Sual: Muhyiddin İbnül Arabi hazretlerine bakışımız nasıl olmalı? Tarih boyunca alimlerimiz Muhyiddin İbnül Arabi için ne söylemişlerdir?
Cevap: Bu meselede ölçüyü kendisinden sonraki asırlarda yaşayan büyük İslam alimi İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubat’ında şöyle koymuşlardır. “Muhyiddîn-i Arabî’yi reddedenler, tehlikededir. Onu hatâları ile kabûl edenler dahî tehlikededir. Şeyhi kabûl edeler ve hatâlarını [yanlış sözlerini] kabûl etmiyeler.” 3/79.
“Muhyiddîn-i Arabî, Hak sübhânehûyu mecbûr zânnediyor. [Sözlerinden öyle anlaşılıyor]. Çok âlimlere muhâlifdir. Fakat, hatâları; keşfî ve ictihâdî olduğundan ma’zûrdur. Bazı tâife, şeyhi kötüleyip, dil uzatır. İlimlerini hatâlı görür. Bazı tâife de onun bütün ilimlerini doğru bilirler. Bunlar ifrât ve tefrîtdir [fazla ve azdır].” 1/286
Yûsuf Nebhânî, “Câmi’u kerâmât”ında der ki: Dört mezhebin âlim ve ârifleri, Muhyiddîn-i Arabî’yi hep medhetmişlerdir. İmâm-ı Şa’rânî “El-Yevâkit vel-cevâhir”inde ondan uzun uzun bahsetmekte, Şeyh Abdülganî Nablûsî ve ârif-i billah Seyyid Mustafâ Bekrî, onun için ayrı birer kitap yazmışlardır. Abdülganî Nablûsî’nin eseri “Er-Reddü’l-metin alâ müntakısi’l-ârif Muhyiddîn”, Seyyid Mustafâ Bekrî’nin eseri, “Es-Süyûfü’l-hıdad fî a’nâki ehli’z-zendeka vel-ilhâd”dır. Şihâbüddîn Sühreverdî, Şeyhülislâm Zekeriyyâ, İbn-i Hacer Heytemî, Hâfız Süyûtî, Ali bin Meymûn, Celâlüddîn Devânî, Seyyid Abdülkâdir Ayderûsî, İbn-i Kemâl Paşa, Kâmûs sahibi Necmüddîn Fîrûzâbâdî hep onu medh etmişlerdir.
Osmanlı devletinin yetiştirdiği âlimlerin en büyüklerinden olan İbn-i Kemâl Paşa hazretleri, İbn-i Arabî hakkında sorulan bir suâle şöyle cevap vermiştir: “Kullarından sâlih âlimler yaratan, bu âlimleri Peygamberlerine vâris kılan Allahü teâlâya hamd olsun. Dalâlette olanlara doğru yolu göstermek için gönderilen Muhammed Mustafâ’ya, O’nun Ehl-i beytine ve dînimizin emirlerini tatbikte gayretli olan Eshâbına salât ve selâm olsun. Ey insanlar, biliniz ki; Şeyh-i a’zam âriflerin kutbu, muvahhidlerin İmâmı, Muhammed bin Ali İbni Arâbî et-Tâî el-Endülüsî, kâmil bir müctehid, fâzıl bir mürşid, hayret verici menkıbeler, garip hârikalar sahibi bir âlimdir. Çok talebesi olup, İbn-i Arabî, âlimler, fâzıllar indinde makbûldür, İbn-i Arabî’yi inkâr eden hatâ etmiştir. Hatâsında ısrar eden sapıtmıştır. Sultânın onu edeblendirmesi ve bu bozuk i’tikâddan sakındırması lâzımdır. Zîrâ, Sultan iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak ile me’mûrdur (vazîfelidir).
Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin eserlerinde yazdığı vahdeti vücûd bilgilerinin bazıları ve velîlere mahsûs bir hâl olan sekr (şuursuzluk) hâlinde iken söylediği sözleri, hem âlimler, hem de ârifler arasında, yaşadığı zamanda ve daha sonra tartışılmış ve onun hakkındaki sözler farklı olmuştur. Tasavvufun kıymetli hâl ve ma’rifetlerinden olan vahdet-i vücûd (varlığı bir görmek) bilgilerini açıklamakta Muhyiddîn-i Arabî hazretleri çok yüksek derecelere ulaşmış, bu sahada kendisine mahsûs bir sistem kurmuştur. Ancak bu yüksek ve ince bilgiler uzun zaman zâhir âlimlerini ve velîlerin çoğunu tereddüt içinde bırakmış, nihâyet onun hâlini ulemâ-i râsihînin reîslerinden II. bin yılın müceddidi. İmâm-ı Rabbânî ile oğlu Muhammed Ma’sûm, âlimlerin ve âriflerin anlıyacağı şekilde Ehl-i sünnet i’tikâdına göre îzâh etmişler, bu husûsta şaşırmış kalmış olanlara doğru yolu göstermişler ve tereddüdlere son vermişlerdir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, mektûplarında Muhyiddîn-i Arabî’nin “Allahü teâlânın kudreti, âhırette görülmesi ve daha birçok sözlerinin Ehl-i sünnetin doğru sözlerine uymamasının çok şaşılacak birşey olduğunu” yazdıktan sonra onun hâlini şöyle îzâh etmektedir:
“Muhyiddîn-i Arabî’nin bu hatâları, keşfinde, yanî kalbe doğan bilgilerde olduğu için, belki kabahat sayılmaz, îctihâddaki hatâlar gibi, birşeyler söylenemez. Onun büyük olduğu ve hatâlarının kusur sayılmayacağını, yalnız bu fakîr söylüyorum. Onu büyük bilir ve severim. Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerine uymayan yazılarını yanlış ve zararlı bilirim. Sofiyyûndan bir kısmı, onu beğenmiyor ve çirkin şeyler söylüyor. Bütün ilimlerini yanlış ve bozuk biliyorlar. Bir kısmı da, ona uyarak, bütün ilimlerini, yazılarını olduğu gibi alıyor. Hepsini doğru biliyor ve doğruluklarını isbât etmeye kalkışıyor. Bu iki kısım da yanılıyor, adâletten ayrılıyor. Bir kısmı haddi aşıyor. Birisi de büsbütün mahrûm kalıyor. Evliyânın büyüklerinden olan Muhyiddîn-i Arabî, keşflerindeki hatâsından dolayı büsbütün red olunabilir mi? Fakat, Ehl-i sünnetin doğru bilgilerine uymayan, hatalı bilgilerine uyulur mu ve herşeyi de kabûl olunur mu? Burada doğru yol, cenâb-ı Hakkın bize ihsân ettiği, iki tarafa sapmayan orta yoldur. Vahdet-i vücûd bilgisinde, Sofiyyenin çoğunun Muhyiddîn-i Arabî ile beraber olduğu meydandadır. Kendisi burada da husûsî bir yol tutmuş ise de, sözün esâsında ortakdırlar. Bu bilgileri de, görünüşte, Ehl-i sünnet i’tikâdına uymuyor ise de, uydurulması kolaydır ve ikisini birleştirmek mümkündür. Bu fakîr, cenâb-ı Hakkın yardımı ile, üstadımın (Muhammed Bakî Billah hazretlerinin) “Rubâiyyât’ını açıklarken, bu bilgileri, Ehl-i sünnet i’tikâdı ile birleştirdim. Aradaki farkın yalnız sözde ve kelimelerde olduğunu göstererek, her iki tarafın şüphe ettikleri yerleri, öyle bir aydınlattık ki, okuyanların hiç şüphesi kalmaz. Görünce anlaşılır.”
İmâm-ı Süyûtî, “Tenbîh-ül-gabî” kitabında, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin büyüklüğünü vesîkalarla isbât etmektedir. Ebüssuûd Efendi fetvâlarında da, ona dil uzatılamayacağı yazılıdır.
Bununla beraber, îmân, i’tikâd ve ibâdet bilgilerine tam vâkıf olmayanların ve tasavvufun inceliklerini iyi bilmeyenlerin, Muhyîddîn-i Arabî’nin kitaplarını okumaları ve sözleri üzerinde düşünmeleri, çok defa zararlı olmaktadır. Geçmiş asırlardaki velîlerin ve âlimlerin bazıları dahî, onun sözlerini anlamakta acze düşmüşler ve yanlış yollar tutmuşlardır. Ayrıca tasavvufta vahdet-i vücûd bilgisi ve mertebesi çok yüksek ve kıymetli olmakla beraber, nihâyetin nihâyeti değildir. Asıl maksat yanında, bu mertebe çok gerilerde kalmaktadır. (Vahdet-i Vücûd ve Muhyiddîn-i Arabî hakkında, Hakîkat Kitabevi tarafından yayınlanan Mektubat Tercemesi ve Se’âdet-i Ebediyye kitaplarında geniş bilgiler vardır.)
Sual: Selefi meşrepli meşhur bir vaiz şöyle diyor; “İmam-ı Rabbani ile İbni Teymiyye karşılaştırıldığında, birisi Hindistan’da yaşamış birisi Şam’da, birisi Hanefi mezhebinde birisi Hanbeli mezhebinde, onun dışında metotları hareketleri hep aynı. Aralarında bir fark yok. İkisi de İbnül Arabi düşmanı”. Bu iddialara ne dersiniz?
Cevap: Bu sözleri söyleyen şahsın ya Mektubat’ı okumadığı veya art niyetli olduğu anlaşılıyor. İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubat’ta Muhyiddin İbnül Arabi hazretlerinden pekçok yerde nakiller yapmakta ve kendisinden hürmetle bahsetmektedir. Sadece vahdet-i vücûd meselesi gibi bazı meselelerde hatalı olduğunu söylemektedir (yukarıda izah edildi). Bu şahıs muhtemelen Ehli sünnetin güçlü olduğu, İbni Teymiyye’nin sevilmediği, İmam-ı Rabbani hazretlerinin ise çok sevilip sayıldığı bir cemiyette bu şekilde sinsice konuşarak insanları kandırabileceğini düşünmektedir. İmam-ı Rabbani hazretlerini tanıyanlar ve Mektubat’ı okuyanlar böyle sinsice propagandalara aldanmazlar.
Tavsiye Yazı –> İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Kitapları Nelerdir?