Bu mektub Muhammed Masum Faruki hazretlerinin Mektubat’ının 1. cild 22. mektubudur.
Allahü teâlâ, size İslamiyetin doğru yolunda ilerlemek nasip eylesin! Kıyamet yaklaştı. Küfür, bidat ve günah zulmetleri her tarafı kapladı. Herkes, bu zulmetlerin fırtınalarına yakalanıyor. Böyle bir zamanda, bir sünneti ortaya çıkaracak, bidatları yok edecek bir kahraman arıyoruz. Peygamberimizin sünnetlerinin ışıkları olmadan, doğru yol bulunamaz. Resûlullaha tabi olmadan, kurtuluş olamaz. Tasavvuf yolunda ilerleyerek, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, Allahü teâlânın Habîbine tabi olmak lazımdır. “Allahü teâlâyı seviyorsanız, bana tabi olunuz! Allahü teâlâ, bana tabi olanları sever” mealindeki Âli-i İmrân sûresi 31. âyet-i kerimesi, bu sözümüzün şahitidir. İnsanın saadete kavuşması için, adetlerinde, ibadetlerinde, kısacası her işinde din ve dünya büyüklerinin reisine benzemesi lazımdır. Bu dünyada, herkesin, sevdiğine benzeyenleri çok sevdiğini görüyoruz. Sevgilinin sevdikleri sevilir. Düşmanları sevilmez. Beden ile ve kalp ile erişilebilecek bütün kemaller, yüksek dereceler, Resûlullahı sevmeye bağlıdır. İnsanın kemali, bu terazi ile ölçülür. Bunun için, taatların, ibadetlerin en kıymetlisi, Allahü teâlânın Evliyasını, Dostlarını sevmek ve Düşmanlarını sevmemektir. Çünkü, Allahü teâlâyı sevmenin en büyük alâmeti budur. Dostun sevdiklerini sevmek, düşmanlarını sevmemek, insanda kendiliğinden hâsıl olur.
Seven kimse, bu hususta deli gibidir. (Bir kimseye deli denilmedikçe, imanı kamil olmaz) buyuruldu. Böyle olmayan kimsenin muhabbetten nasibi olmaz. Bu işte, (Uzak olmadıkça, yakınlık olamaz) sözüne uymak lazımdır. Bir takım cahiller, hazret-i Aliyi sevenin, Ashâb-ı kiramın büyüklerini sevmemesi lazımdır diyorlar. Bu sözleri doğru değildir. Çünkü, birini sevenin, onun düşmanlarını sevmemesi lazımdır. Dostlarını değil. Allahü teâlâ, Feth sûresi 29. âyetinde, Ashâb-ı kirâm için, meâlen, “Birbirlerine çok merhametlidirler” buyurdu. Birbirlerine (rahim) olduklarını bildirdi. Bu âyet-i kerime, Ashâb-ı kiramın, birbirlerine çok ve devamlı merhametli olduklarını gösteriyor. Merhamete uymayan, buğz, kin, hased ve adavetin, aralarında hiç bulunmadığını haber veriyor. Hadis-i şerifte, “Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekr’dir” buyuruldu. Merhameti en çok olanın, bu ümmete kin ve adavet etmesi hiç düşünülebilir mi?
Allahü teâlâ, Musa aleyhisselâma “Benim için, bir amel yaptın mı?” dedi. Ya Rabbi! Senin için namaz kıldım. Oruç tuttum. Zekat verdim. İsmini zikir ettim dedi. Allahü teâlâ, “Namazın sana burhandır [Mümin olduğuna alâmettir]. Oruç [seni Cehennem ateşinden koruyan] perdedir. Zekat, zıldır. Zikir, nurdur. Benim için ne yaptın?” buyurdu. Ya Rabbi! Senin için olan amel nedir dedi. Allahü teâlâ, “Sevdiklerimi sevdin mi? Düşmanlarıma düşman oldun mu?” buyurdu. Musa aleyhisselâm, Allahü teâlânın en çok sevdiği amelin, (Hubb-i fillah ve Bugd-ı fillah) olduğunu anladı.
Herhangi bir Velî zuhur ve imdad ederse, onu kendi üstadından bilmelidir. Teveccüh bir yere olmalıdır.
Davet edilen ziyafete gitmek sünnettir. Fakat, bunun şartları vardır. Mesela, taam riya ve şöhret için olmamalı. Helal maldan olmalı. Lehv [çalgı] ve lub [oyun, kadın] bulunmamalı ve davet umuma şamil olmamalıdır. Bu şartlara uygun olan davete, sünnet olduğunu düşünerek gitmeli, karın doyurmayı ve başka şeyleri düşünmemelidir. Süfyan-ı Sevri buyuruyor ki (Bir kimse, Allah rızası için, niyet etmeden yemeye davet ederse, buna bir günah yazılır. Niyet etmeden gidene, iki günah yazılır). Şartlardan biri noksan olan ziyafete gitmek sünnet değildir.
Ciğerpare oğlunuzun vefat ettiğini yazıyorsunuz. (İnna lillah ve inna ileyhi raciun). Hak teâlâ, nimel-bedel ihsan eylesin! Kaza-i ilâhiye sabır ve rıza sevâbı versin! Hakiki zarar, sevaptan, mahrum kalmaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki “Mümine gelen kazaya şaşılır. Hayır gelince, hamd ve şükür eder. Musibet gelirse, hamd ve sabreder. Mümine her şey için, hatta zevcesinin ağzına bir lokma uzatmasına da, sevap verilir.”
Tavsiye Yazı –> Yüksek Mertebeleri Erişme