Sual: Bazı modernist ilahiyatçılar “Mezhepler hicri 2. asırda meydana çıktı. Ashâb ve Tabiin, hangi mezhepte idi?” diyorlar. Bunlara nasıl cevap vermek lazım?
Cevap: Mezhep imamı demek, Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Ashâb-ı kiramdan işiterek toplayan, kitaba geçiren büyük âlim demektir. Açıkça bildirilmemiş olan bilgileri de, açık bildirilmiş olanlara benzeterek meydana çıkarmıştır. Hadika kitabı 318. sayfasında diyor ki; “Bilinen 4 imam zamanında, başka mezhep imamları da vardı. Bunların da mezhepleri vardı. Fakat, bunların mezheplerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı”.
Ashâb-ı kiramın her biri müctehid idi. Hepsi de, derin âlim, mezhep imamı idi. Her biri kendi mezhebinde idi. Hepsi de, mezhep imamlarımızdan daha üstün, daha çok bilgili idi. Mezhepleri daha doğru, daha kıymetli idi. Fakat, bunların kitapları olmadığı için, mezhepleri unutuldu. 4 mezhepten başkasına uymak imkanı kalmadı. Ashâb-ı kirâm hangi mezhepte idi demek, alay kumandanı, hangi bölüktendir? Yahut, fizik öğretmeni, okulun hangi sınıfı öğrencisidir demeye benzemektedir.
Hicretten 400 sene geçtikten sonra, mutlak ictihad yapabilecek kadar derin âlim kalmadığı, kitaplarda yazılıdır. Hadika kitabının 318. sayfasındaki hadis-i şerifte, yalancı, sapık din adamlarının çoğalacakları bildirilmektedir. Bunun için, Ehl-i sünnet olan her müslümanın, bilinen 4 mezhepten birini seçerek taklit etmesi lazımdır. Yani, bu mezhebin İlmihal kitabını okuyup öğrenmesi, imanını ve bütün işlerini buna uydurması lazımdır. Böylece, bu mezhebe girmiş olur. 4 mezhepten birini taklit etmeyen kimse, Ehl-i sünnet olamaz. Buna Mezhepsiz ve Zındık denir. Mezhepsiz kimse, ya 72 bozuk fırkadan birindedir. Yahut kâfir olmuştur. Böyle olduğu, Bahr’de, Hindiye’de ve Tahtavi’nin Zebayıh kısmında ve İbn-i Abidin’in Bagiler kısmında yazılıdır. El-besair kitabının 52. sayfasında ve Ahmed Savi tefsirinde, Kehf sûresinde de böyle yazılıdır.
Mîzanü’l-kübra kitabının önsözünde diyor ki “Unutulmuş olan mezheplerin ve bugün mevcut bulunan 4 mezhebin hepsi haktır, sahihtir. Birinin, başkası üzerine üstünlüğü yoktur. Çünkü, hepsi aynı din kaynağından alınmışlardır. Bütün mezheplerde, yapılması kolay işler [Ruhsat] bulunduğu gibi, yapılması güç [Azimet] olan işler de vardır. Azimet olan işi yapabilecek kimsenin, kolay işi yapmaya kalkışması, din ile oynamak olur. Azimeti yapmaktan âciz olan, özürlü olan kimsenin ruhsat olanı yapması caiz olur. Böyle kimsenin ruhsat olanı yapması, azimet yapmış gibi çok sevap olur. Âciz olmayanın, kendi mezhebindeki ruhsatları yapmaması, azimetleri yapması vâciptir. Hatta, kendi mezhebinde yalnız ruhsatı bulunan işin, başka mezhepte azimeti varsa, o azimeti yapması vâcip olur. Mezhep imamlarından birinin sözünü beğenmemekten veya kendi düşüncesini onun sözünden daha üstün sanmaktan, çok sakınmalıdır. Çünkü, başkalarının ilimleri, anlayışları, müctehidlerin, ilimleri ve anlayışları yanında, hiç gibi kalır”. Özrü olmayan kimseye kendi mezhebinde ruhsat ile amel caiz olmayınca, başka mezheplerdeki kolaylıkları araştırmanın, yani mezhepleri telfik etmenin hiç caiz olmadığı anlaşılmaktadır.
Dürrü’l-muhtar’ın önsözünde ve bunun Reddü’l-muhtar haşiyesinde diyor ki (Bir işi, ibadeti yaparken mezheplerin kolaylıklarını araştırıp, bunlara göre yapmak batıldır. Mesela abdestli kimsenin derisinden kan aksa, Şâfiî mezhebinde abdesti bozulmaz. Hanefide bozulur. Yabancı kadının derisine, derisi değse, Şâfiîde bozulur. Hanefi mezhebine göre bozulmaz. Abdest aldıktan sonra derisinden kan akan ve derisi yabancı kadının derisine değen bir kimsenin bu abdestle kıldığı namaz sahih olmaz. Bunun gibi, bir işi bir mezhebe göre yaparken, 2. bir mezhebe de uymak söz birliği ile batıldır. Şöyle ki Şâfiî mezhebine uyarak, başının az bir yerini mesheden kimseye köpek sürtünse, bu kimsenin Malikiyi de taklit ederek, burasını yıkamadan kıldığı namaz sahih olmaz. Çünkü Şâfiîde köpek sürtünenin namazı sahih olmaz. Malikide, köpek necis değil ise de, başının hepsini meshetmesi lazımdır. Yine bunun gibi, ikrah ile yani korkutularak yaptırılan talak, Hanefide sahih olur. Diğer 3 mezhepte sahih olmaz. Bu adamın, Şâfiî mezhebine uyarak, boşadığı kadın ile ve Hanefiyi taklit ederek, bu kadının kız kardeşi ile aynı zamanda evli olması caiz değildir. Çünkü, bir iş yaparken mezhepleri telfik etmek yani kolaylıklarını arayıp bunlara göre yapmak, söz birliği ile sahih değildir. 4 mezhepten, hiçbirine uymadan bir şey yapmak da caiz değildir).
Namaz vakitlerini anlatırken diyor ki “Sefer ve matar gibi özür olunca, öğle ve ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birlikte kılmak Şâfiîde caizdir. [Matar, yağmur demektir.] Hanefide caiz değildir. Bir hanefi, seferi iken, meşakkat olmadığı hâlde, öğleyi ikindi vaktinde kılsa haram olur. İkindiyi öğle vaktinde kılsa hiç sahih olmaz. Şâfiî mezhebinde ise, ikisi de sahih olur. Kendi mezhebine göre haraç, yani meşakkat olduğu zaman, kendi mezhebindeki ruhsatla amel etmesi caiz olur. Ruhsat ile de yapmakta meşakkat olursa, başka mezhebi taklit etmek caiz ise de, o mezhepte, o ibadet için farz ve vâcip olan şeyleri de yapması lazımdır.” Bir işi, bir ibadeti yaparken başka bir mezhebi taklit eden kimse, kendi mezhebinden çıkmış olmaz. Mezhep değiştirmiş olmaz. Yalnız o işi yaparken diğer mezhebin şartlarına riâyet etmesi lazımdır.
Reddü’l-muhtar’ın 2. cildi, 542. sayfasında buyuruyor ki “Bir Hanefi, abdest alırken niyet etmese, bu abdest ile öğleyi kılsa, caiz olur. İkindiden sonra Şâfiî olup ikindiyi kılsa, sahih olmaz. Niyet ederek tekrar abdest alması lazım olur”.
Taziri anlatırken diyor ki (Bir kimse, dini, ilmi lüzum olmadan dünya işleri için mezhebini değiştirse, dinini oyuncak yapmış olur. Cezalandırılması lazım olur. İmansız ölmesinden korkulur. Bir âyet-i kerimede meâlen, “Bilenlerden sorunuz!” buyuruldu. Bunun için, müctehide sormak, bir mezhebe uymak vâcip oldu. Bir mezhebi taklit etmek, yani bu mezhebe uymak, o mezhepte olduğunu söylemekle olur. Söylemeksizin, kalp ile niyet ederek de olur. Mezhebe uymak, mezhep imamının sözlerini okuyup, öğrenip yapmak demektir. Öğrenmeden, bilmeden, ben Hanefiyim, ben Şâfiîyim demekle, o mezhebe girmiş olmaz. Böyle olanlar, hocalara sorarak, ilmihal kitaplarından öğrenerek ibadet yapmalıdır).
Şahitliği anlatırken diyor ki “Mezhebe ehemmiyet vermeyerek veya kolayına geleni yapmak için mezhep değiştirenin [ve mezhepleri birleştirenin, kolaylıklarını seçip toplayanların] şahitliği kabul olmaz”.
İbni Abidin önsözünde diyor ki “Halife Harun Reşid, imam-ı Malik’e dedi ki İslam memleketlerinin her tarafına senin kitaplarını yaymak ve herkesin yalnız bu kitaplara uymalarını emretmek istiyorum. İmam-ı Mâlik buyurdu ki ya Halife, böyle yapma! Âlimlerin mezheplere ayrılması, Allahü teâlânın bu ümmete olan rahmetlerinden biridir. Herkes, dilediği mezhebe uyar. Mezheplerin hepsi, doğrudur”.
Mümin ve Müslim ve Müslüman demek, Allahü teâlâ tarafından, Muhammed aleyhisselâm vasıtası ile insanlara bildirilmiş ve İslam memleketlerine yayılmış din bilgilerine inanan, kabul eden kimse demektir. Bu bilgiler Kur’ân-ı Kerîmde ve binlerce hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Bu bilgileri, Ashâb-ı kirâm Peygamberimizden işitmiş, Selef-i salihin de, yani Ashâb-ı kiramdan sonra, 2. ve 3. asırlarda gelen İslam âlimleri de, Ashâb-ı kiramdan işiterek veya bu işitenlerden işiterek kitaplarına yazmışlardır. Sonra gelen İslam âlimleri, Selef-i salihinin kitaplarındaki bilgileri başka başka açıklamışlar, birbirlerinden ayrılmışlar, manaları açık bildirilmemiş, inanılması lazım bilgilerde, 73 ayrı fırka meydana gelmiştir. Bunlardan yalnız bir fırkası, bu açıklamaları yaparken, kendi düşüncelerini, görüşlerini karıştırmamış, bir değişiklik ve ekleme yapmamışlardır. Bu doğru imanlı fırkaya Ehl-i sünnet veya Sünni denir. Şüpheli âyetleri ve hadisleri yanlış tevil ederek itikadı bozulan 72 fırkaya Bidat veya Dalalet fırkaları yahut mezhepsiz denir. Bunlar da müslümandır. Fakat sapık yoldadırlar.
Manaları açık bildirilmiş olan, inanılacak şeylerde, Kur’ân-ı Kerîme ve hadis-i şeriflere yalnız kendi akıl ve görüşleri ile mânâ vererek, imanı bozulan, kâfir olan kimseye Mülhid denir. Mülhid kendini samimi müslüman ve Muhammed aleyhisselâmın ümmeti bilir. Münafık ise müslüman görünür. Fakat başka dindendir. Zındık, dinsizdir. Hiçbir dine inanmaz. Müslümanları dinsiz, ateist yapmak için, müslüman görünür. Dinde reform yapmak, İslamiyeti değiştirerek, bozarak yok etmek çabasındadır, İslam düşmanıdır. Çok zararlıdır. Masonlar ve ingiliz casusları böyledir.
Müslüman olmak için, inanılması lazım gelen bilgiler, yalnız inanılacak altı şey değildir. Meşhur olan Farzların yapılmasının lazım olduğuna ve Haramları yapmamak, bunlardan sakınmak lazım olduğuna inanmak da, müslüman olmak için lazımdır. Farzları yapmanın ve haramlardan sakınmanın 1. vazife olduğunu kabul etmeyen kimsenin imanı gider. Mürted olur. Kabul edip de, nefsine ve fenâ arkadaşlara uyarak farzlardan bir veya birkaçını yapmayan yahut bir veya birkaç haram işleyen kimse, müslümandır. Fakat, kusurlu, kabahatli müslümandır. Böyle müslümana, fasık denir. Farzları yapmaya ve haramlardan sakınmaya ibadet yapmak denir. İbadet yapmaya çalışan ve ibadette kusuru olunca, hemen tövbe eden müslümana salih denir.
Şimdi, hür memleketlerde oturup da, iman edilecek 6 şeyi ve meşhur olan farzları ve haramları bilmemek özür değildir. Öğrenmemek büyük günahtır. Kısa olarak öğrenmek ve çocuklarına öğretmek lazımdır. Ehemmiyet vermediği için öğrenmezse, kâfir olur. Yalnız (Eşhedü en lâilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh) diyen ve mânâsını bilip inanan bir kâfir, o anda müslüman olur ise de, sonra yavaş yavaş, iman edilecek altı şeyi ve her müslüman için farz ve haram olan meşhur bilgileri öğrenmesi ve bilenlerin, yani müslümanların buna öğretmeleri lazımdır. Öğrenmezse müslümanlıktan çıkar. Mürted olur. Bunları, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı doğru ilmihal kitaplarından öğrenmesi lazımdır. Ehl-i sünnet bilgilerinden haberi olmayan profesörlerin konferanslarına ve kitaplarına aldanmamalıdır.
Tavsiye Yazı –> Ulul Emr Kimlerdir?