Abdullah-i Dehlevî hazretlerinin “kuddise sirruh” ilhâmları ve keşfleri:
Buyurdu ki: Bir gün Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hasretinden dolayı kendimden geçip, üzerime toprak serptim. Dîn-i islâmda hoş bir iş olmayan bu davranışımdan dolayı bir de zulmet peydâ oldu. Şehîd Mazher-i Cân-ı Cânân hazretlerinin seçkin talebelerinden olan Mîr Rûhullah’ı rüyâmda gördüm. Bana dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” oturmuşlar seni bekliyor. Büyük bir şevkle huzûrlarına koştum. Beni kucakladılar. Abdullâh-ı Dehlevî hazretleri bunu söylerken kollarını açıp, kucaklar gibi yaparak anlattı. Sonra şöyle anlattı. Sonra Seyyid Emîr Gilâl’in “rahmetullahi aleyh” şeklini aldılar.
Buyurdu ki: Birgün yatsı namâzını kıldıktan sonra uyumuştum. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” teşrîf edip, beni uyumaktan men edip, sakındırdı.
Buyurdu ki: Bir defasında Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” rüyâmda gördüm. Yâ Resûlallah (Beni rüyâsında gören gerçekten görmüştür) sözü sizin hadîs-i şerîfiniz mi, diye sordum. Evet, buyurdu. Devâmlı tesbîh ve tahmîd okuyarak, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mübârek rûhuna gönderirdim. Bir defasında okumamıştım. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Tirmizînin şemâilinde tarîf etdiği şemâili ile teşrîf ederek, beni uyardı, okumamışsın, buyurdu. Bir defasında beni Cehennem ateşi korkusu sardı. Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Buyurdu ki: Her kimin bize muhabbeti varsa, o Cehenneme gitmeyecektir. Bir defasında Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Senin ismin Abdullah ve Abdulmuheymin, buyurdu. Bir defasında gördüm ki, yüzüm Sultânü’l-meşâyıh Nizâmeddîn Evliyânın mübârek yüzüne çok benziyordu. Bir defasında şöyle gördüm, bir şahıs, Nizâmeddîn Evliyâ hazretlerinin gömleğini getirip, o senin pîrindir, dedi. Ben dedim ki: Benim pîrim Mirzâ Cân-ı Cânândır “rahmetullahi aleyh” dedim. Bir kaç defa o sözümü tekrâr edip, sonunda o Sultânü’l-meşâyıh senin sohbet pîrindir, dedi. Bir defasında hazret-i Müceddid teşrîf ederek sen benim halîfemsin, buyurdu. Bir defasında da hazret-i Hâce Nakşibend teşrîf buyurarak gömleğimin altına girdi, buyurdu. Bir gün büyük bir zât gelip, yanıma oturdu. İsmini sordum. Behâeddîn, dedi. Bir defasında bir şahıs bir hil’at getirerek Gavsü’l-A’zam bunu sana ihsan etti, dedi. Mevlânâ Hâlid “kuddise sirruh” bu hil’at-i kutbiyyetdir, diye arz etdi. Bunun üzerine tevâzusundan o makâmın adını dilime alamam, buyurdu.
Birgün hazret-i Bâkîbillâhın mezârına giderek, teveccüh etmelerini arz ettim. Mezârdan çıkarak teveccüh buyurdu. O sırada öğle vakti (çok sıcak) idi. Çabuk kalktım. Niçin kalktım diye hâlâ hasretini çekerim. O teveccühün keyfiyyeti beyân edilemez. Bir gün Hâce Kutbuddînin mezârına gittim. Allah için bir şey ihsân ediniz, dedim. Bunun üzerine ağzına kadar su dolu bir havuz gördüm. Su, havuzun kenârlarından taşıyordu. Kalbime şöyle ilka oldu. Senin sînen müceddidiyye nisbetiyle bu havuz gibi doludur. Başka nisbete yer yok. Yine bir defasında Sultânü’l-Meşâyıhın (Nizâmeddîn Evliyâ hazretlerinin) mezârına giderek, teveccühde bulunmasını arz etdim. Sizde kemâlât-ı Ahmediyye hâsıl olmuşdur, buyurdu. Kendi nisbetlerini de ihsân etmesini arz etdim. Teveccüh buyurdu. Onun yüzünü kendim, kendimi de onun yüzü şeklinde gördüm. Son derece haz, pay aldım. Bir defasında Hâce Muhammed Zübeyr’in “rahmetullahi aleyh” vefât yıldönümü gününde bulundum. Teşrif edip, çok ibâdet ediniz. Bu yolda çok kulluk etmek gerekir, tâ ki tasarrufdan bir kapı açılsın, buyurdu. Sizin mertebeniz nasıl hâsıl oldu diye arz etdim. Çok ibâdet etmekle, buyurdu.
Bir gün bulunduğum yeri güzel bir koku sardı. Bakdım ki, üst tarafımda güzel kokular saçan nûrlu bir rûh göründü. Çevresini güneş gibi aydınlatıyordu. Bu kimdir diye hayrân kaldım. Sonra hâtırımdan Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek rûhu mu, yâhud da Gavsü’l-a’zamın “radıyallahü anh” rûhu mu dur diye geçti. Bir gün böyle güzel bir hâl yine hâsıl oldu. Dergâhda bulunanlar arasında bir niza çıkmıştı. Hazret-i Müceddidin “radıyallahü anh” rûhâniyyeti gelip, buyurdu ki: Her kim niza yaparsa, onu dergâhtan çıkarınız. Bir gün Seyyidetün-nisâ “radıyallahü anhâ” bulunduğum yere gelip, ben senin için dirildim ve geldim buyurdu. Bir gün şüpheli bir yemek yemiştim. Hazret-i şehîd Mazher-i Cân-ı Cânân’ı gördüm. Beni kusturdu ve her yemeği yememek gerekir, buyurdu. Bir defasında bana kayyûmiyyet makâmı sana ihsân edildi diye ilhâm olundu. Bir gün de senden yeni bir tarîkat hâsıl oldu diye ilhâm edildi. Bir gün bulunduğum mekânı genişletmeyi düşündüm. Senin ehl-i ıyâlin yok, ne lüzûmu var diye ilhâm olundu. Bir defasında komşumun yerini almak istedim, niçin komşuna zorluk çıkarıyorsun diye ilhâm olundu. Bir defasında Haremeyni şerîfeyni ziyâret için hâzırlandım. Senin burada kalman dahâ iyidir diye ilhâm olundu. Bir gün, ey Şeyh Abdülkâdir Geylânî, Allah için bir şey ihsân et, dedim. Yâ Erhamerrâhimîn bir şey ihsân et de diye ilhâm olundu. Bir günde şöyle ilhâm olundu: Hazret-i Sultânü’l-Meşâyıh kendi halîfelerini Dekken’e gönderdi. Sizi de Kâbil ve Buharâ’ya. Ses ve lahnden müberra’ olan kelâm-ı Rabbânîyi üç def’a işitdim. Bir defa medresede, iki defa da şu ânda ikâmet etdiğim mekânda, yanî dergâh-ı şerîfte işittim. Bir gece, yâ Resûlallah diye seslendim. Söyle ey sâlih kul buyurdu.
[Bu yazı Hüvelgani Risalesi‘nden alınmıştır]