Sual: İbni Teymiyye’nin tevessül ve istigaseyi inkar ettiği doğru mudur? Buna ne cevap vermek lazımdır?
Cevap: İbni Hacer hazretleri, Cevherü’l-munzam kitabında buyuruyor ki İbni Teymiyye’nin hurafelerinden, saçmalarından biri, Resûlullah ile istigase, tevessül olunmasını inkarıdır. Ondan önce hiçbir İslam alimi böyle söylemedi. Ehl-i sünnet âlimleri bildiriyorlar ki Resûlullah ile her zaman tevessül etmek çok iyidir. Yaratılmadan önce ve yaratıldıktan sonra, dünyada da, ahirette de, Onunla tevessül olunur. Yaratılmadan önce Onunla tevessül olunacağını gösteren şeylerden biri, Peygamberlerin ve ümmetlerindeki Velilerin Onunla tevessül etmiş olduklarıdır. İbni Teymiye’nin iftira olan sözü ise hiçbir asla ve esasa dayanmamaktadır.
Hadis âlimlerinden Hakim-i Nişapuri’nin bildirdiği hadis-i şerifte, “Adem “aleyhisselâm” hata edince, ya Rabbi! Muhammed aleyhisselâm hakkı için beni afv ve mağfiret et dedi. Allahü teâlâ da, Muhammed aleyhisselâmı daha yaratmış değilim. Sen Onu nasıl tanıdın buyurdu. O da, ya Rabbi! Beni yaratıp ruh verdiğin zaman, başımı kaldırdım. Arşın kenarlarında, lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah yazılmış gördüm. Kullarının içinde en çok sevdiğinin ismini, kendi isminin yanına koymuş olduğundan anladım dedi. Allahü teâlâ da, ya Adem! Doğru söyledin. Kullarım arasında en çok sevdiğim Odur. Onun hakkı için benden afv dileyince, seni hemen affettim. Muhammed aleyhisselâm olmasaydı seni yaratmazdım buyurdu” buyurulmuştur. Burada Muhammed aleyhisselâmın hakkı demek, Allahü teâlânın Onu çok sevmesi, Ona çok kıymet vermesi demektir. Yahut, Onun başka kullar üzerinde olan hakkı demektir. Yahut da, Allahü teâlânın Ona ihsan ederek, Onun için kendi üzerinde tanıdığı hak demektir. Bunun gibi, bir hadis-i şerifte, kulların Allahü teâlâ üzerindeki hakkı nedir? diye sorulduğunda, “Burada hak demek, lazım, vâcip olan şey demek değildir.” buyurulmuştur. Çünkü, Allahü teâlânın hiçbir şeyi yapması lazım, vâcip değildir. Dilerse yapar. Dilemezse, yapmaz. Allahü teâlâdan Resûlullah hakkı için bir dilekte bulunmak, Resûlullah için istemek değildir ki buna şirk denilsin. Allahü teâlâ Resûlünü çok sevdiğini, Ona yüksek mertebe verdiğini bildiriyor. İşte bu sevginin, bu yüksek derecenin hakkı, yani hürmeti, kıymeti için, Allahü teâlâdan istenilmektedir. Allahü teâlânın, Resûlüne olan ikramlarından, ihsanlarından biri de şudur ki yani Onun hakkı için, Onun yüksek derecesi için yapılan duaları kabul buyurur. Buna inanmayanın bu nimetten mahrum kalması, kendisi için en büyük zarardır.
Resûlullah ile hayatta olduğu zaman da tevessül edilmiştir. Nesai ve Tirmizi bildiriyorlar ki Resûlullahın yanına bir ama geldi. Gözlerinin açılması için duâ etmesini diledi. Resûlullah ona “İstersen duâ edeyim, istersen sabret. Sabır etmek, senin için daha iyi olur” buyurdu. Duâ etmeni istiyorum. Beni güdecek kimsem yoktur. Çok sıkılıyorum deyince, “İyi bir abdest al! Sonra bu duâyı oku!” buyurdu. Duanın tercümesi şudur: “Ya Rabbi! İnsanlara rahmet olarak gönderdiğin sevgili Peygamberin ile sana teveccüh ediyorum. Senden istiyorum! Ya Muhammed “aleyhisselâm”! Dileğimin hâsıl olması için Rabbime senin ile teveccüh ediyorum. Allahım! Onu bana şefaatci eyle!” Bunu imam-ı Beyheki de haber veriyor. Ayrıca (kalktı, gözleri görerek gitti) de diyor. Bu duâyı okumayı ona Resûlullah öğretti. Kendisi duâ buyurmadı. Onun teveccüh eylemesini, yalvarmasını, Resûlullah ile istigase etmesini, dilediğinin böyle hâsıl olmasını arzu buyurdu.
Resûlullah hayatta iken de, vefatından sonra da kendisi ile istigase olunurdu. Selef-i salihin, Resûlullahın vefatından sonra bu duâyı çok okumuş, bununla muradlarına kavuşmuşlardır. Halife Osman “radıyallâhu anh” birinin bir dileğini kabul buyurmuyordu. Bu kimse, Ashâbdan Osman bin Hanif hazretlerine gelip, yardım etmesini istediğinde, ona bu duâyı okumasını öğretti. Okuyup da, halifenin yanına gidince, dileğinin kabul olunduğunu Taberani ve Beyheki haber vermektedirler. Taberani’nin haber verdiği bir hadis-i şerifte, Resûlullah duâ ederken, “Peygamberinin ve Ondan önce gelen Peygamberlerin hakkı için” buyururdu. Resûlullah ile veya başka Peygamberler veya Veliler ile Teveccüh etmek, Tevessül etmek, İstigase etmek ve Teşeffu etmek, hep aynı şey demektir. Ameller ile ibadetler ile tevessül etmenin caiz olduğunu İslamiyet bildirmiştir. Eski zamanda, bir mağaraya girip kapalı kalmış olanların, Allah için yapmış oldukları halis işlerini söyleyerek yalvardıkları zaman, mağara ağzını tıkamış olan taşın açılarak kurtulduklarını hadis-i şerif haber veriyor. İşleri vesile ederek yapılan duâ kabul olunca, işlerin en iyilerini yapanları vesile ederek yapılan dualar elbette kabul olur.
Ömer “radıyallâhu anh”, hazret-i Abbas’ı vesile ederek yağmur duâsı yaptı. Ashâb-ı kiramdan hiçbiri buna karşı bir şey demedi. Resûlullahı ve Onun mübarek kabrini vesile etmeyip, hazret-i Abbas’ı vesile etmesi, kendini çok aşağı bildiği ve Resûlullahın akrabasını kendinden üstün gördüğü için idi. Hazret-i Abbas ile tevessül etmesi, aslında Resûlullah ile tevessül etmektir. Tevessül, teveccüh ve istigase sözleri, kendisi ile teveccüh, istigase edilen kimsenin her zaman, teveccüh ve istigase edenlerden daha üstün tutulduğunu gösteriyor denilemez. Resûlullah, bir duâsının kabul olması için, Mekke muhacirlerini vesile yapmıştır. İstigase, birisinden bir şey istemek için, bunun çok sevdiği bir kimseden yardım istemektir. Yani bu kimse vasıtası ile istemektir. Bu kimse vasıtası ile istenince, o şeye kavuşmak kolay olur. Duanın kabul olması için, Resûlullah ile veya kabirdeki bir Velî ile istigase olunur. Böylece duâ kabul olunur. Duâyı kabul eden, yalnız Allahü teâlâdır. Buna sebep, vesile olan, Peygamberdir. Allahü teâlâ, hakiki gavstır. Resûlullah, mecazi gavs olmaktadır.
Buharinin haber verdiği hadis-i şerifte, “Kıyamet günü, önce Adem ile sonra Musa ile ve sonra Muhammed aleyhimüsselâm ile istigase ederler” buyuruldu. Bundan başka, Resûlullah ile tevessül, istigase etmek demek, Onun duâ etmesini istemek demektir. Çünkü O, kabrinde diridir, isteyenin istediğini anlar. Sahih haberde bildirildi ki: (Emir-ül-müminin Ömer “radıyallâhu anh” zamanında kaht [kıtlık] oldu. Ashâb-ı kiramdan birisi, Resûlullahın kabri yanına gelip, ya Resûlallah! Ümmetine yağmur yağması için duâ eyle! Ümmetin helak olmak üzeredir, dedi. Resûlullah, buna rüyada görünüp yağmur yağacağını haber verdi. Öyle de oldu. Rüyada ayrıca “Ömer’e git, Selam söyle! Yağmur yağacağını müjdele. Keys ile hareket etmesini söyle!” de buyurdu. Keys, yumuşak davranmaktır. Ömer “radıyallâhu anh” sert idi. Dinin emirlerini yerine getirmekte şiddet gösterirdi. Bu kimse, Halifenin yanına geldi. Olanı anlattı. Halife dinledi ve ağladı. Bir habere göre rüyayı gören, Ashâbdan Bilal bin Haris Müzeni idi. Burada, rüyayı değil, Sahabinin, Resûlullahın kabrine gelerek tevessül etmiş olduğunu bildirmek istiyoruz. Görülüyor ki Resûlullahtan, hayatta iken olduğu gibi vefatından sonra da, dileklerin hâsıl olmaları için duâ buyurması istenilir. Onun duâ ve şefaat etmesi ile dilekler hâsıl olduğu gibi, hayata gelmeden önce ve hayatta iken ve vefatından sonra, Onu vesile ederek yapılan duâ ve tevessüller de kabul olmaktadırlar.
Kıyamet günü de ümmeti için Rabbinden, şefaatte bulunacak ve şefaati kabul olunacaktır. Böyle olduğunu, İslam âlimleri İcma ile yani söz birliği ile bildirmişlerdir. Abdullah ibni Abbas’ın bildirdiği hadis-i şerifte buyuruldu ki “Allahü teâlâ İsa aleyhisselâma, ya İsa! Muhammed aleyhisselâma iman et! Senin ümmetinden, Onun zamanına yetişecek olanların, Ona iman etmeleri için de ümmetine emret! Muhammed aleyhisselâm olmasaydı, Adem Peygamberi yaratmazdım. Muhammed aleyhisselâm olmasaydı, Cenneti, Cehennemi yaratmazdım. Arşı su üzerinde yarattım. Hareket etti. Üzerine, Lâ ilâhe illallah yazınca durdu, buyurdu.” Bu hadis-i şerifi, Hakim sahih senetlerle haber vermiştir. Böyle yüksek derece ve ölçülemeyecek kadar çok kıymetli olan ve mevlasının nimetlerine kavuşmuş bir Peygamberi vesile ederek Onun şefaatini dileyerek yapılan duâ kabul olmaz mı? Cevherü’l-munzam’ın yazısı Şevahidü’l-hak’dan alınarak buraya kadar tercüme edildi. Nuh, İbrahim ve diğer Peygamberlerin de Muhammed aleyhisselâmı vesile ederek yaptıkları dualar, tefsir kitaplarında yazılıdır.
Şevahidü’l-hak İmam-ı Sübki’den alarak diyor ki Resûlullah ile tevessül etmek 2 türlü olur: Birincisi, Onun yüksek mertebesi, bereketi için Allahü teâlâdan istemektir. Böyle duâ ederken, tevessül, istigase ve teşeffu sözlerinden her biri kullanılabilir. Üçü de, aynı şeyi bildirmektedir. Bu kelimeleri söyleyerek duâ eden, Resûlullahı vesile ederek, Allahü teâlâdan istemektedir. Onu vasıta kılarak Allahü teâlâdan istigase etmektedir. Dünya işlerinde de, bir kimseden, onun çok sevdiğini vesile ederek bir şey istenilince, hemen vermektedir. Tevessülün ikincisi, dileğe kavuşmak için, Resûlullahın Allahü teâlâya duâ etmesini, Ondan istemektir. Çünkü O, kabrinde diridir. İstenileni anlar ve Allahü teâlâdan ister. Kıyamet günü de şefaat etmesi istenilecek ve şefaat edecektir ve şefaati kabul olunacaktır.
Şevahidü’l-hak’da, Şihabüddin-i Remli hazretlerinden alarak buyuruyor ki “Peygamberler ve Veliler öldükten sonra da, kendileri ile tevessül, istigase olunur. Peygamberler ölünce mucizeleri bitmez. Veliler ölünce de, kerametleri kesilmez. Peygamberlerin mezarda diri olduklarını, namaz kıldıklarını, hac yaptıklarını, hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Şehitlerin de diri oldukları, kâfirlerle harp ederken, yardım ettikleri bilinmektedir”.
Tavsiye Yazı –> İslamiyette Felsefe Var Mıdır?