Sual: Kabir ehlinden istifade edilir mi? Bazı kimseler yalnızca dirilerden istifade edileceğini söylüyorlar?
Cevap: Şâh Ahmed Saîd-i Dehlevî hazretleri (Tahkîku’l-hakkıl-mübîn) kitabında, Hindistan’daki vehhâbîlerin 40 bozuk sözüne vesikalarla cevap vermektedir. 40. cevabında buyuruyor ki Abdülaziz-i Dehlevî, Fâtiha tefsirinde: (Birisinden yardım istenirken, yalnız ona güvenilirse, onun, Allahü teâlânın yardımına mazhar olduğu düşünülmezse, haramdır. Eğer yalnız, Allahü teâlâya güvenilip, o kulun Allah’ın yardımına mazhar olduğu, Allahü teâlânın her şeyi sebep ile yarattığı, o kulun da bir sebep olduğu düşünülürse, câiz olur. Peygamberler ve Evliyâ da, böyle düşünerek başkasından yardım istemişlerdir. Böyle düşünerek birisinden yardım istemek, Allahü teâlâdan istemek olur) diyor.
Abese sûresinin tefsirinde, (Ölüyü yakmak, ruhu yersiz bırakmak olur. Ölüyü toprağa gömmek ise, ruh için bir yer belli etmek olur. Bunun içindir ki gömülmüş olan Velilerden ve başka Sâlihlerden faydalanılmaktadır. Ölülere yardım etmek de mümkün olmaktadır. Yakılan ölüler için bunlar düşünülemez) diyor.
Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri de (Mişkat) tercümesinde buyuruyor ki (Peygamberler ve Evliyâ öldükten sonra, bunlardan yardım istemeye, meşayih-i ızam ve fıkıh âlimlerinin çoğu câizdir dedi. Keşif ve kemâl sahipleri, bunun doğru olduğunu bildirdi. Bunlardan çoğu ruhlardan feyiz alarak yükseldiler. Böyle yükselenlere (Üveysi) dediler. İmâm-ı Şâfiî buyuruyor ki İmâm-ı Mûsâ Kazımın kabri, duamın kabul olması için bana tiryak gibidir. Bunu çok tecrübe ettim. İmâm-ı Gazâlî buyurdu ki diri iken tevessül olunan, feyiz alınan kimseye, öldükten sonra da tevessül olunarak feyiz alınır. Meşayih-i kirâmın büyüklerinden biri diyor ki diri iken tasarruf yaptıkları gibi, öldükten sonra da tasarruf, yardım yapan 4 büyük Velî gördüm. Bunlardan ikisi, Mâ’rûf-i Kerhî ve Abdülkâdir-i Geylânî hazretleridir. Batı âlimlerinin ve Evliyânın büyüklerinden olan Ahmed bin Zerruk diyor ki Ebül’Abbas-ı Hadremi hazretleri bana sordu ki diri olan Velî mi, yoksa ölü olan mı daha çok yardım eder? Herkes, diri olan diyor. Ben ise, ölü olan daha çok yardım eder diyorum dedim. Doğru söylüyorsun. Çünkü, diri iken, kullar arasındadır. Öldükten sonra ise, Hakkın huzurundadır buyurdu. Ahmed bin Ukbe Ebül’Abbas Hadremi, Evliyânın büyüklerindendir. (Câmi’u kerâmâti’l-Evliyâ)da Demirdaş isminde hâl tercümesi yazılıdır.
İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sâhibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Kamillerin, Velilerin “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya mânevî olarak yakındırlar. Evliyâda, dünyada da, öldükten sonra da kerâmet vardır. Kerâmet sâhibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerâmeti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın, dostlarından biri vasıtası ile bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır).
Mevlânâ Abdülhakîm-i Siyalküti hazretleri, (Zâdü’l-lebîb) kitabında, Abdülhak-ı Dehlevî’nin (Eşi’atü’l-lemeât)ından alarak buyuruyor ki: (Çok kimse, kabir ehlinden istifade edildiğine inanmıyor. Kabir ziyareti, ölülere okumak, onlara duâ etmek için yapılır diyorlar. Tasavvuf büyükleri ve fıkıh âlimlerinden çoğu ise, kabirdekilerden yardım görüldüğünü bildirdiler. Keşif sâhibi olan Evliyâ da, bunu söz birliği ile bildirdiler. Hatta, bunlardan çoğu, ruhlardan feyiz alarak olgunlaştıklarını haber vermişlerdir. Bunlara üveysi demişlerdir).
Siyalküti hazretleri, bundan sonra buyuruyor ki: (Ölü yardım yapamaz diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamıyorum. Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duâsının kabul olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmaktadır. Ya Rabbi! Kendisine bol bol ihsanda bulunduğun bu sevgili kulunun hatırı ve hürmeti için bana da ver demektedir. Yahut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek, “Ey Allah’ın Velisi, bana şefaat et! Benim için duâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsan etmesi için vasıta ol!” demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, yalnız vesiledir, sebeptir. O da fanidir. Yok olacaktır. Hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa, gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allahtan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de duâ istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden duâ istemek, bir şey istemek, dinimizde yasak edilmemiştir. Hatta müstehab olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna inanmayanlar, öldükten sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini ispat etmeleri lâzımdır. Evet, Evliyânın bir kısmı öldükten sonra, âlem-i kudse yükseltilir. Huzur-i ilâhîde her şeyi unuturlar. Dünyadan ve dünyada olanlardan haberleri olmaz. Duâları duymazlar. Bir şeye vasıta, sebep olmazlar. Dünyada olan, diri olan Evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur. Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini ispat edemez. Kurân-ı Kerîm, hadis-i şerifler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır. Bir câhil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, Velî yaratır, yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, ceza da yapmalıdır. Bunu ileri sürerek, İslam âlimlerine, ariflere dil uzatılamaz. Çünkü Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, kabir ziyaret ederken, mevtaya selam verirdi. Mevtadan bir şey istemeyi yasak etmedi. Ziyaret edenin ve ziyaret olunanın hallerine göre, kimine duâ edilir, kiminden yardım istenir. Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kabirde diri olduklarını her müslüman biliyor. Buna karşı kimse bir şey diyemiyor. Fakat, Evliyânın kabirde yardım yapacaklarına, onlardan yardım istenmesine inanmayanları işitiyoruz).
Abdülhak-ı Dehlevî, (Cezbü’l-kulûb) kitabında buyuruyor ki: (İbni Ebû Şeybe haber verdi: Hazret-i Ömer zamanında Medine’de kaht oldu. Bir kimse, Kabir-i Nebeviye gelip, ya Resûlallah! Ümmetin için yağmur duâsı yap! Helak olacağız dedi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” rüyasında görünüp, Ömer’e git! Yağmur geleceğini müjdele buyurdu. İbni Cevzi diyor ki Medine’de kaht oldu. Hazret-i Aişe’ye gelip, yalvardılar. Resûlullahın türbesinin tavanını deliniz buyurdu. Öyle yaptılar. Çok yağmur yağdı. Kabir-i şerif ıslandı).
Bu 2 haber, Ashâb-ı kirâm zamanında kabirden yardım istenildiğini gösteriyor. Hatta, müctehid olan hazret-i Âişe “radıyallâhu anha” kabirden yardım istenilmesini emir buyurmuştur. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” de, kabrinden yardım isteyene yağmur yağacağını müjdelemiştir. Bunun için, Resûlullahın kabrinden yardım istemeye inanmamak, Ashâb-ı kirâmın icmaînı inkâr etmek olur. (Hısnü’l-hasîn)de bildirildiği gibi, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Hayvanı kaçan kimse: Ey Allah’ın kulları! Bana yardım ediniz! Allahü teâlâ da, size merhamet eylesin desin!) buyurdu. Bir hadis-i şerifte, (Korkulu olan yerde, 3 kere: Ey Allah’ın kulları! Bana yardım ediniz demeli) buyuruldu. Bu duâ çok tecrübe edilmiştir. Bir hadis-i şerifte, (Bir şeyden zarar gören, abdest alıp 2 rekat namaz kılsın! Sonra; Ya Rabbi! Senden istiyorum. Senin alemlere rahmet olan Peygamberin Muhammed aleyhisselâmı vesile kılarak sana yalvarıyorum. Ya Muhammed! Dileğimi kabul etmesi için Rabbime seni vesile ediyorum. Ya Rabbi! Onu bana şefaatcı et desin) buyuruldu.
Her müslüman namaz kılarken, (Esselamü aleyke eyyühen-Nebiyyü!) diyerek Resûlullaha seslenmektedir. İnanmayanlara cevap olarak yalnız bu yetişir. Hem de, (Râbıta) yapmanın câiz olduğunu ispat etmektedir. Evliyâya “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” râbıta yapmak, iyi göremeyen yaşlı kimsenin gözlük kullanmasına benzer. (Vesile arayınız!) âyet-i kerimesi, Allahü teâlâdan feyiz alabilmek için büyük âlim aramak lazım olduğunu göstermektedir.
(Tavâli’u’l-envâr) kitabında diyor ki (Resûlullahı “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ziyaret ederken, dünya düşüncelerini kalbinden çıkarmalı. Yalnız Resûlullahtan yardım beklemeli. Dünya düşünceleri yardım gelmesine mâni olur. Kabirde diri olduğunu, ziyaret edenleri tanıdığını, dilenilenleri vermeye Allahü teâlâdan izin verilmiş olduğunu, Allahü teâlâya ancak Onun vasıtası ile kavuşulacağını düşünmelidir).
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, Müsned kitabında, Abdullah ibni Ömer’den haber veriyor ki (Kabir-i saadeti ziyaret eden, kıble tarafından yaklaşır. Kıbleye arkasını döner. Yüzünü kabre döner. Sonra, (Esselamü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtüh) der). Ayakta ziyaret etmenin, oturarak ziyaretten efdal olduğunu, İbni Hacer-i Mekki bildiriyor. Hanefi fıkıh âlimlerinden, Rüknüddin Ebû Bekr Muhammed Kirmani buyuruyor ki (Ziyaret ederken, namazda olduğu gibi, sağ el sol elin üstüne konur). Şebekeden 4 zra [2 metre] kadar uzakta durmak müstehaptır. (Tahkîku’l-hakkıl mübîn) kitabından tercüme tamam oldu. Şemsüddin Muhammed Kirmani başka olup 1384’de vefât etmiştir.
Tavsiye Yazı –> Vehhabilik Hakkında Yazılmış Eserler
Tavsiye Yazı –> Vehhabilik Hakkında