Bu mektup, hocası Muhammed Baki’nin [971-1012 Delhi’de] “kuddise sirruh” oğlu, Muhammed Abdullah’a “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmış olup iki sualine cevap vermekte ve ayn-ül-yakini anlatmaktadır:
Allahü teâlâya hamd ve Muhammed Mustafaya “sallallâhü aleyhi ve sellem” salât ve size duâ ederim. Kıymetli mektubunuz geldi. Okuyunca, bizi çok sevindirdi. Her ân hatırladığınızı bildiriyorsunuz. Ne güzel, ne mübarektir. Üç ayda sizin elinize geçen nimet, başka yollarda, eğer on senede nasip olursa, büyük kar bilirler. Bu nimete şükrediniz! Yaratılışınızın yüksek olduğunu ve böyle hallerin kıymetini işitince, ucb, kibr ile lekelenmiyeceğinizi bildiğim için, bu nimetin büyüklüğünü yazdım. (Şükrederseniz, nimetimi arttırırım) mealindeki âyet-i kerimeyi hiç unutmayınız!
Önceden, tevhid bilgileri hâsıl olmaya başladı diyorsunuz. Bunlar da, bereketli kazancdır. Bu halin hâsıl olmasını isteyiniz. Fakat İslamiyetin edeblerini gözetmeye çok gayret ediniz! Kulluk vazifelerini yerine getiriniz! Eğer, bu haller doğru ise, kusurlu değil ise, sevgiliye muhabbetin çokluğundan hâsıl olur. Çünkü, âşık nereye giderse gitsin, sevgiliden başka bir şey görmez ve bilmez. Her nereden bir zevk, lezzet duyarsa, bunu sevgilisinden geliyor sanır. Bu hâlde olan âşık, mahlukları görmekte, fakat hepsini, bir mahbûb sanmaktadır. Bu hâlde, Fenâ hâsıl olmaz. Çünkü, Fenâ hâsıl olunca, bir mevcûdun görülmesi insanı kapladığından mahluklar tamamen görünmez olur. Buna da Fenâ denilmesi, mahluklar görülmediği içindir. Hakiki Fenâ ise, sıfat-i ilâhînin ve isimlerinin ve hiçbir bağlılığın, ayrı bir görünüşün de, tamamen görülmediği zaman hâsıl olur. Zât-ı ilâhîden başka hiçbir şey görülmez ve düşünülmez. Seyr-i ilallah [Allah yolculuğu], işte burada sona erer. Zıllerin, görünüşlerin hepsinden tamamen kurtulmak, burada hâsıl olur. Ârif, bu zaman, aslların aslı iledir. Alâmetlerden geçip, kendisine kavuşmuştur. İlm, ayn olmuştur. İşitmek, erişmek hâlini almıştır. Vasl-ı uryânî [ancak Ona kavuşmak] saadeti ve neler neler ve neler neler olmuştur. Bu makâm, bu üstün derece, ancak, işaret, sembol, şifre ile anlatılabilir. Bu da kapalı ve perdeli olabilir.
Sual: Kıymetli evlat! Bizden, bu ayn-ül-yakinin anlatılmasını istiyor. Bu aynı anlaşılabilir mi sanıyor?
Cevap: Bunu anlatmak zor bir iştir. Ne yapayım? Ne söyleyeyim? Ne bildireyim? Akla nasıl uygun getireyim? Kıymetli yavrum! Mazur görmenizi umarım. İşitmeyi, öğrenmeyi değil, edinmeyi, hallenmeyi isteyiniz!
Sual: Kurân-ı Kerîmdeki müteşâbihatın mânâlarını, rasih olan âlimler bilir. Bu mânâlar nasıl anlaşılır?
Cevap: Bu sualin cevabı, birincinin cevabından daha ince ve daha örtülü ve daha örtülmesi lâzımdır. Bu iki sual, bu kıymetli yavrunun yaratılışının çok yüksek olduğunu göstermektedir.
Allahü teâlânın kitaplarındaki müteşâbihlerin mânâsını anlamak, ancak Peygamberlere mahsustur “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Ümmetlerinden pek az kimseye, onlara tam uydukları, varisleri olmakla şereflendikleri için, bu bilgiden bir yudum tattırabilirler. O güzelin yüzündeki perdeyi, bu dünyada, bunlar için de açarlar. Kıyamette, ümmetlerden, çok kimseleri, Peygamberlerine uydukları için, bu devlete kavuşturacakları umulur. Anladığıma göre, bu dünyada da, o pek az kimselerden başkalarını da, bu devletle şereflendirirler. Ama, bunlara işin iç yüzünü bildirmezler, manayı açmazlar. Yani, müteşâbihlere, doğru mânâ verirler. Fakat bu mânâların ne olduğunu bilmezler. Müteşâbihat, muameleleri, halleri gösteren işaretlerdir. Bunlara, bu haller hâsıl olabilir. Fakat, bu hallerin ne olduğu bildirilmez. Sevdiklerimizin birinde bu hâli görmekteyiz. Başkalarını, artık düşünün. Sizin, bundan sualiniz, ümit kapısını açmıştır.
Ya Rabbi! Bizlere ihsan ettiğin nurumuzu arttır! Günahlarımızı, kusurlarımızı ört! Sen her şeyi yapabilirsin! Selam ederim.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız