tezyin edildi. Haremeynin mübarek ahalisi, rahat ve refah içinde yaşadı. Bu saadet zamanı, I. cihan harbine kadar devam etti. I. cihan harbi [1914- 1918] sonunda, İslam ittihadını parçalamak arzusuna kavuşan düşmanlar, Mekke emri olan şerif Hüseyin bin Ali’yi ve ileri gelenleri, Hicaz’dan çıkardılar. Bütün dünyaya da, kaçtı diye bildirdiler. Necd’de yaşıyan Abdülaziz bin Süud, 1926 senesinde Mekke’ye gelerek yeni bir hükümet kurdu. Vehhabiliğin İngilizler eliyle nasıl kurulduğu ve kullanıldığı (İngiliz Casusunun İtirafları) isimli eserde tafsilatıyla anlatılmaktadır.
Vehhabiler, şimdi de, her memlekette (Rabitatül-alemil İslami) dedikleri merkezler kurarak ve sayısız altın saçarak, cahil din adamlarını avlıyor. Bunlar vasıtası ile müslümanları şaşırtıyorlar. 1.4000 senedir İslamiyeti savunmuş olan Ehl-i sünnet âlimlerini ve bunların hamileri olan Osmanlıları kötülüyor. Bu âlimlerin naslardan çıkardıkları doğru bilgilere yanlış diyorlar. 1958’de İstanbul’dan hacca giden bir müslüman, Hucre-i saadet önünde (Ya Resûlallah, günahım çok. Bana şefaat eyle!) diye duâ ederken, Afrikalı bir vehhâbî gelip, (O ölüdür, bir şey duymaz) gibi şeyler söyler, yakasından çeker. Bu sünnî müslüman da, Bakara sûresinde, (Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz! Onlar diridir. Fakat, siz bunu anlamıyorsunuz) mealindeki 154. âyet-i kerimeyi okur. İnsanların en üstününe sen nasıl ölüdür diyorsun der.
Osmanlılar devrinde, vehhâbîlik ingiliz casusları ve paraları vasıtası ile Hindistan’a ve Afrika’ya yayıldı. Bağdat’ta, şiilik yerleştiği gibi, Mısır din adamları da vehhâbîliğe kaymaya başladı. Çok okumuş, çok kitaplar yazmış olan Mısırlı Muhammed Abduh, masonların, İslamiyeti yok etmek için giriştikleri savaşta, en tesirli silahları olan (İslam memleketlerine asrilik, modern ismi altında, dinsizlik sokmak) propagandalarına aldanarak, Ehl-i sünnet vel-cemaati tamamen bıraktı. Âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere kendi aklı ile garblılaşmaya uyacak mânâlar vererek, Selef-i sâlihinin yolundan ayrıldı. Kitaplarının bir kısmı, o yolda olanlar tarafından türkçeye çevrilmiş, büyük İslam alimi(!) Abduh’un eserleri diye, gençliğin önüne sürülmüştür. Muhammed Arabi’nin Mekke’de basılan (İfadetü’l-ahyar) kitabında ve şeyh-ul-İslam Mustafa Sabri Efendi’nin (Mevkıfü’l-akl vel-ilm vel-âlem) kitabında ve Camiul-ezher medresesi yüksek ilim kurulu üyesi Yusuf-i Decvi’nin 1966’da Mısırda çıkan Camiul-ezher Mecellesi’ndeki yazılarında, bunların İslamiyyete uymayan fikirleri, kuvvetli delillerle reddedilmektedir. Vaktiyle ibni Teymiyye de, ilminin çokluğuna aldanarak, dalâlete düşmüştü. Fakat bu kadar taşkınlık yapmamıştı.
II. Abdülhamid han zamanındaki devlet adamlarından Ahmed Cevdet Paşa, 12 cilt Tarih-i Osmani kitabının 7. cildinde ve bahriye mirlivası Tuğamirali olan Eyüp Sabri Paşa yazdığı 5. ciltlik Mir’atü’l-haremeyn tarih kitabının, 3. cildi, 99. sayfasından başlayarak Vehhâbîliği uzun anlatmaktadırlar. Mir’atü’l-haremeyn tarihi Türkçedir. Süleymaniye kütüphanesinde mevcuttur.
Tavsiye Yazı –> Vehhabilik Hakkında
Tavsiye Yazı –> İbni Teymiyye Ehli Sünnet midir?