- Kullanılması Mekruh Olan (Hoş Olmayan) Sözler
942– Sehl ibn Hüneyf’den rivâyet edilmiştir. O da Hazret-i Âişe’den (radıyallahü anhüma) rivâyet ettiğine göre, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem:
“Hiç biriniz, nefsim habisleşti, demesin, Sadece nefsim darlaştı desin” buyurdu.[93]
943– Hazret-i Âişe’den (radıyallahü anha) yapılan rivâyetde Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Hiç biriniz nefsim coştu demesin. Sadece nefsim sıkıldı desin.”[94]
Habis sözünü kullanmanın hoş olmayışı taşıdığı sevimsiz lâfızdan dolayıdır. İmâm Süleyman el-Hattâbî şöyle demiştir:
“Lekıset ve Habuset” kelimelerinin manası birdir. Ancak Habuse sözünün çirkin ve nahoş bir isim olmasından dolayı onu kullanmak mekruh olmuştur. Bundan daha güzel isimleri kullanma edebini öğretmek ve çirkinden kaçınmak gereğini Peygamber ashâba öğüt vermiş oluyor.
1. Fasıl
944– Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “(Üzüme) Kerm diyorlar. (Öyle demesinler) Kerm Mü’minin kalbidir.” Müslimin bir rivâyeti şöyle:
“Üzüme Kerm ismini vermeyiniz; çünkü kerm müslim olandır.” Bir rivâyette de:
“çünkü kerm Mü’minin kalbidir.” şeklindedir.[95]
945– Vâil ibn hücr’den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“(Üzüme) kerm demeyiniz; fakat ineb ve habale (üzüm) deyiniz.”[96]
Derim ki, bu hadisi şerifden murad, üzüme “kerm” demeyi yasaklamaktır. Cahiliyet devrinde üzüme “Kerm” deniliyordu. Bugün de bazı insanlar üzüme bu adı veriyorlar. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bu adı kullanmayı yasaklamıştır.
Âlimlerden İmâm Hattâbî ve başkaları şöyle demiştir:
Cahiliyet devrinde “Kerm” sözü, üzümden yapılan şarabın bir adı olarak kullanıldığı için, bu manaya kaymak korkusundan Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bu güzel ismin üzümde kullanılmamasını istemiştir. Allah en iyisini bilendir.
2. Fasıl
946– Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Adam, insanlar helâk oldu, dediği zaman o kimse, onların en çok helâke düşenidir. “[97]
Humeydî şöyle demiştir: İnsanları hafife almak ve onları tahkîr etmek ve kendini onlardan üstün tutmak maksadı ile insan bu sözü söylerse, o zaman kötü duruma düşmüş olur. Çünkü insan yarattıkları üzerinde Allah’ın sırrını bilemez. Humeydî’nin sözü bu olduğunu âlimlerden biri böyle söylemiştir. Hattâbî demiştir ki, bunun manası şudur: Adam, insanları ayıblamaya devam eder ve onların kötülüklerini anar durursa ve insanlar bozuldu ve helâk oldu gibi sözler söylerse, kendisi bunları yapınca onların içinde en çok helâke düşen olur. İnsanların kusurları ile uğraştığından kendisine isabet eden günah bakımından durum bakımından daha kötü olur. Çok defa bu tutumu onu, kendini beğenmeye ve insanlardan daha üstün olduğunu görmeye götürür. Böylece onlardan daha hayırlı olduğunu kabul eder de helâk olur. “Meâlimu’s-Sünne” kitabında naklettiğimiz Hattâbî’nin sözü budur.
Biz Ebû Dâvud’un Sünen’inde bu hadisi Ebû Hüreyre’den (radıyallahu anh) rivâyet ettik. Sonra demiştir ki, Mâlik şöyle dedi: İnsan, insanlarda gördüğü hallerden yani din işlerinden üzülerek bunu söylerse, ben bunda bir sakınca görmem, (insanlar helâk olmuştur diyebilir.) Fakat kendini beğenerek ve insanları küçümseyerek bunu söylerse, o zaman mekruh olur ve böyle söylemekten sakındırılır.
Derim ki: Bu açıklama son derece sağlam ve güzel bir isnada dayandığından bu mana üzerinde söylenenlerin en güzeli ve en veciz olanıdır. Hele İmâm Mâlik gibi (radıyallahü anh) büyük bir âlimden olunca daha büyük bir kıymet taşır.
3. Fasıl
947– Sahîh isnadla Huzeyfe’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın ve falancanın dilediği olur, demeyiniz (başkasını Allah’a ortak koşmayınız; fakat Allah’ı ayırarak), şöyle deyiniz: Allah’ın dilediği olur sonra falancanın dilediği…”[98]
Hattâbî ve başkası demiştir: Bu edebi öğretmek içindir; çünkü vav harfi iki şeyi bir araya getirmek, ortak yapmak içindir. Sonra kelimesi ise, sıra üzere atıf içindir. Onun için Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, Allah’ın dilemesini başkalarının dilemesinden öne geçirmek hususunda Mü’minlere doğru yolu göstermiştir.
İbrahim en-Nehaî’den nakledilmiştir: Allah’a ve sana sığınırım, demeyi hoş görmezdi. Şöyle demek caizdir: Allah’a sığınırım sonra sana… Demişlerdir: Allah olmasaydı sonra falanca olmasaydı şunu yapardım, demek caizdir. Ancak: Allah ve falanca olmasaydı, deme.
Falan yıldız sebebi ile bize yağmur yağdı demek mekruhtur. Eğer yağmur yağdırmaya sebeb yıldız olduğuna inanarak bu sözü söylerse küfür olur. Fakat yağmur yağdıran Allah olduğuna inanarak söyler ve yıldızı da yağmurun inmesine bir alâmet kubul ederse, kâfir olmaz; fakat kerahet işlemiş olur. Çünkü söylemiş olduğu söz, cahiliyet devri insanlarının kullanmış olduğu bir ifadedir. Bununla beraber kullanılan söz küfür olmak ve olmamak arasında müşterek bulunuyor. Bu bölümle ilgili olan Sahîh hadisi “Yağmur yağınca ne söylenir” bölümünde daha önce zikretmiştik.
Şöyle yaparsa, Yahudi olsun, yahut hıristiyan olsun, yahut İslâmdan uzak olsun ve benzeri sözler söylemek haramdır. Eğer bunları söyler de gerçekte işi islâmdan çıkmaya bağlarsa hemen kâfir olur. Dinden çıkanlara uygulanan hükümler buna uygulanır. Eğer gerçekte bunu kesdetmezse kafir olmaz. Fakat haram işlemiş olur. Tevbe etmesi vâcib olur. Hemen günahından sıyrılıp yaptığı işe pişman olması ve asla bir daha böyle bir iş yapmamaya kararlı olması icab eder. Ayrıca Allah’dan mağfiret dileyip şöyle demesi gerekir: Lâ İlahe İllallah Muhammedün Resûlüllah.
Bir müslümana: Ey kâfir! demek ağır şekilde bir haram olur.
948– İbn Ömer’den (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: İnsan kardeşine, ey kâfir deyince ikisinden biri küfre dönmüş olur. Eğer (gerçekte) dediği ise, (söz yerini bulmuş olur); değilse küfür, söyleyene döner.”[99]
949– Ebû Zer’den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Kim bir adamı küfür sözü ile çağırırsa, yahut Allah’ın düşmanı derse, adam da böyle değilse, küfür ona döner.”[100]
Bir müslüman bir müslümana bedduâ edip:
“Alah’ım, îmanı bundan gider, dese, bunu söylemekle asî (günahkâr) olur. Yalnız bu kadar söylemekle kâfir olur mu? Mezheb imâmlarımızdan Kâdî Hüseyin “Fetvalar” da naklettiği İki görüş vardır: Bu görüşlerden doğru olanı, kâfir olmaz sözüdür. Buna delil olarak da, Mûsa aleyhisselâm’dan haber veren Allahü teâlâ‘nın şu âyeti gösterilmektedir:
“Ey Rabbimiz! (Firavun ailesinin) mallarını yok et ve kalblerini şiddetle sık, (azabı görmeyince) onlar îman etmezler. “[101]
Bu âyetle hüküm çıkarmak üzerinde, her ne kadar bizden öncekilerin şeriatı bizim de şeriatımızdır dersek, kararlı olamayız.
4. Kâfirin, Bir Müslamanı Küfre Zorlaması:
Kâfir olan insan bir müslümam küfür sözünü söylemeye zorlasa, müslüman da, kalbi îman üzere yatışmış olduğu hâlde o küfür sözünü söylerse, Kur’ân-ın açık hükmü ve müslümanların icmaı üzere kâfir olmaz. Acaba kendini ölümden kurtarmak için bu küfür sözünü söylemesi daha faziletli bir tutum mu olur? Âlimlerimize göre bunun beş şekli vardır:
Birincisi: Âlimlerimize göre Sahîh kabul edilen, ölüm için sarbetmek ve küfür kelimesini söylememektir. Bunun delilleri de Sahîh olan deliller ve ashâbın meşhur olan davranışlarıdır (Allah onlardan razı olsun).
İkincisi: Faziletli olan, kendisini ölümden kurtarmak için küfür sözünü söylemektir.
Üçüncüsü: Eğer sağ kalmasında şeriat hükümlerini yerine getirmek yahut düşmanı ezmek bakımından müslümanlar için bir yarar görüyorsa, faziletli olan küfür sözünü söylemektir. Eğer durum böyle değilse, küfür kelimesini kullanmayıp ölüme sabretmesi daha faziletlidir.
Dördüncüsü: Eğer küfre zorlanan kimse âlimlerden ise, en faziletli olan, insanlar aldanmaması için onun ölüme sabretmesidir.
Beşincisi: Allahü teâlâ‘nın şu âyetini delil alarak küfür kelimesini söylemesi vâcib olur görüşüdür ki, bu cidden zayıftır:
“Canlarınızı tehlikeye atmayın.”[102]
5. Fasıl
Müslüman, bir kâfiri islâmı kabule zorlasa, adam da şehâdet kelimesini getirse, eğer kâfir yabancı uyruklu ise (İslâm güvencesi altına girmemiş ise) islâmı Sahîh olur; çünkü buna yapılan zorlama haktır.
Eğer zimmet ehli (islâm güvencesinde bulunan gayri müslim) ise, o zaman (islâma zorlanmakla) müslüman olmaz. Çünkü ona dokunmamayı kabullenmişiz. Onu zorlamak haksızlıktır. Bu meseledeki zaif bir görüşe göre ise, bu yolla zimmî de müslüman olur, çünkü ona hakkı emretmiştir.
6. Fasıl
Kâfir olan kimse, iki şehâdet kelimesini zorlama olmadan söylerse, eğer başkasının sözünü anlatarak Zeyd’in şöyle dediğini işittim:
“Lâ İlahe İllallah Muhammedün Resûlüllah” derse onun islâmına hüküm verilmez.
Eğer bir müslüman onu îmana davet ederek: Lâ İlahe İllallah Muhammedün Resûlüllah” söyle der de, adam bunları söylerse müslüman olur.
Eğer şehâdet kelimelerini başkasından hikâye ederek değil de sözün başında söylemiş olursa, âlimlerimizin çoğunluğunun kabul ettiği meşhur ve Sahîh olan görüş adamın müslüman oluşudur. Fakat zayıf bir görüş olarak müslüman olmaz; çünkü başkasından nakletmek ihtimali vardır.
7. Müslümanların Emirine “Halife” Denmesi:
Müslümanların idaresine bakan bir idareciye:
“Allah’ın Halifesi” demek uygun olmaz. Ona:
“Halife, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’in halifesi ve Mü’minlerin emîri” denilir.
İmâm Ebû Mühummed el-Begavî’nin Şerhü’s-Sünne kitabında şöyle dediğini rivâyet ettik (Allah ona rahmet etsin): Mü’minlerin idaresine bakan kimseye “Emiru’l-Mü’minin, Halife” demekte bir sakınca yoktur; adalet sahibi imâmların gidişatına aykırı davranışta olsa bile caizdir. Çünkü müslümanlar onun idaresini kabullenmişlerdir. Ona halife denilir; Çünkü kendinden önce gelip geçenlerin yerine geçmiştir ve onun makamına oturmuştur. Üzerlerine Allah’ın salât ve selâmı olsun, Âdem ve Dâvud peygamberlerden sonra hiç kimse “Allahü teâlâ‘nın Halifesi” diye adlanmaz.
Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.”[103]
“Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık.[104]
İbn Ebi Müleyke’den rivâyet edildiğine göre bir adam Ebû Bekir es-Sıddîk Hazretlerine (radıyallahü anh):
Ey Allah’ın Halifesi, demiş, Hazret-i Ebû Bekir:
Ben, Muhammed Sallallahü aleyhi ve sellem’in halifesiyim, ben buna razıyım, dedi.
Bir adam da Ömer ibn Abdülaziz’e (radıyallahü anh): Ey Allah’ın Halifesi! demiş. O:
Sana yazık, (gerçekten) uzak bir sözle işe başladın. Annem bana Ömer adını verdi. Bu adla beni çağırırsan kabul ederim. Sonra büyüdüm de Ebû Hafs dîye künyelendim. Eğer bu künye ile beni çağırırsan kabul ederim. Sonra idare işlerinizi görmek üzere beni başa geçirdiniz ve bana “Mü’minlerin Emiri” dediniz. Eğer bununla beni çağırırsan sana yeter, dedi.
Kadılar kadısı İmâm Ebû’l-Hasan Şafii fıkıh âlimi Basra’lı el-Maverdi,” el-Ahkâmu’s-Sultaniye” adlı kitabında şöyle der:
Müslümanların idarecisi olan imâma “Halife” denilir; çünkü Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’in ümmetinin işlerini ve idaresini görmek için onun yerine geçmiştir. Mutlak olarak “Halife” denmek caiz olduğu gibi, “Halifetü Resûlüllah = Allah’ın Peygamberinin Halifesi” de söylemek caizdir. Demiştir:
“Halifetullah” sözünün söylenmesi cevazı üzerinde âlimler ihtilâf etmişlerdir. Allah’ın haklarını kulları üzerinde uyguladığı için bir kısım âlimler böyle demeyi caiz görmüşler ve Allahü teâlâ’nın şu âyetini delil göstermişlerdir :
“Yeryüzünde sizi halifeler yapan O’dur.”[105]
Âlimlerin çoğu bunu kullanmaktan kaçınmışlar ve bunu söyleyeni de fücur ehlinden saymışlardır. Mâverdi’nin sözü budur.
Ben derim ki:
“Emiru’l-Mü’minin” diye ilk adlandırılan Ömer ibnu’l-Hattâb’dır (radıyallahü anh). Bu hususta âlimler arasında ihtilâf yoktur. Bu tabirin Müseylime hakkında kullanıldığım bazı cahillerin sanması açık bir hatadır ve âlimlerin icmaına ve kitablarına aykırı düşen çirkin bir cehalettir. Çünkü ilk önce “Emiru’l-Mü’minin” diye adlandırılan Ömer ibn’l-Hattâb (radıyallahü anh) olduğu naklinde âlimlerin kitabları birbirlerini destekleyecek şekilde ittifak etmişlerdir.
İmâm el-Hâfız Ebû Ömer ibn Abdi’l-Berr, ashâbın isimleri üzerinde yazdığı “el-İstiâb” kitabında, ilk önce Emiru’l-Mü’minin diye adlandırılanın Hazret-i Ömer olduğunu anlatır ve bunun sebebini de anlatır. Hazret-i Ebû Bekir hakkında (radıyallahü anh) da, “Halifetü Resûlüllah” sallallahü aleyhi ve sellem denilirdi.
8. Fasıl
Padişah ve Sultanlar için “Şehinşah” demek ağır bir şekilde haram olur. Çünkü bunun manası “Melikler meliki = Padişahlar padişahı” demektir. Allah Sübhânehû ve teâlâ’dan başkası bu vasıfla vasıflanmaz.
950– Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allahü teâlâ yanında isimlerin en çirkini adamın “Mülklerin Meliki” diye adlanmasıdır. “[106] İsimler bölümünde bunun açıklamasını yapmış ve Süfyân ibn Uyeyne’nin: Melikül-Emlâk tabirinin Şehinşah gibidir dediğim yazmıştık.
9. Seyyid Sözünü Kullanmak
Bil ki, seyyid, kavmine üstün gelen ve kıymeti onlardan yüksek olan kimsedir. Aynı zamanda başkana, fazilet sahibine, öfkesine uymayan yumuşak huyluya, iyi kimseye, mülk sahibine ve kocaya da seyyid söylenir. Faziletli kimselere Seyyid dendiğine dair çok hadisler nakledilmiştir.
951– Ebû Bekre’den (radıyallahü anh) rivâyet edilen şu hadis onlardan biridir:
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hazret-i Ali’nin oğlu Hasan’ı (radıyallahü anhüma) minbere çıkarıp şöyle dedi: Bu oğlum seyyid’dir. Umuyorum ki Allah bunun sayesinde müslümanlardan iki fırkanın arasını düzeltecektir.[107]
952– Ebû Said el-Hûdrî’den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir:
“Sa’d ibn Muaz (radıyallahü anh) taşradan ashâba karşı çıkageldiği zaman,
Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Ensar’a: Seyyidinize ve hayırlınıza (hürmet için) kalkınız! dedi. Bazı rivâyetlerde “Seyyidinize yahut hayırlınıza” şeklindedir. Rivâyetlerin birinde de şübhe anlamı olmaksızın sadece: Seyyidinize” şeklindedir.[108]
953– Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Sa’d ibn Ubâde (radıyallahü anh) şöyle dedi:
“Yâ Resûlellah! Bir adam karısı ile bir erkek bulsa, onu öldürür mü, bildirirmisiniz? Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem: Seyyidinizin ne söylediğine bakın… Buyurdu. “[109]
Seyyid sözünü kullanmanın yasaklığına dair Sahîh isnadla nakledilen hadise gelince:
954– Büreyde’den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
Münafık için Seyyid demeyin. Çünkü o seyyid olursa, Aziz ve Yüce olan Rabbinizi gazaba getirmiş olursunuz, buyurdu. “[110]
Derim ki: Bu hadislerin hükümleri şöyle toplanır: bir kimse fazilet ve hayır sahibi ise, falanca seyyiddir, ey efendim ve benzeri ifadeleri kullanmakta bir sakınca yoktur. Eğer adam fasıksa ve dininde gevşeklikle ve benzeri hallerle biliniyorsa, ona Seyyid demek mekruhtur. Hükümlerin bu şekilde toplandığını İmâm Ebû Süleyman el-Hattâbî’nin Meâlimu’s-Sünne’sinden rivâyet ettik.
10. Fasıl
Kölenin efendisine:
“Rabbim = Efendim” demesi mekruhtur. Seyyidim, demesi uygundur. Dilerse mevlâm der. Efendinin de kölesine: Kulum ve cariyem, demesi mekruhtur. Fakat delikanlım, kızım ve oğlum diye hitab eder.
955– Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizden herhangi biriniz Rabbine yemek ver, Rabbine abdest ver, Rabbine su ver, demesin Seyyidime, mevlâma desin. Hiç biriniz: Kulum, cariyem demesin. Delikanlım, gencim ve oğlanım, desin.”[111]
Müslim’in bir rivâyeti de şöyle; “Sizden hiç biriniz Rabbim demesin; seyyidim ve mevlâm desin.” Diğer bir rivâyetinde:
“Sizden biriniz asla kulum ve cariyem, demesin hepiniz kullarsınız. Köle de (efendisine) Rabbim, demesin. Seyyidim (ey efendim), desin.” Onun bir rivâyeti de şöyle:
“Hiç biriniz kulum ve emem (kadın kölem) asla demesin. Hepiniz Allah’ın kullarısınız ve bütün kadınlarınız da Allah’ın dişi kullarıdır. Fakat oğlanım, cariyem, delikanlım, kızım desin.
Derim ki: Tarif lamı ile el-Rabb, özel olarak ancak Allahü teâlâ‘ya söylenir. Amma izafetle Rabb kelimesi başka yerlerde kullanılır: Rabbu’l-mal = mal sahibi, Rabbu’d-dar -ev sahibi ve benzeri sözler söylenir.
Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in Kaybolan deve hakkındaki şu Sahîh hadisi bundandır:
“Sahibi ona kavuşuncaya kadar deveyi bırak.”
Hazreti Ömer’in Buhârî’nin Sahîhinde şu sözü vardır:
“(Kölesine demiştir ki,) az develere ve az koyunlara sahip olanı mer’adan faydalandır.” Bunun benzeri hadislerde çoktur, meşhurdur. (Rabb kelimesi izafetle kullanılır.) Şeriat Sahîhlerinin Rab kelimesini böyle kullanmaları bilinen meşhur bir iştir. Âlimler şöyle demişlerdir:
Kölenin efendisine: Rabbim! diye hitab etmesi mekruhtur; çünkü bunun lâfzında Allahü teâlâ‘nın Rububiyetine bir ortaklık vardır. Amma hadiste geçen:
“Devenin Rabbi ve develerin Rabbi” sözü ve bunların manasını taşıyan ifadeler ise, bunlar mükellef olmayan (akıl sahibi olmayan) şeyler hakkında kullanılmışlardır. Bunlar ev mal gibidirler. (Rabbuddar dendiği gibi Rabbulğanem de denilir = Ev sahibi, koyun sahibi). Yusuf aleyhisselâmın sözüne gelince:
“Rabbin (efendin) yanında beni hatırla” bunun iki cevabı vardır: Birincisi: Adama bildiği ve konuştuğu bir sözle hitab etmiştir. Bunu kullanmak zaruretten ileri gelmiştir. Nitekim Mûsa aleyhisselâm Samirî’ye şöyle demişti:
“İlâhına bak!”[112]
Sen İlâh edindiğine bak, demektir.
İkinci cevab: Bu, bizden öncekilerin şeriatıdır; bizim şeriatımızda bunun hilafı sabit olursa o bize şeriat olmaz. Bunda bir ihtilaf yoktur. Ancak usul âlimlerinin ihtilaf ettiği şudur:
Bizden öncekilerin şeriatine bizim şeriatımızda bir muhalefet ve bir muvafakat olmazsa, acaba o iş bize meşru olur mu, olmaz mı?
11. Fasıl
İmâm Ebû Ca’fer el-Nehhâs “Sına’atü’l-Küttâb” adlı kitabında şöyle demiştir: Yaratıklardan hiç kimse için el-Mevlâ sözünü kullanmanın uygun olmadığında âlimler arasında ihtilâf bilmiyoruz. Ben şöyle derim: Geçen bölümde anlatıldı ki, “Benim mevlâm” sözünü kullanmakta cevaz vardır. Ebû Ca’fer’in buradaki sözü ile bizim sözümüz arasında ayrılık yoktur. Çünkü Ebû Ca’fer tarif lamı ile olan el-Mevlâdan bahsetmiştir. (İnsanlara el-Mevlâ sözü ile caiz olmadığını ve bizim de kabul ettiğimiz1 şekli ifade etmiştir). Yine Ebû Ca’fer şöyle demiştir:
Fasık olmayanlara Seyyid denilir. Allahü teâlâ‘dan başkasına tarif lamı ile “el-Seyyid” denmez. Fakat geçerli kabul edilen tarif lamı ile “el-Mevlâ ve el-Seyyid” sözlerini insanlarda kullanmanın bir sakıncası olmamasıdır. Ancak anlattığımız şartlara bağlıdır ki, hitab edilenin ilim ve ahlâk sahibi faziletli kimse olması gerekir.
12. Rüzgara Sövmemek
“Rüzgar estiği zaman ne söylenir” bölümünde rüzgâra sövmenin yasaklığına dair iki hadis daha önce anlatılmış ve izah edilmişti.
13. Sıtmaya Sövmek Mekruhtur
956– Câbir’den (radıyallahu anh) rivâyet edilmiştir:
“Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Ümmü Sâib’in yahut Ümmü Müseyyeb’in yanına varıp sordu:
— Neyin var, ey Ümmü Sâib yahut Ümmü Müseyyeb, titreyip duruyorsun? (Hasta kadın) cevap verdi:
— Sıtma! Allah ona hayır vermesin. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):
Sıtmaya kötü söyleme (sövme); çünkü körük demirin paslarını döküp giderdiği gibi, sıtma da Âdemoğullarımn günahlarını giderir.”[113]
14. Horoza Sövmek Yasaktır
957– Sahîh bir isnadla Zeyd ibn Halid el-Cüheni’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Horoza sövmeyin; çünkü o namaz için uyandırır. “[114]
15. Cahilîyet Sözleri İle duâ Etmemek ve Onların Sözlerini Kullanmayı Kötülemek
958– İbn Mes’ûd’dan (radıyallahü anh) yapılan rivâyete göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“(Ölü arkasından ağlayıp da) yanaklara vuran, yakalan yırtarı ve cahiliyet Duâsı ile duâ eden kimse bizden değildir. “[115]
16. Fasıl
Muharrem ayına Safer adını vermek (ve cahiliyet devrinde olduğu gibi ona birinci Safer demek) mekruhtur. Çünkü bu cahiliyet âdetlerindendir.
17. Fasıl
Kâfir olarak ölen kimse için mağfiret dilemek ve benzeri duâ yapmak haramdır. Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Müşriklerin Cehennem’lik oldukları belli olduktan sonra -bunlar akraba bile olsalar- onlar için peygamberin ve îman edenlerin mağfiret dilemeleri olmaz”[116]
18. Cevaz Veren Şer’î Bir Sebep Olmadan Müslümana Sövmenin Haramlığı
959– Sahîh’lerinde ibn Mes’ûd’dan (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Müslümana sövmek fâsıklıktır.”[117]
960– Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) Sahîh olarak rivâyet edildiğine göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sövüşen iki şahıs söyledikleri söz üzere sorumludurlar: Suç onlardan ilk söze başlayanındır; haksızlığa uğrayan aşırı gitmedikçe…”[118]
İnsanların âdetinin kötü sözler olarak kullanılan kelimelerden bir kısmı şunlardır:
Ey himar, ey teke, ey kelb ve benzerleri… Bunlar iki yönden çirkindir: Bunlardan biri, sözün yalan olmasıdır. Diğeri de eziyet vermektir. Fakat “ey zâlim ve benzeri olan” sözü buna muhalif bir ifadedir. Çünkü nefsine ve başkasına zâlim olmayan azdır ve çekişmelerde çok kullanıldığı için buna müsamaha gösterilir.
Nehhâs şöyle demiştir: Âlimlerden biri şöyle söylemeyi mekruh görmüştür: Benimle hiç bir mahluk yoktu; ancak Allah vardı.
Derim ki, bunun mekruh olmasının sebebi şudur: Yaratıklardan Allah istisna edilmiş oluyor ki, bu muhaldir. Allahü teâlâ’nın şu “Allah sizinle beraberdir”[119] sözüne uygun olarak: Benimle beraber kimse yoktu; lâkin Allah benimle idi, söylenmelidir. Bunun yanında şöyle demek de uygundur: Allah’dan başka benimle hiç kimse yoktu.
Yine demiştir ki, Allah’ın ismi üzere otur, demek mekruhtur. Allah’ın ismini anarak otur, demelidir.
Nehhâs, selef âlimlerinin birinden nakletmiştir ki, oruçlu kimsenin: Benim ağzıma vurulan bu mühür hakkı için, demesi mekruhtur. Mekruh bir söz olduğuna delil de, kâfirlerin ağızlarına mühür vurulduğu gösterilmiştir. Bu delil sağlam değildir. Çünkü Allah Sübhânehû ve teâlâ hazretlerinden başkası adına yemin yapılmıştır. Söylediğimiz sebebden dolayı bunun mekruh olduğuna dair yasaklık İnşa Allah yakında gelecektir. Bir de sebeb olmaksızın oruçlu olduğunu açığa vurmak vardır ki, bu da doğru değildir. Allah en iyisini bilendir.
İmrân ibnu’l-Husayn’dan (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyetde şöyle demiştir:
“Cahiliyet devrinde biz: Sevdiğinle Allah sana göz aydınlığı versin ve sabahın hoş olsun, derdik. İslâm gelince bunları söylemekten yasaklandık. “[120]
Abdürrezzak demiştir ki, Ma’mer şöyle dedi: İnsanın, Sevdiğinle Allah sana göz aydınlığı versin, demesi mekruhtur. Şöyle demekte bir sakınca yoktur: Allah sana göz aydınlığı versin.
Derim ki, Ebû Dâvud Katâde’den ve başkasından bunu bu şekilde rivâyet etmiştir. Bu hadisin benzerini ilim sahibleri Sahîh kabul edip onunla hüküm vermezler. Çünkü Katâde sağlam ravi olmakla beraber ondan başkasının hali bilinmemektedir. Rivâyetin meçhul kimseden olma ihtimali vardır. Onun için meçhulden şer’i bir hüküm sabit olmaz. Bununla beraber Sahîh olma ihtimalini taşıdığı için bu lâfzı kullanmaktan kaçınmak ihtiyattır.-Bazı âlimler de meçhulden rivâyeti delil kabul ederler. En iyisini Alllah bilir.
19. İki Kişinin Bir Şahıs Yanında Fısıldaşmalarının Yasaklığı
961– İbn Mes’ûd’dan (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Üç kişi olduğunuz zaman, iki kişi diğerinin yanında gizli konuşmasın; tâ ki insanlarla karışırlar. Çünkü bu hareket o kimseyi üzer.”[121]
962– İbn Ömer’den (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyete göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar üç kişi oldukları zaman, bir kişi yanında iki kişi fısıldaşmasınlar.”[132]
20. Kadının Kocasına yahut Başkasına Başka Bir Kadının Beden Güzelliğini Anlatmasının Yasarlığı Ancak Evlenmek Gibi Meşru Bir Sebeb Olursa Anlatabileceği
963– Sahîh’lerde İbn Mes’ûd’dan (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kadın kadınla çok yakınlaşmada bulunup, onu kocası görüyormuş gibi halini kocasına anlatmasın. [123]
Evlenen kimseye oğullar ve güzel yaşam dileğinde bulunmak mekruh olur. Ancak Nikâh Bölümünde anlattığımız gibi; “Allah sana bereket versin” ve “sani mübarek kılsın”, denilir.
21. Fasıl
Nehhâs, Ebû Bekir Muhammed ibn Yahya’dan rivâyet etmiştir. Ebû Bekir Âlimlerin ve ediblerin bilginlerindendi. O şöyle demiştir: Kızgınlık hâlinde bir kimseye: Allahü teâlâ‘yı hatırla! demek, mekruhtur; çünkü o hâl içinde kızgınlık onu küfre götürme korkusu vardır. Yine ona: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’e Salât getir, denmez. Yine inkârından korkulur.
22. Fasıl
İnsanların çoğunun âdet edindiği kötü sözlerin en çirkininden biri de günah işleme korkusundan Allah adına yeminden kaçarak yahut Allahü teâlâ‘ya ta’zim ederek ve yeminden korunarak söz söylemesi ve şöyle demesidir: Allah biliyor, böyle olmamıştır yahut Allah biliyor, böyle olmuştur gibi sözler. Bu ifadelerde tehlike vardır. Eğer sözü konuşan adam, kesin olarak işin dediği gibi olduğuna inanmış ise, bunda bir sakınca yoktur.
Eğer söylediği işin gerçek olup olmadığı üzerinde şübheli ise, o zaman en çirkin bir iş olmuştur. Çünkü Allah’a yalan isnadına kalkışmıştır. İş dediğim gibidir, Allah biliyor demekle, kesin olarak bilmediği şeyi Allah’a havale ederek kendini doğruluk sahibi göstermiş oluyor. Bu sözde bundan daha çirkin bir incelik vardır. O da şudur: Allahü teâlâ‘nın ilim sıfatına, gerçek olmayan bir şeyi isnad etmektir ki, söz yalan olarak gerçekleşme hâlinde küfür olur. Onun için bu gibi sözlerden insanın kaçınması uygundur.
23. Duâ ederken şöyle söylemek mekruhtur:
Duâ ederken Allah’ım dilersen yahut istersen beni bağışla demek mekruhtur. Allah’dan kesinlikle istenir.
964- Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Hiç biriniz: Allah’ım! Dilersen beni bağışla, Allah’ım! Dilersen bana merhamet et, demesin. Kesinlikle istesin; çünkü Allah’ı zorlayıcı bir güç yoktur.”
Müslim’in bir rivâyeti şöyledir:
“..Ancak kesinlikle istesin ve büyük rağbet göstersin. Çünkü verdiği şeyde Allah’a karşı büyüklenecek hiç bir şey yoktur.” [124]
965- Enes’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz duâ ettiği zaman kesinlikle istesin, Allah’ım dilersen bana ver, demesin; çünkü O’nu bir zorlayıcı yoktur.” [125]
Allah’ın isimlerinden ve sıfatlarından başkası ile yemin etmek mekruhtur.
Bunlar arasında Peygamber‘in Kabe’nin meleklerin, emanetin, hayatın, ruhun ve bunlardan başka sözlerin kullanılması eşittir. Bunlar içinde kerahet bakımından en şiddetlisi Emanet sözü ile yemindir.
966- İbn Ömer’den (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyetde Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah babalarınızla yemin etmekten (babam hakkı için demekten) sizi yasaklıyor. Yemin edecek kimse, Allah adına yemin etsin (Vallahi desin), yahut sussun.” Buhârî’nin bir rivâyeti de şöyledir: “Yemin edecek kimse, yalnız Allah adına yemin etsin, yahut sükut etsin.” [126]
Emanet sözü ile yemin etmenin çok şiddetli bir şekilde yasak olduğuna dair rivâyette bulunduk.
967- Büreyde’den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “Emanet sözü ile yemin eden (emanet hakkı için deyen) bizden değildir.” [127]
24. Alış-Veriş ve Benzeri İşlerde Doğru Söylese Bile Çok Yemin Etmenin Mekruhluğu:
968- Ebû Katâde’den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir. O Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir: “Alışverişte çok yemin etmekten sakınınız; çünkü yemin geçerli kılar sonra mahveder. ” [128]
25. Gök kuşağına “Kavs-i Kuzah” demek mekruhtur.
969- İbn Abbâs’dan (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyetde Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “(Gök kuşağına) Kavs-i Kuzah demeyiniz. Çünkü kuzah, Şeytandır. Fakat Aziz ve Yüce Allah’ın (Yaratmış olduğu) kuşağı deyiniz. O arz ehli için bir güvencedir. ” [129]
26. Günahın İfşa Edilmemesi:
İnsan bir günah yahut benzeri bir iş yaptığı zaman onu başkasına bildirmesinde kerahet vardır. Uygun olan Allah’a tevbe etmek ve derhal o işi terk etmektir, yaptığına pişman olmak ve asla o iş benzerini bir daha yapmamaya kararlı olmaktır. Bu üç şart tevbenin rükünleridir. Ancak bunların toplanması ile tevbe Sahîh olur.
Eğer yaptığı günahtan kurtulmak veya bir daha ona düşmemek niyeti ile insan hocasına veya büyüğüne işlediği günahı bildirirse, bunda bir sakınca yoktur. Hataya düşme sebeblerini öğrenebilir ve kurtulması için duâ isteyebilir. Bunu yapmak güzeldir. Ancak bu maksadlar bulunmadığı zaman anlatmak mekruh olur.
970- Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Ümmetimin hepsi bağışlanmıştır; ancak günahlarını açığa vuranlar bundan müstesnadır.
Adam geceleyin (günah olan) bir iş yapar sonra sabahlar. Allahü teâlâ onun günahını örtmüş iken, o (başkasına) anlatır: Ey falanca, ben dün şu günahları işledim. Halbuki Allah onun günahını örtmüş olarak gecelemişti. O ise, Allah’ın örtüsünü açarak sabahlamış oluyor. ” [130]
İyiliği emreder ve kötülükten alıkor bir. öğüt bulunmayarak mükellef bir insanın iş ve düzenlerini bozacak şekilde başkasının kölesine, hanımına, oğluna, hizmetçisine ve bunlardan başkalarına söz söylemesi haramdır. Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
“İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.” [131]
“İnsan bir söz konuşmaz ki, yanında bir gözetleyip yazan (melek) hazır bulunmasın.” [132]
971– Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kişinin zevcesini yahut kölesini aldatan (aleyhine çeviren) bizden değildir.”[136]
“Onlarla en güzel bir şekilde mücadele et.”[137]
“Allah’ın âyetleri hakkında ancak kâfirler mücadele ederler.”[138]
Eğer mücadele hak üzerinde durmak ve onu yerleştirmek için olursa iyidir. Eğer hakkın karşısına çıkmak için yahut bilgi sahibi olmaksızın cidal yapılırsa kötü olur. İşte açıklanan bu esas üzere deliller gelmiş, zem ve mubah tarafları ortaya çıkmıştır. Mücadele ve cidal aynı anlamdadır.” Tehzibu’l-Esmâ ve vellügat” kitabında bunu uzunboylu anlattım.
Âlimlerden biri şöyle demiştir: Dini daha ziyade gideren, mürüvveti daha çok azaltan, lezzeti daha çok yok eden, kalbi daha çok meşgul eden şey olarak husumetten başkasını görmedim.
Eğer dersen ki, hakkı elde etmek için insanın husumet yapması gereklidir. Bunun cevabı İmâm Gazali’nin verdiği cevabdır: Şiddetle kötülenen muhaseme, batıl uğruna yahut bilgi sahibi olmaksızın yapılan husumettir. Kadının (hakimin) vekili gibi. Çünkü hakkın hangi tarafta olduğunu bilmeden ve bilgi sahibi olmadan muhaseme yapar ve kötülenen husumet içine düşer. Yine hakkını arayipda, hakkının rhiktarı üzerinde durmayan ve eziyet vermek için, hasmına üstünlük kurmak için yalan ve ısrarda bulunan kimsenin durumu da bu kötülenen kısma girer. Yine hakkını elde etmek için bir ihtiyaç olmaksızın husumetine eziyet verici sözler karıştıran da böyledir. Yine hasmını kırmak ve ezmek için sırf inad yaparak husumete kalkışan da böyledir. İşte bu kötü olan şeydir.
Amma eziyet ve inad kasdi olmaksızın, ihtiyaç üstü ısrar ve direnme ve taşkınlık olmaksızın şeriat yolu ile davasını kurtarmaya çalışan mazlumun yaptığı iş haram değildir. Ancak evlâ olan bulduğu çıkış yolu üzere husumeti bırakmaktır. Çünkü husumet hâlinde dili bir ölçü üzerinde tutmak mümkün değildir. Husumet kalbleri kışkırtır ve kini galeyana getirir. Kin taşınca hasımlar arasında kıskançlık ve çekememezlik olur. Böylece her biri diğerinin kötülüğünden sevinç duyar. Sevinmesinden üzülür ve şerefine dil uzatmaya başlar. İşte husumet yapan bu felâketlere saplanır. Zararlarından biri de, kalbin meşgul olmasıdır. Öyle ki, namaz içinde olduğu hâlde kalbi husumete ve delil bulmaya bağlı kalır. Böylece istikâmet üzere bulunmaz. Husumet kötülüğün başıdır. Cidal ve Mira da böyledir. Mecburi bir zaruret olmadıkça, insan kendine husumet kapısı açmamalıdır. Husumet esnasında da, kalbini ve dilini husumet afetlerinden korumalıdır.
27. Allahü teâlâ’nın Zatından Cennet’den Başkasını İstemenin Mekruhluğu:
972- Câbir’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın zatından ancak cennet istenir.” [134]
28. Allahü teâlâ’nın Adını Kullanarak ve O’ndan Merhamet İsteyerek Dilenen Kimseye Vermemenin Mekruhluğu:
973- Sahîh isnadlarla İbn Ömer’den (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a sığınırsa, siz onu koruyun. Kim Allah adım kullanarak isterse, ona verin. Sizi kim çağırır (davet) ederse, ona icabet ediniz. Size bir iyilik yapana karşılık veriniz. Eğer ona verecek bir mükâfat bulamıyorsanız ona duâ ediniz tâ ki ona karşılıkta bulunduğunuzu anlarsınız.” [135]
Allah senin ömrünü uzatsın, demek, meşhur olan kavle göre mekruhtur. Ebû Ca’fer el-Nehhâs, Sinâatü’l-Küttâb” adlı kitabında demiştir ki, bazı âlimler, “Allah senin ömrünü uzatsın” sözünü kullanmayı mekruh görmüşler, bazıları da buna ruhsat vermişlerdir.
İsmâîl ibn İshak şöyle demiştir: Yazışmalarda ilk önce “Allah ömrünü uzatsın” ifadesini kullanan Zındıklardır.
Allah kendisinden razı olsun. Hammâd ibn Seleme’den rivâyet edilmiştir; Müslümanların yazışmaları şöyle idi: Falancadan falana. Amma bundan sonra sana selâm ederim. Ben, kendisinden başka İlâh olmayan Allah’a hamd ederim. Muhammed’e ve onun ailesine Allah salât (rahmet) etsin. Daha sonra Zındıklar, başlangıcı” Allah ömrünü uzatsın” sözünü yazışmalarında ortaya çıkardılar.
Sahîh ve muteber olan görüşe göre insanın başkasına: Anam ve babam sana feda olsun, yahut Allah beni sana feda kılsın, demesi mekruh değildir. Sahîhayn ve başka kitablarda olan meşhur hadisler bunun caiz olduğu üzerinde birbirlerini takviye etmektedir. Ana-babanın müslüman yahut kâfir olmaları bu hususta fark etmez. Âlimlerden bazısı, ana-baba müslüman iseler, bunu söylemeyi mekruh görmüşlerdir.
el-Nehhâs şöyle demiştir: Mâlik ibn Enes, “Allah beni sana feda kılsın “sözünü mekruh kabul etmiştir. Bazısı da caiz görmüştür.
el-Kâdî İyâd şöyle demiştir: Âlimlerin çoğunluğu bunun cevazını kabul etmiştir; feda edilen ister müslüman olsun, ister kâfir olsun.
Ben derim ki: Bunun cevazına dair pek çok Sahîh hadisler nakledilmiştir. Müslim’in şerhinde bunların bir kısmına ben işaret ettim.
29. Hakaret Sureti İle Başkasının Sözünü Çürütmenin, Münakaşa Yapmanın Ve Davalaşmanın Da Kötü Sözlerden Olduğu:
İmâm Ebû Hâmid el-Gazâlî şöyle demiştir: “el-mirâu“, başkası üzerine üstün olduğunu göstermek ve muhatabını tahkir etmek maksadı ile onun sözlerindeki bozuklukları ortaya çıkarıp ona saldırmak demektir. “Cidal” da, karşılıklı deliller getirerek insanların görüşlerini savunması ve isbata çalışmasıdır. “Husûmet” ise, mal yahut başka bir menfaattan kasd ettiği şeyi elde etmek için sözde ısrar etmektir. Bazan Husûmet ilk söze başlamakla da olur, itiraz ile de olur. “el-Mirâ” ise, ancak itiraz şekli ile olur. Gazâlî’nin sözü bundan ibarettir.
Bil ki, mücadele bazan hakkı ortaya çıkarmak için olur, bazan da bâtıl için olur. Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Kitab ehli ile en güzel bir şekilde mücadele edin ” [136]
“Onlarla en güzel bir şekilde mücadele et.” [137]
“Allah’ın âyetleri hakkında ancak kâfirler mücadele ederler.” [138]
Eğer mücadele hak üzerinde durmak ve onu yerleştirmek için olursa iyidir. Eğer hakkın karşısına çıkmak için yahut bilgi sahibi olmaksızın cidal yapılırsa kötü olur. İşte açıklanan bu esas üzere deliller gelmiş, zem ve mubah tarafları ortaya çıkmıştır. Mücadele ve cidal aynı anlamdadır.” Tehzibu’l-Esmâ ve vellügat” kitabında bunu uzunboylu anlattım.
Âlimlerden biri şöyle demiştir: Dini daha ziyade gideren, mürüvveti daha çok azaltan, lezzeti daha çok yok eden, kalbi daha çok meşgul eden şey olarak husumetten başkasını görmedim.
Eğer dersen ki, hakkı elde etmek için insanın husumet yapması gereklidir. Bunun cevabı İmâm Gazali’nin verdiği cevabdır: Şiddetle kötülenen muhaseme, batıl uğruna yahut bilgi sahibi olmaksızın yapılan husumettir. Kadının (hakimin) vekili gibi. Çünkü hakkın hangi tarafta olduğunu bilmeden ve bilgi sahibi olmadan muhaseme yapar ve kötülenen husumet içine düşer. Yine hakkını arayipda, hakkının rhiktarı üzerinde durmayan ve eziyet vermek için, hasmına üstünlük kurmak için yalan ve ısrarda bulunan kimsenin durumu da bu kötülenen kısma girer. Yine hakkını elde etmek için bir ihtiyaç olmaksızın husumetine eziyet verici sözler karıştıran da böyledir. Yine hasmını kırmak ve ezmek için sırf inad yaparak husumete kalkışan da böyledir. İşte bu kötü olan şeydir.
Amma eziyet ve inad kasdi olmaksızın, ihtiyaç üstü ısrar ve direnme ve taşkınlık olmaksızın şeriat yolu ile davasını kurtarmaya çalışan mazlumun yaptığı iş haram değildir. Ancak evlâ olan bulduğu çıkış yolu üzere husumeti bırakmaktır. Çünkü husumet hâlinde dili bir ölçü üzerinde tutmak mümkün değildir. Husumet kalbleri kışkırtır ve kini galeyana getirir. Kin taşınca hasımlar arasında kıskançlık ve çekememezlik olur. Böylece her biri diğerinin kötülüğünden sevinç duyar. Sevinmesinden üzülür ve şerefine dil uzatmaya başlar. İşte husumet yapan bu felâketlere saplanır. Zararlarından biri de, kalbin meşgul olmasıdır. Öyle ki, namaz içinde olduğu hâlde kalbi husumete ve delil bulmaya bağlı kalır. Böylece istikâmet üzere bulunmaz. Husumet kötülüğün başıdır. Cidal ve Mira da böyledir. Mecburi bir zaruret olmadıkça, insan kendine husumet kapısı açmamalıdır. Husumet esnasında da, kalbini ve dilini husumet afetlerinden korumalıdır.
974– İbn Abbâs’dan (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Devamlı olarak davacı olman günah olarak sana yeter.”[139]
Hazreti Ali’nin (radıyallahü anh) şöyle dediği nakledilmiştir: Husumetlerde tehlikeler vardır.
Lâfazanlık yaparak sözü derinleştirmek, ölçülü ve kafiyeli konuşmaya özenmek, yaldızlı sözlerle güzel konuşmalar yapanlara benzemeye çalı: mak mekruh olur. Bunların hepsi sevilmeyen zorlamalardır. Ses uyum için uğraşmak, irabın inceliklerini aramak ve yabancı kelime kullanma! halk tabakasına hitabette yine iyi olmayan davranışlardır. Muhatabın açı bir şekilde anlayabileceği bir sözle ona hitab etmeyi kasdetmek uygur dur. Dinleyiciye ağırlık vermemelidir.
975– Abdullah İbni Amr ibni’l-As’dan (radıyallahü anhüma) yapıla rivâyete göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştu] “Sığır dilini doladığı gibi, erkeklerden dilini evirip çeviren konuşmacıy Allah buğzeder.”[140]
976– İbn Mes’ûd’dan (radıyallahü anh) rivâyetde Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Aşırı gidenler helâk olmuştur.” Peygamber bunu üç kez tekrarlamıştır.[141]
977– Câbir’den (radıyallahü anh) rivâyete göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kıyâmet günü bana en sevimli ve meclis bakımından bana en yakın olanınız, ahlâk bakımından en güzel olanlarınızdır. Kıyâmet günü bana en çok sevilmeyeniniz ve benden en çok uzak olanınız, gevezelik yapanlar, sözü uzatıp dolaştıranlar ve büyüklük taslayanlardır. Dediler ki, yâ Resülellah! “Sarsarun” “Müteşaddikun” kimler olduğunu bildik. Mütefeykihûn kimlerdir? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Onlar büyüklük taslayanlardır, buyurdu.[142]
Bil ki, vaazlarda ve hutbelerde aşırılık ve gariplik olmazsa, güzel sö söylemek kötülenen konuşmalara girmez. Çünkü bunlarda maksad kalb leri Allah’a itaat etmeye yöneltmektir. Bu hususta güzel sözün açık bi tesiri vardır.
Yatsı namazını kılan bir kimsenin bu vaktin dışında (boşuna zaman kaybına sebebiyet verdiği için) mubah (yasak olmayan) söz konuşması mekruhtur. Mubah, bir işin yapılması ve yapılmamasının eş değerde olmasına denilir. Diğer yakıtlarda haram yahut mekruh olan konuşmalar bu vakit içinde daha şiddetli bir haram yahut mekruh olur. İlim müzakeresi, iyi kimselerin durumlarının ve ahlâk güzelliklerinin anlatılması, müsafirle konuşulması gibi hayırlı işler mekruh değildir; daha doğrusu müstehabdır
Sahîh olan hadisler bunu kuvvetlendirmektedir. Yine bir özür geçici haller sebebi ile yapılan konuşmalarda da bir sakınca yoktur. Bütün bu anlattıklarımla ilgili hadisler meşhurdur, ben özet olarak bir kısmını göstereceğim ve çoklarına da işaret edeceğim:
978– Ebû Berze’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyete göre, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem yatsıdan önce uyumayı ve yatsıdan sonra da konuşmayı hoş görmezdi.[143]
Önceden anlattığınız işler için konuşmaya engel olmadığına dair hadisler çoktur. Onlardan bir kısmı:
979– İbn Ömer’in (radıyallahü anhüma) Sahîhayn’da şu hadisi vardır:
“Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem hayatının sonunda yatsı namazını kıldı. Selâm verince: Bu gecenizi size bildireyim mi? (Bu geceyi unutmayın). Bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse yüz senenin başında bakî kalmayacaktır, buyurdu.”[144]
980– Ebû Mûsa el-Eş’arî’nîn (radıyallahü anh) hadisi de bunlardandır:
“Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem gece yarısı oluncaya kadar namazı geciktirdi. Sonra Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem çıkıp insanlara namaz kıldırdı. Namazı tamamlayınca yanındakilere şöyle dedi: Olduğunuz gibi kalın, size öğreteyim. Şuna sevinin ki, şu saatte sizden başka insanlardan hiç kimsenin namaz kılmayışı, Allah’ın üzerinize olan nimetlerindendir.” Yahut şöyle dedi:
“Şu saatte sizden başkası namaz kılmamıştır.”[145]
981– Enes’in (radıyallahü anh) hadisi de bunlardandır:”
“Ashâb-ı Kiram (namaz için) Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’i beklediler. Sonra gecenin yarısına yakın bir zamanda onlara gelip kendilerine namaz kıldırdı, yatsı namazını onlara kıldırdı. Sonra bize konuşma yapıp: Dikkat edin! İnsanlar namaz kıldılar, sonra uyudular. Siz namaz kılmayı beklediğiniz müddet namazda bulundunuz, buyurdu.”[146]
982– İbn Abbâs’ın (radıyallahü anhüma) teyzesi Meymune’de kaldığı gece anlattığı hadis de bunlardandır. Şöyle demiştir:”
“Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem yatsı namazını kıldı. Sonra eve girip ailesi ile konuştu. Çocukcağız uyudu, sözünü söyledi. “[147]
Abdurrahmân ibn Ebi Bekir’in (radıyallahü anhüma) müsafirleri olayı ile ilgili hadisi de bunlardandır. Yatsı namazını kılıncaya kadar saklanmış sonra gelip onlarla konuşmuştur. Karısı ile ve oğlu ile konuşmuş ve konuşmaları da tekerrür etmişti. Bu iki hadis Sahîhayn’da vardır. Bunun benzerleri çoktur ve toplanmaları zordur. Bizim anlattıklarımız fazlası ile yeterlidir.
Sahîh ve Meşhur hadislerden dolayı yatsıya “Ateme” ve akşama da “İşa’ (yatsı)” demek mekruhtur.
983– Abdullah ibn Muğaffel el-Müzenî’den yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Akşam namazının ismini İşa’ olarak kullanmayınız.”[148]
Yatsıya “Ateme” adı verilmesine dair hadisler ise:
“Eğer insanlar sabah ve ateme (yatsı) namazlanndaki fazileti bilselerdi, bunlara emekliyerek olsa bile gelirlerdi.” Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem burada yatsı namazı yerine “Ateme” sözünü kullanmasının sebebi iki şekilde izah edilir:
Birincisi: Aslında yasak haram için olmayıp tenzihen olduğundan bir açıklama mahiyetinde yatsı (işa) yerinde Ateme sözü kullanılmıştır.
İkincisi: Eğer yatsı namazı İşa ile adlandırılırsa, akşam namazı ile karıştırılma gibi bir anlam olur korkusundan dolayıdır.
Sahîh olan mezhebe göre sabah vaktine “ğedat” adını vermekte bir kerahet yoktur. Ğedat sözünü kullanmaya dair Sahîh hadisler çoktur. Âlimlerimizden bazıları da bunun mekruh olduğunu anlatmışlardır; bu bir önem taşımaz. Akşam ve yatsı namazlarının her ikisine “îşaeyn” demekte bir sakınca yoktur. Yatsıya “İşa-il’âhireti” demekte de bir beis yoktur. El-Esmaî’den nakledilen: el-İşa’ul-Ahiretü denmez sözü, açık bir yanlışlıktır.
984– Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu Müslim’in Sahîh’inde sabit olmuştur:
“Hangi kadın koku sürünürse İşa-i ahire (yatsı) namazında bulunmasın.” Sahîhayn’da ve bunlardan başka kitablarda sahabelerden bu tür sözler sabit olmuştur. İşa-i âhire sözü kullanılmıştır. Ben Tezhibu’l-Esma ve’l-Lüğat kitabında bunları delilleri ile beraber açıkladım. Başarı Allah’dandır.
Sırrı açıklayıp yaymak da yasaklanan şeylerdendir. Bu konuda hadisler çoktur. Eğer bunda zarar ve eziyet vermek varsa haramdır.
985– Câbir’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Adam (senin yanında) bir söz konuşur da sonra giderse, o söz emanettir. “[149]
30. İnsanı İlgilendirmeyen İşlere Karışmaması:
Bir gerek olmaksızın adama karısını neden dolayı dövdüğünün sorulması mekruhtur. Bir ihtiyaç olmadığı hallerde sükut etmenin gereğine dair bu kitabın başında “Dili Korumak” bölümünde Sahîh hadisler rivâyet etmiştik. Şu sahîh hadisi de anlatmıştık:
“Kendine gereği olmayan şeyleri insanın terk etmesi, onun müslümanlığının güzelliğindendir.”
986– Ömer ibn’l-Hattâb’dan (radıyallahü anh) yapılan rivâyete göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Karısını neden dövdüğü kişiye sorulmaz.”[150]
31. Şiir Söylemek:
Şiire gelince, biz Ebû Ya’lâ el-Mevsılî’nin Müsned’inde güzel bir isnadla rivâyet ettik:
987– Hazret-i Âişe’den rivâyet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’e şiirden soruldu. O şöyle buyurdu:
“O (şiir) bir sözdür. Güzeli güzeldir; çirkini de çirkindir.”
Âlimler şöyle demiştir: Şiir, ölçü ve kafiyesi olmayan söz (nesir) gibidir. Fakat sadece ona bağlanmak ve onunla uğraşmak iyi değildir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in şiir dinlediğine dair Sahîh hadisler sabit olmuştur. Hassan ibn Sabit’e de kâfirleri (şiirleri ile) hicvetmesini emretmiştir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu da sabit olmuştur:
“Şiirlerin bazısında hikmet vardır.” Şöyle buyurduğu da sabittir:
“Sizden birinizin karnı şiir dolmaktansa, irin dolması daha hayırlıdır.” Bütün bunlar anlattığımız şekil üzere değerlendirilir.
32. Fasıl: Çirkin ve kötü sözler de yasaklanan şeylerdendir
Çirkin ve kötü sözler de yasaklanan şeylerdendir. Bu hususta Sahîh hadisler çoktur, maruftur. Fahiş kelâmın manası, çirkin olan işleri açık sözlerle ifade etmektir. İş Sahîh olsa ve konuşmacı da doğru konuşsa hüküm aynıdır. Cinsel ve benzeri sövüşmelerde bu sözler çok kullanılır. Bazı ifadelendirilmesi icab eden çirkin şeyleri, maksad anlaşılacak bir şekilde güzel kinaye tabirler kullanarak ifade etmek uygun olur. Kur’ân ve Sahîh olan mükerrem hadisler böyle ifadelerle gelmiştir, Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Oruç gecesine hanımlarınızla münasebet size helâl kılınmıştır.”[151]
“(Hanımlarınıza verdiğiniz malı geriye) nasıl alırsınız ki, birbirinizle münasebet kurmuşsunuz?”[152]
“Hanımlarınıza dokunmadan önce onları boşadmızsa,”[153] Bu konuda âyetler ve Sahîh hadisler çoktur.
Âlimler şöyle demiştir: Bu konuda ve buna benzer isimlerini açık olarak söylemekten utanılan yerlerde, anlaşılır kinaye sözler kullanmak uygundur. İfda, duhul, muaşeret, vika’ ve bunların benzeri kelimeler kullanılarak hanımla cinsî ilişki kasd edilir. Yine küçük ve büyük abdestler için de, kazâ-ı hacet, helâya çıkmak ifadeleri kullanılır. Büyük ve küçük pislikler ve benzeri sözler açıkça söylenmez. Kusur ve ayıp şeylerin anılması da böyledir. Bunlar da maksad anlaşılacak bir şekilde güzel sözlerle ifadelendirilir. Örnek olarak verdiklerimize diğer işler de ilâve edilir.
Bil ki, bütün bu anlattıklarımız, açık olarak isimlerinin söylenmesinde bir zaruret olmadığı zaman içindir. Fakat açıklanmada bir maksad ve bir şeyi öğretmek varsa yahut muhatab işin aksini anlayacak korkusu olursa, gerçek mana anlaşılsın diye işin adı söylenerek gerçek mana açıklanmış olur. Hadisi şeriflerde geçen açık ifadeler, işte bu maksad üzere gelmişlerdir. Anlattığımız gibi bir ihtiyaç üzerine kullanıldığı yorumu yapılır. Çünkü anlatma işini gerçekleştirmek, sadece edebi gözetmekten daha iyidir. Başarı Allah’dandır.
988– Abdullah ibn Mes’ûd’dan (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem buyurmuştur:
“Mü’min (neseblere) çok sövücü değildir, çok lanet okuyan değildir, kötü konuşan değildir, çirkin söyleyen değildir.”[154]
989– Enes’den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kötü söz kimde bulunursa, onu çirkinleştirir. Haya da kimde olursa, onu güzelleştirir.”[155]
33. Ana-babayı Azarlamanın Haramlığı:
Ana-babayı ve bunlara denk olanları azarlamak ağır bir şekilde haramdır. Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Rabbin kesinlikle emretmiştir ki, yalnız kendisine ibâdet ediniz. Anaya-babaya da iyilik ediniz. Onlardan biri yahut ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişirse, onlara öf deme, onları azarlama. Onlara iyi söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanatını indir ve şöyle söyle: Rabbim, beni küçük hâlimde büyüttükleri gibi, bunlara merhamet et.”[156]
990– Abdullah ibn Amr ibn’l-As’dan (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyete göre, Resülüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Kişinin ana-babasına sövmesi büyük günahlardandır. Dediler ki: Ey Allah’ın Resûlü! Adam hiç ana-babasına söver mi?
Evet, buyurdu. Kişi adamın babasına söver, o da (sövenin) babasına söver. Kişi adamın anasına söver adam da (sövenin) anasına söver.”[157]
991– İbn Ömer’den (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyetde şöyle demiştir:
“Nikâhım altında bir kadın vardı. Onu seviyordum. (Babam) Ömer ondan hoşlanmıyordu. Bana: onu boşa, dedi. Ben boşama işinden kaçındım. Ömer (radıyallahü anh) Peygambere gelip bunu ona anlattı. Bunun üzerine Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem (bana) şöyle dedi: O hanımı boşa.”[158] :
[93] Buhârî. Müslim.
[94] Ebû Dâvud
[95] Buhârî, Müslim.
[96] Müslim.
[97] Müslim. Ahmed b.Hanbel
[98] Ebû Dâvud.
[99] Buhârî. Müslim.
[100] Buhârî. Müslim.
[101] Yunus sûresi: 88
[102] Bakara sûresi: 195
[103] Bakara sûresi: 30
[104] Sâd sûresi: 26
[105] Fâtir sûresi: 39
[106] Buhârî. Müslim.
[107] Buhârî. Ebû Dâvud. Nesâî.
[108] Buhârî. Müslim.
[109] Müslim. Muvatta’. Ebû Dâvud.
[110] Ebû Dâvud. Hâkim. Beyhâki.
[111] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud.
[112] Tâha sûresi: 42
[113] Müslim.
[114] Ebû Dâvud.
[115] Buhârî. Müslim.
[116] Tevbe Süresi: 113.
[117] Buhârî. Müslim.
[118] Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî. (Tirmizî demiştir ki, bu Sahîh ve hasen hadistir.)
[119] Hadîd sûresi: 4
[120] Ebû Dâvud.
[121] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[122] Buhârî. Müslim. Muvatta’, Ebû Dâvud.
[123] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[124] Buhârî. Müslim. Muvatta’. Ebû Dâvud. Tirmizî. Nesâî, el-yevmü velleyletü.
[125] Buhârî. Müslim. Nesâî, el-yevmü velleyletü.
[126] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî. Nesâî.
[127] Ebû Dâvud.
[128] Müslim. Nesâî.
[129] Ebû Nuaym, el-Hilyetül-Evliyâ.
[130] Buhâri. Müslim.
[131] Maide: 2
[132] Kâf Süresi: 18
[133] Ebû Dâvud. Nesâî.
[134] Ebû Dâvud.
[135] Ebû Dâvud. Nesâî.
[136] Ankebüt Süresi: 46
[137] Nahl Süresi: 125
[138] Gafir Süresi: 4
[139] Tirmizî.
[140] Ebû Dâvud. Tirmizî. (Tirmizî demiştir ki, bu hasen hadistir.)
[141] Müslim. Ahmed b. Hanbel. Ebû Dâvud.
[142] Tirmizî.
[143] Ebû Dâvud. Tirmizî. Buhârî. Müslim.
[144] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[145] Buhârî. Müslim.
[146] Buhârî. Müslim. Nesâî.
[147] Buhârî. Müslim.
[148] Buhârî.
[149] Ebû Dâvud. Tirmizî. (Tirmizî demiştir ki, bu hasen hadistir.)
[150] Ebû Dâvud. Nesâî. İbn Mâce.
[151] Bakara Süresi: 187
[152] Nisa Süresi: 21
[153] Bakara Süresi: 238
[154] Tirmizî. (Tirmizî demiştir ki, bu hasen hadistir.)
[155] Tirmizî. İbn Mâce. (Tirmizî demiştir ki, bu hasen hadistir.)
[156] İsrâ sûresi: 23–24
[157] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[158] Ebû Dâvud. Tirmizî. (Tirmizî demiştir ki, bu hasen ve Sahîh hadistir.)
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız