Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Efendi’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” bir mektubudur.
Sûfiyye-i aliyyenin büyüklerinden, şeyh Ebül-Hasan-ı Şazili’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” talebesi, şeyh Ebül-Abbas Mürsi’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” yetiştirdiği Evliyânın en yükseği olan İmâm-ı Busayri “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazmış olduğu Kaside-i Hemziye’de, Peygamberimizi “sallallâhü aleyhi ve sellem” methederken, “O en iyi insanın, anaları, babaları da, hep iyi idi. Allahü teâlâ, mahlukları arasında, Onun için en iyi anaları, babaları seçti” demektedir.
Çeşitli İslam dillerinde yazılmış mevlütlerin hepsinde, Peygamberimizin ana ve babasının tertemiz oldukları yazılıdır. Mesela, vatanımızın her köşesinde, her zaman seve seve okunan Süleyman Çelebi’nin mevlidinde şöyle yazılıdır:
Mustafa nurunu, alnında kodu,
Bil Habîbim nurudur, bu nur dedi.
Kıldı ol nur, ânın alnında karar,
Kaldı ânın ile nice ruzigar.
Sonra Havva alnına, nakletti bil,
Durdu ânda dahi nice ay ve yıl.
Şis doğdu, ona nakletti nur,
Ânın alnında, tecellî kıldı nur.
İrdi İbrahim ve İsmaile hem,
Söz uzanır, ger kalanın der isem.
İşbu resm ile müselsel, muttasıl,
Ta olunca Mustafaya müntekıl.
Geldi çün ol rahmeten lil âlemin,
Vardı nur, ânda karar kıldı hemin.
Peygamberimizin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ve bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” babalarının ve analarının hiçbiri kâfir değil, aşağı kimseler değildi. Bunu ispat eden âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden bâzıları şunlardır:
1) Kurân-ı Kerîmden sonra en kıymetli, en doğru kitap olan Buhârî-i Şerif’deki bir hadis-i şerifte, Peygamberimiz buyurdu ki: “Her asırda, her zamanda yaşıyan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyaya getirildim”.
2) Binlerle hadis kitaplarından ikinciliği kazanmış olan, İmâm-ı Müslim’in “rahmetullahi teâlâ aleyh” kitabındaki hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ, İsmail “aleyhisselâm” evladından, Kinane ismindeki kimseyi ve onun sülalesinden, Kureyş ismindeki zâtı beğendi, seçti. Kureyş evladından da, Haşim oğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti” buyurdu.
3) Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ, insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücuda getirdi. Sonra, bu kısımlarından en iyisini Arabistan’da yetiştirdi. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonra evlerden, ailelerden en iyilerini seçip, beni bunlardan meydana getirdi. O hâlde, benim ruhum ve cesedim, mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım en iyi insanlardır” buyurulmuştur.
4) Kıymetli hadis âlimlerinden Taberani’nin kitabındaki bir hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ, her şeyi yoktan var etti. Her şey içinden insanları sevdi, kıymetlendirdi. İnsanlar içinden de seçtiklerini Arabistanda yerleştirdi. Arabistandaki seçilmişler arasından da, beni seçti. Beni, her zamandaki insanların seçilmişlerinde, en iyilerinde bulundurdu. O hâlde, Arabistanda bana bağlı olanları sevenler, benim için severler. Onlara düşmanlık edenler, bana düşmanlık etmiş olurlar” buyurulmuştur. Bu hadis-i şerif, Mevahib-i Ledünniye’nin başında da yazılıdır.
5) Mevahib-i Ledünniye’de ve Zerkani’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” şerhinde diyor ki; Abdullah bin Abbas’ın “radıyallâhu anhüma” bildirdiği hadis-i şerifte, (Benim dedelerimin hiçbiri zina yapmadı. Allahü teâlâ, beni, tayyip, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin 2 oğlu olsaydı, ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu. İslamiyetten önce Arabistan’da zina çok olurdu. Bir kadın, bir kimse ile nice zaman metres olarak yaşar, sonra evlenirdi. [Kâfirler, şimdi de böyle yapıyorlar.] Âdem aleyhisselâm, öleceği zaman, oğlu Şit aleyhisselâma dedi ki: “Yavrum! Bu alnında parlayan nur, son Peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nurudur. Bu nuru, mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyet et!”.
Muhammed aleyhisselâma gelinceye kadar, bütün babalar, oğullarına böyle vasiyet etti. Hepsi, bu vasiyeti yerine getirip, en asil, en kibar kız ile evlendi. Nur, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek, sâhibine yetişti). Allahü teâlâ, Tevbe sûresinde, kâfirlerin necis, pis olduğunu bildiriyor. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimiz, bütün dedelerinin temiz olduğunu bildirdiğine göre, kâfir olan, pis olan Azer’in, bu nura kavuşmaması, bunun için de İbrahim aleyhisselâmın babası olmaması lazım gelir. Azer, İbrahim aleyhisselâmın babasıdır demek, yukarıdaki hadis-i şeriflere inanmamak olur. Mollâ Câmi “rahmetullahi teâlâ aleyh” fârisî (Şevahidü’n-Nübüvve) kitabında buyuruyor ki (Muhammed aleyhisselâmın zerresini taşıdığı için, Âdem aleyhisselâmın alnında nur parlıyordu. Bu zerre, hazret-i Havva’ya ve ondan da, Şit aleyhisselâma ve böylece, temiz erkeklerden, temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçti. O nur da, zerre ile birlikte alınlardan, alınlara geçti).
Kısas-ı Enbiyâ’da 48. sayfada diyor ki; Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” dedelerinden birinin 2 oğlu olsa, yahut bir kabile 2 kola ayrılsa, Hatem-ül-Enbiyanın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” soyu, en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her asırda, onun dedesi olan Zât, yüzündeki nurdan belli olurdu. İsmail aleyhisselâmın alnında da bu nur vardı. Sabah yıldızı gibi parlardı. Bu nur, ona babasından kalmış, bundan da evlatlarına geçerek, Mead ve Nizar’a gelmişti.
Nizar, az bir şey demektir. Böyle adlanması şöyle olmuştur: Bu dünyaya gelince, babası Mead, oğlunun alnındaki nuru görüp sevinmiş, büyük ziyafet vermiş ve böyle oğul için, bu kadar ziyafet az bir şeydir demekle, oğlunun adı Nizar kalmıştı. Bu nur, Muhammed aleyhisselâmın nuru idi. Âdem aleyhisselâmdan beri, evlattan evlada geçerek, asıl sâhibi olan Hatem-ül-Enbiyâ hazretlerine gelmiştir.
Böylece, Adem oğulları içinde, Muhammed aleyhisselâmın nurunu taşıyan, seçilmiş bir soy vardı ki her asırda, bu soydan olan Zâtın yüzü pekçok güzel ve parlak olurdu. Bu nur ile kardeşleri arasında belli olur, içinde bulunduğu kabile başka kabilelerden daha üstün, daha şerefli olurdu.
6) Şura sûresi, 219. âyetinde meâlen, “Sen, yani Senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana inkılab etmiş, ulaşmıştır” buyuruldu. Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, (Bütün ana ve babalarının mümin ve günahsız olduğunu) anlamışlardır. Ehl-i sünnet büyüklerini şiî sananlar, (Bunlar, şiîlerin sözüdür) diyenler de vardır.
Ehl-i sünnetin büyükleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” buyuruyor ki: Babası Abdullah ile anası Âmine, İbrahim “aleyhisselâm” dininde idi. Yani, mümin idi. Allahü teâlânın, bu ikisini diriltip Peygamberimizden “sallallâhü aleyhi ve sellem” kelime-i şehâdet işitmeleri ve söylemeleri, imana gelmek için değil, bu ümmetten olmakla şereflenmeleri içindi. (Akrabana duâ etme!) âyet-i kerimesi, Ebû Talib için idi. Ana ve babası için değildi. İmâm-ı Âzâmın (Fıkh-ı ekber) kitabının, elimizde bulunan tercümelerinde, bu ikisinin, imansız öldüğü yazılı ise de, İmâm-ı Âzâmın kendi eli ile yazdığı kitapta, imanla öldükleri yazılıdır. Sonradan, düşmanların bir (mâ) silerek, bu yanlışlığın kasten yapıldığı anlaşılmıştır.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin “rahmetullâhi aleyh” el yazısı ile olan (Fıkh-ı Ekber) kitabı, emirülmüminin Osman’ın “radıyallâhu anh” mübarek elleri ile yazdığı ve şahadet kanı ile boyanmış olan Kurân-ı Kerîmin bir kısmı ile birlikte, Hülagü’nün Bağdat şehrini yakıp, 800.000’den ziyâde müslümanı öldürdüğü 656 senesinde, başka kıymetli kitaplar ile birlikte Semerkand’a götürülmüş, burasının da, 1284 [m. 1868] senesinde, Rusların idaresine geçmesi ile bu kitaplar Petersburg şehrine nakil ve oranın meşhur kütüphanesine konup ehemmiyet ile saklandığını (Kamus-ül alam) sâhibi Şemseddin Sami beğ “rahmetullahi teâlâ aleyh” Semerkand kelimesini anlatırken bildirmektedir. 1335 [m. 1917] de Ufa şehrine ve 1341 [m. 1923] de oradan Taşkent’te Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr camiine nakledildi.
Halife Ömer-ül Fâruk ve Osman-ı Zinnureyn ve Aliy-ül Mürtedâ’nın “radıyallahü teâlâ anhüm” mübarek elleri ile yazılmış olan Mushaf-ı şeriflerden bazı sayfaları, İstanbul’da, Süleymaniye camii şerifi yanında, İslam Eserleri müzesinde mevcuttur. Arzu edenler görebilir.
İslam dinine inanmayanlar, vaktiyle Allahü teâlânın Tevrat ve İncil kitaplarını değiştirdikleri gibi, zaman zaman, din büyüklerinin kitaplarına da el uzattı. Mesela, Muhyiddin-i Arabi’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Füsus) ve (Fütuhat) kitaplarına bazı şeyler karıştırdılar ise de, az zamanda meydana çıkarıldı. Büyük âlim Abdülvehhab-i Şarani “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Kibrit-i ahmer) ve (Elyevakit) kitaplarında bunu izah etmektedir. Şimdi de, İslamiyeti, gençlere yanlış ve bozuk olarak tanıtmak siyaseti her tarafta işlemekte, bunları susturacak hakiki bir din aliminin dünyada kalmamış gibi olduğu görülmektedir.
Celâleddîn-i Rumi “kuddise sirruh”, bu sebepten dolayı (Mesnevi)sini nazım şeklinde yazarak, düşmanların değiştirmesine imkan bırakmamıştır.
İbni Âbidin “aleyhirrahme”, Dürrü’l-muhtar şerhinde, kâfirin nikahını anlatmaya başlarken ve Hamevi “rahmetullahi teâlâ aleyh” Eşbah haşiyesinde (Hazar-vel-ibaha) bahsinde ve Mîr’at-i Kainat’da, İslam âlimlerinin çeşitli sözlerini anlatarak, buyuruyorlar ki: (Hakikati anlayan büyük âlimlere göre, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” ana ve babasının imanlı olup olmadığını konuşmamalı ve konuşurken edebi gözetmelidir. Hadis-i şerifte, “Ölüleri kötüliyerek, dirileri incitmeyiniz” buyuruldu. Bunu konuşmamak, öğrenmemek insana zarar vermez ve kabirde ve kıyamette sorulmayacaktır).
Yine buyuruyorlar ki (Allahü teâlâ, Peygamberimize ikram ederek, vedâ haccında ana babasını diriltti. Resûlüne îman ettiler. Bunu, Kurtubi’nin ve Muhammed bin Ebû Bekr ibni Nasırüddin’in bildirdikleri sahih hadis beyan buyurmaktadır. Beni-İsrailin öldürdüğü kimseyi diriltip katilini haber vermesi ve Îsâ aleyhisselâmın ve Muhammed aleyhisselâmın duâları ile nice mevtaları diriltmesi de böyle ikram idi. “Cehennemlik olanlar için benden mağfiret isteme!” mealindeki ayetin Resûlullahın mübarek ana ve babası için olduğu sözü doğru değildir. Müslim’in bildirdiği “Babam ve baban ateştedirler” hadis-i şerifi ictihad ile söylenmiş idi. İmanlı oldukları sonradan bildirildi). (Ahvâl-i etfâl-il-müslimin) kitabında, Hadice “radıyallâhu anha”nın 2 çocuğu için de böyle buyurmuştu. Cehennemde olmadıkları sonradan bildirildi demektedir.
Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlaşıldığı ve binlerce İslam kitabında yazıldığı üzere, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” anaları ve babaları arasında bulunmakla şereflenen bahtiyarların hepsi, zamanlarının ve memleketlerinin en asil, en şerif, en cemil, en temiz zatları idi. Hep aziz, mükerrem ve muhterem idi. İbrahim aleyhisselâmın babası da, böylece, mümin idi ve fenâ ahlaktan ve âdi, çirkin sıfatlardan uzak idi. Kâfir olan Azer, babası değil, amcası idi.
Âli-i İmrân sûresinin başında bildirildiği üzere, Kurân-ı Kerîmin âyetleri 2 türlüdür: Biri, (Muhkemat) olup mânâsı açık, meydanda olan ayetlerdir. İkincisi (Müteşâbihat) olup mânâsı kapalı olan ayetlerdir. Bunlara görülen, anlaşılan, meşhur olan manayı vermeyip, meşhur olmayan mânâ verilir. Bunların açık ve meşhur mânâlarını vermek akla ve İslamiyete uygun olmazsa, meşhur olmayan mânâ vermek, yani (Te’vil) etmek icap eder. Açık mânâlarını vermek günah olur. Mesela, tefsir âlimleri (Yed), yani (el) kelimesine (kudret), gücü yetmek mânâsını vermişlerdir. İşte, bunlar gibi, Enam sûresinde meâl-i şerifi, “İbrahim “aleyhisselâm” babası Azer’e dediği zaman…” olan 74. âyet-i kerimesine de, açık mânâsı verilemez. Çünkü, Azer kelimesi, (baba) kelimesinin atf-ı beyanı olduğu Beydavi “rahmetullahi teâlâ aleyh” tefsirinde yazılıdır. Bir kimsenin iki ismi olup bu iki isim, birlikte söylendiği vakit, birinin meşhur olmadığı, ikincisinin meşhur olduğu anlaşılır. Meşhur olmayan birincisindeki kapalılığı açıklamak için, ikincisi zikir edilir. Bu ikincisine, (Atf-ı beyan) denir. İbrahim “aleyhisselâm” iki kimseye baba demektedir. Birisi, kendi babası, diğeri, baba dediği başkasıdır. İcaz, belâgat ve fesâhat kaidelerine göre, âyet-i kerimenin mânâsı (İbrahim “aleyhisselâm”, Azer olan babasına dediği zaman) demektir. Böyle olmasaydı, Kurân-ı Kerîmde, (Babası Azer’e dediği zaman) demeyip, (Azer’e dediği zaman) veya (Babasına dediği zaman) demek yetişirdi. Azer, kendi babası olsaydı, (Babası) kelimesi fazla olurdu.
Mûsâ aleyhisselâmın dininin devam ettiği 1800 sene içinde, Tevrat âlimlerinin hepsi ve Îsâ aleyhisselâmın havarileri ve bunlara tâbi olan papazlar, Azer’in asıl baba olmayıp, İbrahim aleyhisselâmın amcası olduğunu söylemişlerdir. Tevrat ve İncilin değiştirilmeyen eski yazmalarından anlaşıldığına göre, İbrahim aleyhisselâmın asıl babasının ismi Taruh idi. Bazı câhillerin yazdığı gibi, Taruh kelimesi, Azer isminin ibrani karşılığı değildir. Yani, ikisi de, bir adâmin ismi değildir. Kurân-ı Kerîmde, Tevrat ve İncile uygun âyet-i kerimeler çoktur.
Hindistan’daki İslam âlimlerinden Rahmetullah efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Beyanü’l-hak kitabının türkçe tercümesi, 30. sayfasında diyor ki “Nesh, yani Allahü teâlânın değiştirmesi, yalnız emirlerde ve yasaklarda olur. İmâm-ı Begavi, Mealimü’t-tenzil tefsirinde: Nesh, kısas ve haberlerde olmaz. [Fen bilgilerinde ve hesap ile bulunan bilgilerde de olmaz.] Yalnız, emir ve yasaklarda olur, demektedir. Nesh; emir ve yasakları değiştirmek demek değildir. Bunların yürürlük zamanlarının bittiğini haber vermek demektir. Kurân-ı Kerîm, Tevratın ve İncilin hepsini değil, birkaç yerini nesh etmiş, yürürlükten kaldırmıştır”. Bu âyet-i kerimeyi, bu bakımdan da, te’vil etmek lazım gelmektedir.
Bakara sûresinde, Yakup aleyhisselâma, çocuklarının “Ve senin babaların İbrahim ve İsmail ve İshak’ın da Rabbi” dedikleri mealindeki 133. âyet-i kerimeden, İsmail aleyhisselâmın, Yakup aleyhisselâmın babası olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki Yakup “aleyhisselâm”, İshak “aleyhisselâm”ın, bu ise, İbrahim “aleyhisselâm”ın oğludur. İshak “aleyhisselâm” da, İsmail “aleyhisselâm”ın kardeşidir. Şu hâlde, İsmail “aleyhisselâm”, Yakup “aleyhisselâm”ın babası değil, amcasıdır. Demek ki Kurân-ı Kerîmde amcaya, baba denilmektedir. Arabinin çeşitli lügatlarında, amcalara, baba denildiği, tefsir kitaplarında, bu ayetin tefsirinde yazılıdır. Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” bir köylü araba ve amcası Ebû Talib ve Ebû Leheb’e ve Abbas’a çok defa baba dediği, kitaplarda yazılıdır. Her millette, her lisanda, her zaman, amcalara, üvey baba ve kayın pederlere ve her hami ve yardımcıya baba denilmesi adet halindedir. Hem de, Azer, İbrahim “aleyhisselâm”ın hem amcası, hem de üvey babası idi. Firuzabadi de, (Kamus)da böyle olduğunu bildirerek: “Azer, İbrahim “aleyhisselâm”ın amcasının ismidir. Babasının ismi Taruh’tur”, diyor. Din kitaplarının bu kadar açık beyanı karşısında, “Azer’in amca olması kavli zayıftır. Kuvvetli kavle göre, Azer babasıdır” demek, zayıf ve çürük bir sözdür. Âlimlerin sözlerindeki inceliği anlamamak olur.
Beydavi tefsirinde, Enam sûresinin 74. âyet-i kerimesine, göründüğü gibi mânâ verip te’vil etmemesi, [ve Ruhu’l-beyan’da bu âyet-i kerimeye ve Tevbe sûresinin 115. ayetine yanlış te’vil yapması], bir senet olamaz ve müfessirlerin, muhaddislerin, mütekelliminin ve Sûfiyye-i aliyyenin söz birliğini bozamaz. Çünkü, Kurân-ı Kerîmin hakiki tefsirini yapan, doğru mânâsını veren, ancak Muhammed “aleyhisselâm”dır ve Onun hadis-i şerifleridir. Ashâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ve Tabiîn-i izamdan hiçbiri, bu âyet-i kerimeyi işitince, Azer’in, baba olduğunu hatırlarına bile getirmemiş ve söylememiştir. Amcası olduğunu anlamışlardır. Ehl-i sünnetin îtikadı böyledir.
Fetava-i Hayriye sonunda buyuruyor ki [Kamus’da diyor ki Azer, İbrahim aleyhisselâmın amcasının adıdır. Babasının ismi Taruh’tur. Tarih-i Hanbeli’de, İbrahim bin Taruh diyor. Azer, Taruh’un adıdır diyor. Celâleyn tefsirinde, âyet-i kerimedeki Azer ismi için, Taruh’un lakâbıdır, yani soyadıdır diyor. İbni Hacer, (Hemziye) şerhinde, (Azer kâfir idi. Bunun İbrahim aleyhisselâmın babası olduğu, Kurân-ı Kerîmde bildiriliyor. Kitaplı olan ümmetler, Azer, İbrahim aleyhisselâmın öz babası değildi, amcası idi diyorlar. Çünkü, Araplar, amcaya baba derler. Kurân-ı Kerîmde de amcaya baba denilmiştir. Yakup “aleyhisselâm” için (Baban İbrahim’in ve İsmail’in Rabbi) buyurulmuştur. Halbuki İsmail “aleyhisselâm”, Yakup aleyhisselâmın babası değildi, amcası idi. Âlimlerin sözleri birbirine uymadığı zaman, hadis-i şeriflere uymak için, âyet-i kerimeyi te’vil etmek vâcib olur. Beydavi ve başkaları tesahül ederek, âyet-i kerimeyi te’vil etmemişlerdir) diyor].
Abdül-Ehad Nuri efendi, Resûlullahın ana ve babasının müslüman olduklarını ispat için ayrıca bir risale yazmıştır. Bu risale türkçe olup 18 sayfadır. Süleymaniye kütüphanesi Esad efendi kısmında [3612] numarada mevcuttur.
İmâm-ı Süyuti “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Kitabü’d-derci’l-münife) kitabında, Azer’in, İbrahim aleyhisselâmın babası olmadığını, amcası olduğunu vesikalarla ispat etmektedir. Bu kitap, Süleymaniye kütüphanesinin (Reis-ül-küttab Mustafa efendi) kısmında, [1150] numarada vardır.
Envarü’l-Muhammediye’de diyor ki hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” bildirdiği hadis-i şerifte, “Âdem aleyhisselâmdan babam Abdullah’a gelinceye kadar, hep nikahlı ana babalardan geldim. Hiçbir babâmın nikahsız, yani zina ile çocuğu olmadı” buyuruldu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Adnan’a kadar olan 21 babasının ismini bildirdi ki şunlardır:
Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” babası Abdullah’tır. Abdullah’ın babaları sıra ile Abdülmuttalib ve Haşim ve AbdüMenaf ve Kusay ve Kilab ve Mürre ve Kab ve Lüvey ve Gâlip ve Fihr ve Mâlik ve Nadr ve Kinane ve Huzeyme ve Müdrike ve İlyas ve Mudar ve Nizar ve Mead ve Adnan.
(Fusus) şarihi Abdullah-ı Rumi, Metalihun-nur kitabındaki ecdad-ı Peygamberi’yi tezkiye yazıları Nimet-i Kübrâ’da neşredilmiştir.
İslami ilimlerin, Tefsir ve Hadis ve Fıkıh ve Tasavvuf kısımlarında derin bilgisi olan ve çok kıymetli kitapları ile insanlara büyük hizmet eden, ebedî saadet yolunu gösteren, Senaullah-ı Dehlevî [Pani-püti] hazretleri, Tefsir-i Mazhari’nin 1. ve 3. ciltlerinde buyuruyor ki Enam sûresindeki (Azer) kelimesi, (Ebîhi) kelimesinin atf-ı beyanıdır. Azer’in, İbrahim “aleyhisselâm”ın babası değil, amcası olduğunu bildiren haberler daha doğrudur. Arabistan’da, amcaya baba denilir. Kurân-ı Kerîmde de, İsmail “aleyhisselâm”a, Yakup “aleyhisselâm”ın babası denilmiştir. Halbuki amcasıdır. Azer’in asıl ismi (Nahur) idi. Nahur, dedelerinin hak dininde idi. Nemrudun veziri olunca, dinini dünyaya değişerek kâfir oldu. Fahreddin-i Razi ve selef-i sâlihinden çoğu da, Azer’in amca olduğunu, bildirdiler. Zerkani “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Mevahib-i ledünniye’ye şerh ederken, İbni Hacer-i Hiytemi’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Azer’in amca olduğunu, Ehl-i kitap ve tarihçiler söz birliği ile bildirmişlerdir) sözünü vesika olarak yazmıştır. İmâm-ı Süyuti, Azer’in baba olmadığını, İbrahim “aleyhisselâm”ın babasının Taruh olduğunu, İbni Abbas “radıyallahü teâlâ anhüma” bildirdi, diyor. İbni Abbas’ın bu sözünü, Mücahid ve İbn-i Cerir ve Sütti, senetleri ile bildirmişlerdir. İbni Münzir’in tefsirinde de Azer’in amca olduğu açıkça bildirildiğini yine Süyuti haber vermektedir. İmâm-ı Süyuti, Resûlullahın, Adem “aleyhisselâm”a kadar bütün dedelerinin müslüman olduklarını bildiren bir risale yazmıştır. Böyle olmakla beraber, Muhammed bin İshak ve Dahhak ve Kelbi, Azer’in İbrahim “aleyhisselâm”ın babası olduğunu, bir isminin de Taruh olduğunu söylediler. Yakup “aleyhisselâm”ın da, 2 ismi vardı. İkincisi İsrail idi dediler. Mukatil ile İbni Hibban da, Azer, İbrahim “aleyhisselâm”ın babası Taruh’un lakâbidır dediler. Begavi’nin bildirdiği gibi, Ata, İbni Abbas’tan haber veriyor ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, anasını babasını merak etti. Bakara sûresinin 119. ayeti gelerek, “Cehennem ehlinin halinden sorma!” buyuruldu. Fakat, İbn-i Cerir, bu haberin kuvvetli olmadığını bildirdi. Eğer doğru dersek, İbni Abbas “radıyallahü teâlâ anh” kendi zannettiğini haber vermiştir. Zannı da doğru olsa, anasının babasının Cehennemde oldukları açıkça bildirilmemektedir. Cehennemde olsalar da, yine kâfir oldukları söylenemez. Çünkü, müminlerden de Cehenneme gidecekler olacaktır. Hadis-i şerifte, “Ben sizin en iyiniz olduğum gibi, babam da, babalarınızdan daha iyidir” buyuruldu. (Tefsir-i Mazhari)den tercüme tamam oldu.
Uyûnü’l-besair’de, (El-hazar) kısmında bildiriyor ki: “Maliki âlimlerinden kadı Ebû Bekr İbnül-Arabî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Resûlullahın anasının, babasının Cehennemde olduğunu söyleyen mel’undur buyurdu. Her müslümanın, Resûlullahı incitecek bir şey söylemekten sakınması lâzımdır. Onu incitene Allahü teâlâ lanet etti. Dedelerine kâfir demekten daha büyük incitmek olamaz!”.
El-müstened’in, 33. sayfasında, “Azer’in, İbrahim “aleyhisselâm”ın babası olmadığını, amcası olduğunu, İmâm-ı Süyuti ispat etmektedir. ‘Babam ve baban Cehennemdedirler’ hadis-i şerifi, Ebû Leheb’in Cehennemde olduğunu bildirmektedir” demekte, 175. sayfasında, Süyuti’ye dil uzatan Aliy-ül-kari’ye vesikalarla cevap vermektedir.
Gelip bekâ baharından, bu fenâda kışı bulduk,
atomlardan ta Arşa dek, şaşılacak işi bulduk.
Düşüp gurbet alemine, şaşkın şaşkın dolaşırken,
hasta ruha hayat veren, tesirli bakışı bulduk.
Her bir sözü hakikatten haber verir âşıklara,
şükür, hayret diyarına, varan bir akışı bulduk.
Ne kelam o, ne bakış o, aklın üstü bir varlık o,
onun ayak tozlarını, kalp derdine aşı bulduk.
Maddeleri inceliyip, temaşa ettik birbir,
hepsini aynı mimarın, düzgün bir yapışı bulduk.
Attık her şeyi aradan, temizlendik mâsivâdan,
eserlerden, nakışlardan, çok şükür Nakkaşı bulduk.
Kaynak: Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (Hüseyn Hilmi Işık)
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız