Sual: Dinimizin bazı hükümlerine aklımız ermiyor. Böyle mevzularda nasıl hareket etmeliyiz?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubat’ının 1. cildinin 266. mektubunda buyuruyor ki “Peygamberlik makâmı, aklın üstündedir. Peygamberlerin doğru sözlerini, akla uydurmağa çalışmak, Peygamberliğe inanmamak, güvenmemek olur. Âhiret işlerinde, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, akla danışmadan tâbi olmak, uymak lâzımdır. Peygamberlik makâmı, aklın hudûdunun, çerçevesinin dışında, üstündedir. Akıl, eremediği şeyleri, kendine uymuyor sanır. Akıl, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” uymadıkca, yüksek derecelere çıkamaz, eremez. Uygun olmamak, yanî muhâlif olmak başkadır, erememek, anlayamamak başkadır. Çünki uymamak, ancak anladıktan sonra olabilir.”
İmam Gazali hazretlerinin El-münkız mine’d-dalal kitabında diyor ki: Akıl ile anlaşılan şeyler, his uzuvları ile anlaşılanların üstünde olduğu ve bunların yanlışını çıkardığı gibi, yani his uzuvlarımız, akıl ile anlaşılan şeyleri anlayamayacağı gibi, akıl da, Peygamberlik makâmında anlaşılan şeyleri kavramaktan acizdir. İnanmaktan başka çaresi yoktur. Akıl, anlayamadığı şeyleri nasıl ölçebilir. Bunların doğru ve yanlış olduğuna nasıl karar verebilir?
Nakil yolu ile anlaşılan, yani Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” söyledikleri şeyleri, akıl ile araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden, yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at, kamçılanırsa, çabalaya çabalaya, ya yıkılıp canı çıkar. Yahut, alışmış olduğu düz yola kavuşmak için sağa, sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harab olur. Akıl da, yürüyemediği, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, ya yıkılıp, insan aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak, yanılır, aldanır ve herkesi aldatır. Akıl, his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan, bir miyardır, bir alettir. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara eremeyeceğinden, şaşırıp kalır. O hâlde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla danışmaksızın inanmaktan başka çare yoktur. Görülüyor ki Peygamberlere “aleyhimüssalâtü vesselâm” tâbi olmak, aklın gösterdiği bir lüzumdur ve aklın istediği ve beğendiği bir yoldur. Peygamberlerin, aklın dışında ve üstünde bulunan sözlerini, akla danışmaya kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Gecenin koyu karanlığında bilinmeyen yerlerde, pervasızca yürümeye ve engin denizde, acemi kaptanın, pusulasız yol almasına benzer ki her ân uçuruma, girdaba düşebilirler. Nitekim, felsefeciler ve tecrübeleri hayalleri ile izaha kalkışan maddeciler, akılları dışında bulunan sözlerinin çoğunda yanılmış, bir yandan birçok hakikatleri meydana çıkarırken, bir taraftan da, insanların saadet-i ebediyyeye kavuşmalarına mâni olmuşlardır. Tecrübelerin dışına taşmayan akıl sahipleri, bu acıklı hâli, her zaman görmüş ve bildirmiştir. Misalleri çoktur. Felsefecilerin üstadlarından olan Aristo için meşhur Alman kimyâgeri profesör Fritz Arndt’ın da, İstanbul’da çıkan, Türkçe (Tecribi kimyâ) kitabındaki “Fen ve ilim terakkîsinin, hemen hemen 1500 sene içinde durmuş olması, kısmen Aristo felsefesinin kabahatidir” yazısı, bu doğru sözlerden biridir.
Din-i İslamda aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibâdet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ, haşa Peygamberleri boş yere ve lüzumsuz göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki Allahü teâlâ, her asırda, dünyanın her tarafına, Peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, Peygamber olarak, Muhammed aleyhisselâmı göndermiştir. Bütün Peygamberler, akıl ile bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emir ve teşvik buyurmuş, kendileri dünya işlerinden her birinin, insanları ebedî saadete ve felakete nasıl sürükleyebileceklerini anlatmış ve Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmişlerdir. O hâlde, insaf etmeli ki Allahü teâlânın sonsuz kudretinin inceliklerini meydana çıkaran, bugünkü teknik bilgilerden ve tecrübelerden haberi olmayan ve İslam büyüklerinin kitaplarını okuyup anlamak şöyle dursun, bunların isimlerini bile işitmemiş olduğu, sözlerinden anlaşılan, bir câhilin, filozof maskesi, profesör etiketi, gazete yazarı perdesi altında çalışan bir kâfirin, tam olmayan aklı ile ortaya attığı bir düşünce, nasıl olur da, Allah’ın Peygamberinin “sallallâhü aleyhi ve sellem” sözlerinden üstün tutulur? Peygamberimizin kitaplarımızda yazılı ilim, sıhhat, fen, ahlak, hak, adalet ve bütün saadet kollarını kavrayan ve 1400 seneden beri dünyanın her tarafında gelmiş, ilim, tecrübe ve akıl sahiplerini hürmet ve hayranlıkta bırakan ve hiç birisinde kimse tarafından bir kusur ve hata bulunmamış olan, emirleri ve sözleri, bir câhil sözü ile nasıl lekelenebilir? Bundan daha büyük bedbahtlık ve zavallılık olabilir mi? Tam akıl, şaşmayan, yanılmayan akıldır. Etrafa düşünceler savuran bu câhil, değil aklın erişemeyeceği şeylerde, belki kendi günlük işlerinde, hiç yanılmadığını iddia edebilir mi? Böyle bir iddiaya, kimse inanır mı? Değil bir insan, bugün en akıllı tanınan hıristiyanların, kendi aralarında, en akıllıları olarak, seçtikleri meb’usları, bütün akılları ile bütün ilimleri ile başbaşa vererek, yaptıkları kanunları, az zaman sonra, yine kendileri beğenmeyip değiştiriyor. Yeryüzünde hiç bozulmayan ve değiştirilemeyecek bir şey vardır ki o da Allahü teâlânın Kurân-ı Kerîmi ve Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” hadis-i şerifleri, yani mübarek sözleridir.
Ahkâm-ı İslamiyyeyi iyice kavramış ve bugünkü medeniyetin temelini teşkil eden, fen kollarının tarihçesini incelemiş bir fen adamı, pek açık olarak görür ki tarih boyunca hiçbir zamanda, hiçbir teknik başarı, hiçbir fenni hakikat, İslamiyete karşı durmamış, dâima ona uygun bulunmuştur. Nasıl uygun olmasın ki tabiatı incelemek ve madde ile kuvvet üzerinde çalışmak ve fen bilgilerinde akla güvenmek, İslamiyetin emrettiği şeydir. Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmin birçok yerlerinde, “Sizden evvel gelip geçenlerin hayatlarını, gittikleri yolları ve başlarına gelenleri, gözden geçirip, onlardan ders alınız. Yerleri, gökleri, canlıları, cansızları ve kendinizi inceliyiniz! Gördüklerinizin içini, özünü araştırınız. Bütün bunlarda yerleştirmiş olduğum kuvvetimi, kudretimi, büyüklüğümü ve hakimiyetimi bulunuz, görünüz, anlayınız!” mealinde emirler buyurmaktadır.
İmanın 6 şartından birincisi, Allahü teâlânın var olduğuna inanmaktır. Fen bilgisi olan akıllı bir kimse, bunu düşünerek kolayca anlayabilir. İmanın diğer şartları ve bütün ibâdetler, bundan sonra öğrenilir. Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmin birçok yerinde, kâfirleri, neden akıllarını kullanmadıkları için ve neden yerleri, gökleri ve kendilerini inceliyerek düşünmedikleri ve böylece imana kavuşmadıkları için, azarlamakta ve aşağılamaktadır. Mârifetname’de diyor ki “Büyük İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani, aklı olan, iyi düşünen bir kimse için, astronomi ilmi, Allahü teâlânın varlığını anlamaya, çok yardım eder diyor. İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini anlayamaz”.
Sual: Hristiyanlar önceleri dinlerine körü körüne bağlı iken daha sonra rasyonalizm (akılcılık) ile pekçok şeyi sorgulamaya başladılar. Dinlerindeki pekçok hurafeyi ve skolastik düşünceyi terkettiler. Bu sayede maddi olarak ilerlediler? İslamiyet için de aynı şey cari olmaz mı?
Cevap: Evet, Hristiyanlığın tarihine bakacak olursak, Îsâ aleyhisselâmın hak olan dini, az zaman sonra düşmanları tarafından sinsice değiştirilmişti. Bolüs adındaki bir yahudi, İsa’ya inandığını söyleyerek ve İseviliği yaymaya çalışıyor görünerek, gökten inen İncili yok etti. 4 kişi ortaya çıkıp, 12 Havariden işittiklerini yazarak, İncil adında 4 kitap meydana geldi ise de, Bolüs’ün yalanları, bunlara da karıştı. Barnabas [Barnabée] adındaki bir Havari, Îsâ aleyhisselâmdan işittiklerini ve gördüklerini doğru olarak yazdı ise de, bu Barnabas İncili de yok edildi. Uydurma İnciller zamanla çoğalarak, her yerde başka bir İncil okunur oldu. Büyük Kostantin putperest iken, nasraniyeti kabul etmiş ve İstanbul şehrini büyültüp imar etmiş ve Kostantiniyye ismini vermişti. Bütün İncillerin birleştirilmesini emretmiş, miladın 325. senesinde, İznik’te 319 papazı toplayıp, yazdırdığı yeni İncile eski dini olan putperestlikten de birçok şey sokturmuştu. Noel gecesinin yılbaşı olmasını da kabul etmiş, yeni bir hıristiyanlık dini kurulmuştu. Îsâ aleyhisselâmın İncilinde ve Barnabas’ın yazdığı İncilde Allah’ın bir olduğu bildirilmişti. Eflatunun ortaya attığı teslis [Trinite] fikri, ilk yazılan 4 bozuk İncilde yer almıştı. Kostantin, bu teslis fikrini de yeni İncile koydurdu. Aryüs ismindeki bir papaz, bu yeni İncilin yanlış olduğunu, Allah’ın bir olup Îsâ aleyhisselâmın, Onun oğlu değil, kulu olduğunu söyledi ise de, bunu dinlemediler, hatta aforoz ettiler. Aryüs Mısır’a kaçtı ve orada tevhidi neşretti ise de, öldürüldü.
Kostantin’den sonra gelen krallar, Aryüs’ün mezhebi ile yeni hıristiyanlık arasında şaşkın oldu. İstanbul’da 2. ve sonra 4. , daha sonra, İzmir ile Aydın arasında bulunan Efes [Ephesus]de 4. ve Kadıköy’de 5. ve İstanbul’da 6. meclisler kurulup, yeni yeni İnciller meydana çıktı. Nihâyet, Alman papazı, Luther Martin ve Calvin [Kalven] 931 [m. 1524] senesinde son değişiklikleri yaptı. Bu yeni İncile inanan hıristiyanlara (Protestan) denildi. Böylece, hıristiyanlık dini, akıl ve hakikat dışında, acayip bir şekil aldı. Avrupa’da hıristiyanlığa karşı, yerinde olarak yapılmış olan hücumlar, İslamiyete karşı nasıl tevcih olunabilir?
Ahirette azaplardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaya bağlıdır. Onun gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tâbi olan, Allahü teâlâya sâdık kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan 124 bin civarında Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi olmayı istemiştir. Mûsâ “aleyhisselâm” Onun zamanında bulunsaydı, O büyüklüğü ile beraber, Ona tâbi olmayı severdi. Îsâ aleyhisselâmın gökten inip, Onun dini yolunda yürüyeceğini herkes bilir. Onun ümmeti olan müslümanlar, Ona tâbi oldukları için, bütün insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu ve Cennete herkesten önce gireceklerdir.
Tavsiye Yazı —> İslamiyette felsefe var mıdır?