Haya sahibi olan hazret-i Osman, ikram ve iyilik menbaı, Kur’ân-ı Kerîmin toplayıcısıdır. Neseb-i şerifleri, Osman bin Affan bin Ebil’as bin Ümeye bin Abdil’şems bin Abd-i Menaftır. Neseb-i şerifleri Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin neseb-i şerifleri ile 4. atada birleşir ki Abd-i menaftır. Neseb cihetinden hazret-i Osman, hazret-i Ebû Bekir ile hazret-i Ömer’den evvel Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ile birleşir “radıyallâhu anhüm”. Künye-i şerifleri, İslamdan evvel Ebû Abdullahtır. Lakab-ı şerifleri, zinnureyndir. 2 nur sahibi demektir. Resûl-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin 2 muhterem kerimelerini [kızlarını] aldığı için iki nur sahibi denilmiştir. Birinin isim-i şerifi Rukaye, birinin Ümm-ü Gülsüm’dür “radıyallâhu anhünne”. Önce hazret-i Rukaye’yi tezvic ettiler. O vefat ettikten sonra, hazret-i Ümm-ü Gülsüm’ü tezvic ettiler. O da vefat ettiğinde, hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki; “Ya Osman! Eğer yanımda 3. kızım olsaydı, onu da sana verirdim.” Nur sahibi, ilim ve hilmin birleştiği zâttır.
1. Menakıb: (Bu menakıbı İslama gelme sebebidir.)
Hazreti Osman Nasıl Müslüman Oldu?
2. Menakıb: Muhyissünne imam-ı Begavi hazretleri (Mealim üt-tenzil) kitabında, sûre-i Bakaranın sonunda meal-i şerifi (Mallarını Allah yolunda infak edenler, dağıtanlar..) olan 262. âyet-i kerimesinin tefsirinde Kelebi’den nakil buyurmuşlar ki bu âyet-i kerime, hazret-i Osman bin Affan ve hazret-i Abdurrahmân bin Avf “radıyallâhu anhüma” hakkında nazil olmuştur. Abdurrahmân bin Avf, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” huzuruna 4.000 dirhem getirdi, koydu. Dedi ki yanımda 8.000 dirhem var idi. 4.000 dirhemi kendime ve aileme alıkoydum. 4.000 dirhemi Rabbime ödünç verdim. Resûl-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ona buyurdu ki (Evinde bıraktığına ve borç verdiğine, Allahü teâlâ bereket versin!) Ama Osman “radıyallahü teâlâ anh” müslümanları Tebuk gazasında techiz etti. Ticaret develerini, hevedleri ve çulları ile beraber verdi. O iki serverin hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu. Abdurrahmân bin Sümre “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki Ceyş-i Usrette hazret-i Osman, bin dinar ile geldi. Ceyş-i Usretten murad, Tebük gazasıdır. Hazret-i Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” kucağına altınları döktü. Ben gördüm. Resûlullah mübarek elini altınlar arasına dâhil kılıp, karıştırdı. Buyurdu ki (Osman’a bundan sonra yaptıkları zarar vermez.) Allahü teâlâ hazretleri meal-i şerifi, (Allah yolunda mallarını sarf eden kimseler, dağıttıkları şeyler ile karşısındakileri ezada ve minnette bırakmazlar. Onların ecrini onların Rabbi verir. Onlar için korku ve üzüntü yoktur.) olan âyet-i kerimeyi gönderdi. Minnet, ihsanda ve ikramda bulunduğu kimsenin, ben sana şunları verdim, bu kadar şey verdim, diye verdiği nimeti onun başına kakmak, onu üzmektir. Eza, nimet verdiği, ihsanda bulunduğu kimseyi mahçup etmek, utandırmaktır. Veya ikramda bulunduğu kimseyi, hiç bilmesi icap etmeyen birisi yanında ikram ettiğini söyleyerek utandırmaktır. Süfyan demiştir ki minnet ve eza demek, sana verdim, sen şükretmedin, demektir. Abdurrahmân bin Zeyd bin Eslem dedi ki benim babam der ki bir şahıs bir şeyi, bir kimseye bağışlasın. Sonra baksın ki senin selamın onun üzerine ağır gelir. Selamını o kimseden önce verme. Allahü teâlâ kullarına ihsan ve iyilik ettikten sonra, başa kakmayı haram kılmıştır. Kullarına her çeşit nimeti verip, onların başına kakmamayı kendi zât-i pakine mahsus sıfat kılmıştır. Zira kuldan minnet, kulun iyilik etmesi, sonra başa kakması ve üzmesidir. Hak Sübhanehü ve teâlâ hazretlerinin minneti, kullarına nimet vererek, kullarını memnun etmesi, hatta ihsanını arttırması, bunları hatırlatmasıdır. İmam-ı Begavi (Mesabih-i şerif) de hasen hadislerin birinde, Abdurrahmân bin Habbab “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet etti ki hadis-i şerifin mazmun-ı şerifi böyle beyan olunmuş ki Abdurrahmân dedi, ben hazır oldum. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri nasihat edip, Ashâb-ı kiramı Tebük gazvesine teşvik ederlerdi. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp, dedi ki ya Resûlallah! 100 deve, çulları ile [palanları ile] ve hevedler ile fisebilillah benim üzerime olsun! Sonra Fahr-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” yine tergib ettiler [teşvik ettiler]. Yine hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp dedi ki ya Resûlallah! 300 deve, çulları ile ve hevedleri ile fisebilillah benim üzerime olsun! Ben gördüm, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” minberden iner. Sonra buyurur: (Osman bundan sonra, nâfilelerden bir amel etmez ise de, bir beis yoktur. Zira o yaptığı Hasana ona bütün nâfileler yerine kifâyet eder.) Mutarrizi böyle demiştir.
3. Menakıb: İmam-ı Begavi “rahimehullahü teâlâ” (Mesabih-i şerif) de, Menakıb-ı Osman “radıyallahü teâlâ anh” babında sahih hadis olarak, hazret-i Aişe-i Sıddıka’dan “radıyallahü teâlâ anha” nakletmişlerdir. Hazret-i Aişe buyurdular ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, mübarek baldırları [topuk ile dizi arası] açık olduğu hâlde evimde yatıyordu. Hazret-i Ebû Bekir “radıyallahü teâlâ anh” kapıya gelip, izin istediler. Hazret-i Habîbullah izin verdiler. Kendileri o hallerini değiştirmediler. Sohbete başladıktan sonra, hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” gelip, izin istediler. Hazret-i Fahr-i âlem ona da izin verdiler, mübarek baldırları açık olduğu hâlde, sohbete başladılar. Sonra hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” gelip, izin istediler. Hemen Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri oturup, örtüsünü üzerine aldı. İzin verdi. Sonra cümlesi kalkıp, gittikten sonra, hazret-i Aişe “radıyallahü teâlâ anha” dedi ki ya Resûlallah! Pederim [babam] Ebû Bekir geldi. Hiç hareket etmediniz. Ömer geldi. Ona da aynı şekilde oldunuz. Sonra Osman geldi. Kalkıp, esvabınızı [elbisenizi] örttünüz. Server-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdular: (Meleklerin haya ettiği kimseden ben haya etmez miyim.) Bir rivayette buyurdular ki (Muhakkak ki Osman çok hayalı bir kimsedir. Ben ondan haya ettim. Eğer ona o hal üzere iken izin versem, içeri girip, hacetini [arzusunu, isteğini] bana söylemezdi.)
4. Menakıb: Yine (Mesabih) de, menakıbın Hasan hadislerinde, Talha bin Abdullah “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Her nebî için bir refik vardır. Benim refikim Cennette Osmandır “radıyallahü teâlâ anh”.” Yine aynı babda Hasan hadis olarak, Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Enes hazretleri dedi ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” bize biat-ı Rıdvân ile emrettikleri vakitte, hazret-i Osmanı Mekke-i mükerremede, Kureyşe resûl (haberci) göndermiş idi. Nas (insanlar) ile biat ettikte, (Muhakkak ki Osman, Allahü teâlânın ve Resûlünün hacetini [işini] görmektedir!) buyurup, mübarek ellerinin birini kendisi için, birini Osman için kıldı. Kendileri için kıldığı eli, hazret-i Osman için kıldığı el üzerine koyup, hazret-i Osman yerine biat ettiler. Nakleden der ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kendi mübarek elleri hazret-i Osman bin Affan için, sair insanların kendi ellerinden hayırlı oldu.
5. Menakıb: Yine (Mesabih) de, [hazret-i Osman’ın menakıbı babında] Hasan hadislerde Mürre bin Kab “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakil olunmuştur. Ben Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden işittim. Meydana gelecek fitneleri zikir etti. O hâlde [sırada] kendini örtmüş biri geçiyordu. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (O fitne günü bu kişi hidayet üzerinde sabittir.) Ben kalktım, o şahstan tarafa baktım. O şahıs Osman bin Affan “radıyallahü teâlâ anh” idi. Nakleden der ki o şahsın yüzünü Habîbullah hazretlerine göstererek, dedim ki bu mudur, ya Resûlallah! Evet, buyurdu.
Yine o menakıb babında, Hasan hadis olarak Mesabih sahibi beyan etmiştir. Aişe-i Sıddıkadan “radıyallahü teâlâ anha” rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular: (Ya Osman! Allahü teâlâ seni yakında halife yapacaktır. Seni halifelikten indirmek isteyen insanlar için, kendini halifelikten azl etme!) Bu hadis-i şeriften dolayı hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh”; muhasara olunduğu günü hilafetten çekilmedi. Yine o babda, menakıb-ı Hasande [Hasan olarak] İbni Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerinden rivayet olunmuştur: Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” fitneyi zikir etti. Buyurdu ki (O fitnede Osman mazlum olarak katl olunur.)
6. Menakıb: Hazret-i Osman bin Affan “radıyallahü teâlâ anh” imana geldikten sonra, amcası, hazret-i Osmana adavet ve husumet edip, eli ile ve dili ile çok eziyet yaptı. Sen Muhammedin dininden dön diye o kadar eziyet yaptı ki anlatmak ve söylemek mümkün değildir. Günlerden bir gün hazret-i Osman’ın yanına varıp, dedi ki insafa geldin mi. Hemen ya dininden dön, atan ve dedenin dinine gir. Veya sana eziyetten geri durmam. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki; ya amca! Bu kadar cefanın, 100 mislini de yapsan bana, hazret-i Muhammedin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” doğru dininden, dönmek ihtimalim yoktur. Boş yere zahmet çekersin, dedi. Sonra, amcası hazret-i Osman’a eziyet etmekten vazgeçti. O sadakat sahibi, cefadan kurtuldu. Doğru Fahr-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin saadethanelerine vardı. Diğer Ashâb “Rıdvânullahi aleyhim ecma’în” ile Habeşistan’a hicret ettiler. Hazret-i Osman 2 defa hicret etti. Evvelki hicreti, Habeşistan’adır. İkinci hicreti, Medine-i münevvereyedir. Cümle malı ile ve menaliyle ve aziz canı ile Fahr-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin uğruna [yoluna] feda olmuştur. Hiçbir zaman da, yüz çevirmemiştir. Din yolunda büyük hizmetler etmiştir “radıyallahü teâlâ anh”.
7. Menakıb: Hazret-i Osman’ın “radıyallâhu anh” malı gayet çoktu. Hatta, saadethanelerinde 300 cariyeleri var idi ki hizmet ederlerdi. Bir gün Osman “radıyallahü teâlâ anh” insanlık icabı cariyelerden birine ulaştı. Meyer Habîb-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerimeleri Rukaye “radıyallahü teâlâ anha” bu durumu anlamıştır. Kadınlık gayreti zuhura gelip, gönülleri huzursuz olmuş. Lakin hazret-i Osmanın yüzüne vurmayıp, hemen zerafet ile izin isteyip, babamın saadethanelerine gideceğim, dedi. Hazret-i Osman izin verdi. Ama içine tesir edip, kalbine ateş düştü. Kendi kendine dedi ki Habîbullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine varıp, benden şikayet ederse, benim halim nice olur. Ne dünyada ve ne ahirette yerim kalır, deyip, derhal abdest alıp, mübarek yüzünü ve sakalını kara toprağa sürüp, feryat ve figan ile Hak Sübhanehü ve teâlânın dergah-ı alisine tedarru ve niyaz etti. Hazret-i Rukaye “radıyallâhu anha” da Sultan-ı kainatın saadethanelerine vardıkta, Server-i Enbiya “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Rukaye hazretlerinin yüzünde sıkıntı eseri görüp, sual buyurdular ki ey benim ciğerguşem. Nedir halin, niçin sıkıntıdasın. Hazret-i Rukaye elinde olmayarak ağlayıp, dedi ki benim devletli babam, sultanım. Senin şan-ı şerefine lâyık olan bu mudur ki hazret-i Osman benim üzerime cariyeye baksın. Hazret-i Habîbullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”; (ey benim kızım! Eğer Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerinin rızasını ve benim rızamı istersen, bir an durma, var evine ki Osman hazretlerinin ayaklarına yüzünü sürüp, özür dile. Yoksa ne Hakkın huzurunda, ne de benim huzurumda yerin kalır.) deyip ve bir an durdurmayıp, hazret-i Osmanın huzuruna gönderdi. Rukaye da emr-i şerifine imtisal edip [uyup], acele ile geri evine geldi. Kapıya el vurdu. Baktı ki kapı kapanmış. Kapıya vurdu. Hazret-i Osman içeriden seslendi ki kimdir. Hazret-i Rukaye “radıyallahü teâlâ anha” dedi ki bu zayıfe hanımındır. Gelip, hazret-i Osman acele ile kapıyı açtı. Özür dilemek istedi. Hazret-i Rukaye “radıyallahü teâlâ anha” razı olmayıp, mübarek ayaklarına kapanmak istedi. Hazret-i Osman mâni olmak istedi. Hazret-i Rukaye razı olmadı. Elbette babam hazretlerinin emrini yerine getirmeyince içeri girmem, deyip, mübarek yüzünü hazret-i Osman’ın ayaklarına sürüp ve özür diledi. Ondan sonra hazret-i Osman secde-i şükredip, dedi ki ya Resûlullahın kızı! Madem ki baban sana böyle vasiyet etti. Ben de Allahü teâlânın aşkına ve babanın hürmetine haremimde olan 300 cariyenin tamamını azad ettim. Hür olsunlar, dedi. Hemen o saat, haber getiren melek Cebrâil aleyhisselâm, Habîbullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzur-ı saadetlerine geldi. Hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” cariyelerini azad ettiği haberini getirdi. Dedi ki ya Muhammed! Hak Sübhanehü ve teâlâ sana selam eder. Ve buyurdu ki Osman’ın yanında olan hafaza meleklerini kaldırdım. Bundan böyle hayrı ve şerri yazılmayacak. Ondan hesap sorulmayacaktır. Hesapsız Cennete dâhil olacaktır. Asla ondan bir şey sorulmayacak ve amelleri vezin olunmayacaktır! Ey mümin kardeşim. Var fikir eyle, hazret-i Osman ne mertebe sahip-i sultan imiş “radıyallâhu anh”.
8. Menakıb: Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” harem-i şerifinde [evinde] Habîbullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerimeleri Rukaye “radıyallahü teâlâ anha” hazretleri ile oturmuştu. Cariyelerden birisi, yiyecek getirdi. Hazret-i Osman taam getiren cariyenin yüzüne baktı. Hazret-i Rukaye farkına vardı. Hanımlık [kadınlık] gayreti galebe edip, huzursuz oldu. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” Rukaye hazretlerinin huzursuzluğunu görünce, ya Rukaye, ben o cariyenin yüzüne tama ile bakmadım, dedi ve yemin etti. Bakmamız istiyerek olmadı. Yoksa Allahü teâlâ bilir ki kasıt ile değildir. Hazret-i Rukaye inandı, teselli buldu, rahatladı. Zira muhakkak ki hazret-i Osman cariyenin yüzüne tama ile bakmamış idi. Hazret-i Osman Rukaye ile barıştıktan sonra, hatır-ı şerifine geldi ki Fahr-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerimesinin her ne kadar onu incitmeye kastım yok ise de kalbi incindi. Bunun için kefaret vermem gerek. Fahr-i âlem Seyyid-i veledi adem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerimeleri olduğu için, bu kadarcık nesneden dolayı 100 köle azad etti. Bu mertebe Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini severdi. O hazret-in hatır-ı şerifini gözetip, riâyet ederdi “radıyallahü teâlâ anh”.
9. Menakıb: Bir gün Resûl-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin yanında bir melek durdu. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” geçti. Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” dedi ki bu geçen kimdir. Dediler, hazret-i Osmandır. Hemen ki Osman adını işitti. Ayak üzerine durdu ve dedi ki ya Resûlallah! Bu serverden cümle melekler haya eder. Ve muhabbet edip, riâyet ederler ve bunun mertebesi Hak Sübhanehü ve teâlâ hazretlerinin dergah-ı alisinde yücedir. Bunun gibi şanı yüksek sultanı kavmi ne bahane ile cesaret edip, katl ederler, dedi. Var kıyas eyle ki melekler, hazret-i Osmanı “radıyallahü teâlâ anh” methedip, riâyet ederler. Bu sevmeyenler nasıl müslümanım derler veya Cennet yüzünü görmeye ümit ederler. Haşa ki bunu sevmeyen müslüman kamil olamaz. İman-ı kamil ile ahirete gidemez. Hazret-i Osmanın “radıyallahü teâlâ anh” menakıb-ı şerifleri sayısızdır. Bizim gibi biçarelerin bunun gibi ulu sultanın methini etmeye ve menakıb-ı şeriflerini yazmaya ve anlatmaya ne kudreti vardır. Lakin menakıb-ı şeriflerini yazmaktan muradımız, muhabbetleri kalbimizde yerleşsin, onu sevenler zümresinden olmak şerefine kavuşalım “radıyallahü teâlâ anh”.
10. Menakıb: Fahr-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, (Ya Osman! Hak Sübhanehü ve teâlâ senin evvel ve ahir günahını affetsin!) diye duâ etti. Hak Sübhanehü ve teâlâ Habîbullah hazretlerinin duâsını kabul edip, hazret-i Osmanı “radıyallahü teâlâ anh” affetti. Nice âyet-i kerime hakkında nazil olmuştur. Hazret-i Habîbullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” (Cennet ehli, Cennette bir burak gördüler. Bu burak nedir, diye sordular. Hak Sübhanehü ve teâlâ Âzamet ve kibriyası ile buyurdu ki bu bir nurdur. Burak değildir. Hazret-i Osman bir hücreden [odadan] bir hücresine giderdi. Gördüğünüz o nur, nalınının nurudur) buyurdu. Yerde yürürken Cennette nur verirdi. Meşhurdur ki hazret-i Osman, her gecede iki rekat namazda Kurân-ı azimüşşanı hatm ederdi.
11. Menakıb: Bir gün Server-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Ashâb-ı güzin “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretleri ile otururken, haber getiren melek, hazret-i Cebrâil aleyhisselâm geldi. Dedi ki ya Muhammed! Hazret-i Yusuf-i Sıddık aleyhisselâmın mübarek sakalına bakmak ister isen, hazret-i Osmanın mübarek sakalına bak. Hazret-i İbrahim Halilullah aleyhisselâmın mübarek sakalına bakmak istersen, hazret-i Osmanın mübarek sakalına bak. Her kimin bir Peygambere benzerliği varsa, o kimse muhakkak ehl-i Cennettir. Bu da Tarih kitaplarından alınmıştır.
12. Menakıb: Bir gün Osman bin Affan “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine gelip, dedi ki ya Resûlallah! Kemal-i lütfundan bu âciz bendenizi topraktan kaldırıp, evimizi şereflendiriniz, teşrif buyurunuz. Sultan-ı kainat ve mefhar-i mevcûdat buyurdular ki yalnız beni mi davet ediyorsun, yoksa Ashâb-ı kiramı da mı? Hazret-i Osman dedi ki Ashâb-ı kirâm da gelsinler. Server-i Enbiya “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, Bilal hazretlerini çağırıp, buyurdu ki: Ya Bilal! Bütün Sahabeye haber ver. Osmanın davetine gelsinler. Kendileri kalkıp, hazret-i Ali “keremallahü vecheh” ile hazret-i Osmanın saadethanelerine doğru gitmeye başladılar. Yolda giderken, hazret-i Osman, Resûl-i ekremin ardınca gidip, adımlarını sayardı. Resûlullah hazretleri buyurdu: Ya Osman! Niçin sayıyorsun. Hazret-i Osman dedi ki: Ya Resûlallah, her mübarek adımınız için, bir köle azad olsun. Davetten sonra bütün köleleri azad oldu. Kölelerin ahidnamelerini verdi. Şimdi ey mümin kardeşlerim. Hazret-i Osmanın menakıb-ı şeriflerini düşünerek, kendi kendinize insaf ediniz ki ne mertebede yar [sevgili] ve sâdık dost imiş.
13. Menakıb: Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki (Bütün Enbiya ve Mürselin “aleyhimüsselâm” hayatlarında iken birer kimse ile fahr eylemişler [öğünmüşler] idi. Ben de Osman bin Affan ile fahr eylerim [övünürüm]). Bir yerde de buyurdu ki (Bütün melekler benimle iftihar ederler. Ben Osman ile iftihar ederim.) Bir yerde de buyurdu ki (Mahşer gününde bütün Enbiya ve Mürselin “aleyhimüsselâm” eshaplarından birisini refik edip, onunla gezerler. Bir an yanlarından ayrılmazlar. Ben de Osmanı refik edinirim. Bir an onsuz olmam. Cennette benim refikim Osman olacaktır.) Hakkında nice senâlar edip, nice hadis-i şerif buyurmuşlardır. Şimdi ey gafil, gözünü aç! Can-ı dilden hazret-i Osmana “radıyallahü teâlâ anh” muhabbet eyle. Dostuna dost, düşmanına düşman ol ki arasat meydanında [o gün] büyük tehlikelerden kurtulup, Cennet-i alaya vasıl olasın. İnşaallahü teâlâ.
14. Menakıb: Aişe-i Sıddıka “radıyallahü teâlâ anha” nakil buyurmuştur. Bir gün Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Ya Aişe! Dilerim ki Ashâbımdan bazısı buraya [yanıma] gelsinler. Onlara bazı söyleyeceklerim vardır. Söyleyeyim.) Dedim ya Resûlallah! Ebû Bekri çağırayım mı? Bir şey söylemedi. Bildim ki onu dilemez. Dedim, Ömeri çağırayım mı? Onun için de bir şey demedi. Bildim ki onu dahi dilemez. Dedim, amcan oğlu Aliyi çağırayım mı? Ona da bir şey söylemedi. Dedim, Osmanı çağırayım mı? Buyurdular; (Çağır gelsin!) Çağırdım, geldi. Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” huzur-ı şerifinde durdu. Resûlullah hazretleri ona bazı şeyler söyledi. Onun rengi değişti. Bazı şeyler de söyledi. Rengi eski hâlini aldı. Hazret-i Osmanın evini muhasara ettikleri günde, ona dediler, niçin karşılık vermezsin. Dedi ki hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” benim ile sözleşmiştir. Bana çok söz söylemiştir. Ben bu belaya sabrederim. Hazret-i Aişe “radıyallahü teâlâ anha” demiştir ki benim zannım öyledir ki hazret-i Habîb-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” o vakit ona bu kıssayı haber vermiştir. (Şevahid-ün nübüvve) den alınmıştır.
15. Menakıb: Cabir-i ensariden “radıyallâhu anh” rivayet olundu. Bir gün bir cenaze götürdüler. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” çekinip, namazını kılmadı. Sual ettiler ki ya Resûlallah! Şimdiye kadar, hiçbir cenazeden çekinmeyip, gördüğünüz gibi namazını kılardınız. Hikmeti ne oldu ki bu meyitin namazını kılmadınız. Cevabında buyurdular ki (Bu şahıs, benim yarim Osman’a buğz ederdi. Osman’a buğz eden kimseye Allahü tebareke ve teâlâ buğz eder. Bir kimseye ki Allahü teâlâ buğz eder. Benim onun namazını kılmam uygun mudur?)
16. Menakıb: Abdullah ibni Abbas “radıyallahü teâlâ anhüma” rivayet etmiştir. Fahr-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurmuşlardır: (Osman’ın şefaati ile hepsi nara müstehak olan kimselerden elbette 70.000 kişi Cennete girse gerektir.) Abdullah ibni Ömerden “radıyallahü teâlâ anhüma” rivayet olunur ki Resûl-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurmuşlar ki (Miraç gecesi 4. göğe ayak bastıkta, önüme bir elma düştü. Alıp, ikiye böldüm. İçinden bir huri çıktı. Kahkaha ile gülerdi. Sual ettim ki sen kimin için yaratıldın. Dedi ki (Zulüm ile şehit edilen Osman bin Affan için yaratıldım) dedi.) “Radıyallahü teâlâ anh”.
17. Menakıb: Abdullah ibni Mesud “radıyallahü teâlâ anh” rivayet etmiştir. Bir gazada Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ile hazır idim. Zahire bitti. Askerde hayli üzüntü ve sıkıntı hâsıl oldu. Server-i âlem hazretleri bu duruma vakıf olup buyurdular ki (Vallahi güneş batmadan Allahü teâlâ hazretleri size rızk gönderir.) Bu manayı hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” hemen anlayıp, Allahü teâlâ hazretlerinin Resûlü mutlaka doğru söyler diye düşünüp, bir yerde 14 yük zahire buldu. Ağır beha [yüksek fiyat] ile alıp, güneş batmadan 9 yükünü Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine getirdi. (Bu nedir, ya Osman) diye buyurdukta, dedi ki Osmanın Allah ve Resûlüne hediyesidir. Seyyid-i kainat “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mucizatı tehirsiz meydana gelince, müminler sevinip, münafıklar mahzun ve giryan oldular. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri mübarek ellerini dergaha kaldırıp, (Ya Rabbi, Osmana çok ecîr ver, iyiliklerine bol karşılık ver) diye hayır duâ buyurdular.
18. Menakıb: (Osman bin Affanın “radıyallahü teâlâ anh” hilafeti.) Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” ahirete sefer ettikleri vakitte, hilafeti 6 serverin arasında müşavere ettiler. Yukarıda beyan olunduğu gibi, o 6 kişiden Sad hazretleri orada yoktu. Talha ve Zübeyr “radıyallahü teâlâ anhüm” itizar ettiler. Bizim hilafet ile işimiz yoktur. İstemeyiz dediler. 3 kişi kaldı. Osman ve Ali ve Abdurrahmân “radıyallahü teâlâ anhüm”. Abdurrahmân “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki: “Ben işi ikinize bıraktım.” Onlar dediler, öyle olsun. 3 gün mühlet istediler. Abdurrahmân hazretleri o 3 günde, halk arasında gizli-aşikar kimin halife olması gerektiğini araştırdı. Cümle halkın hazret-i Osman tarafına meyilli olduklarını öğrendi, tesbit etti. (Ben Osman bin Affanı “radıyallahü teâlâ anh seçtim) buyurdu. Hazret-i Ali “keremallahü vecheh” ve diğer Sahabe-i güzin “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” ile biat edip, fitne ve kavgayı ref’ ettiler. Ebul Muin Nesefinin (Temhid) kitabından alınmıştır.
19. Menakıb: Kurân-ı azimüşşanın toplanması, hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” tarafından yapıldığı halk arasında meşhur olduğu malumdur. Hazret-i Aziz’in “kuddise sirruh” (Güzide) adlı risalelerinde yazılı açıklamasından anlaşılan odur ki Kur’ân-ı Kerîmi, Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh”, hazret-i Ömer ve diğer Sahabe-i güzinin “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ittifakları ile toplamıştır. Hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” hilafetleri zamanında, Irak ve Şam fetholduğu zaman, halk arasında hiçbir kamil ve tamam mushaf yok idi. Kurân-ı azimüşşanın kıraatinde ihtilaflar vaki oldu. Halkın birbirini tekfir edip, inkar etmeye başlamalarından endişe edildi. Huzeyfe bin el-Yemani “radıyallahü teâlâ anh” Irak’ı feth edip, Şam tarafına gazaya gitti. Halkın bu ihtilaflarını görüp, dedi ki: Ya Emir-el müminin! Kitapullahta yahudiler ve nasraniler gibi, ihtilaf etmezden evvel ümmet-i Muhammede meded eyle! Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” bunu işitince, bütün Ashâb-ı kiramı toplayıp, Kur’ân-ı Kerîmin kıraatinde ihtilaf olduğunu anlatıp, buyurdular ki: Hatırıma böyle gelir ki esas mushaf, Ebû Bekr-i Sıddık’ın “radıyallahü teâlâ anh” topladığı Kur’ân-ı Kerîmdir. Ondan 5 aded mushaf yazıp, her birini bir velayete gönderelim. Halk ona tabi olsunlar. Sahabe-i kirâm, isabetli olacağını söylediler. Hazret-i Ali “keremallahü vecheh” buyurdular ki: Eğer ben de halife olsa idim, böyle yapardım. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh”, ilk mushafı, hazret-i Hafsa’dan “radıyallâhu anha” getirtip, Said bin As hazretlerine yazması için emretti. Zeyd bin Sâbit hazretlerine emretti ki kitap haline getirsinler. Bir rivayette Abdullah bin Zübeyr ve Said bin As ve Abdurrahmân bin Harise yazsınlar, diye emretti. Zeyd bin Sâbit kitap haline getirdi. Bunlara buyurdular ki eğer sizin bir müşkiliniz olursa, Kureyş lügatine müraceat ediniz. Zira Kurân-ı azimüşşan Kureyş lügati üzerine nazil olmuştur. Bunlar sûre-i Bakarada bir müşkilat ile karşılaştılar. Biri tabut okudu. Birisi tabuh okudu. Hazret-i Osman’a “radıyallahü teâlâ anh” arz ettiler. Hazret-i Osman, tabuttur buyurdular. Zeyd bin Sâbit hazretleri 5 mushaf yazdılar. Bu mushafların adlarına mushaf-ı imam koyup, her birini bir şehre gönderdiler. İhtilaf olunduğu vakit bu mushaflara müraceat olunsun. Birisini Mekke-i Mükerremeye, birisini Basraya, birisini Şam-ı şerife, birisini Kufe’ye gönderip, birisini de Medine-i Münevverede alıkoydular. Bir rivayette de 7 mushaf idi. Birisini Yemen tarafına, birisini de Bahreyn’e gönderdiler. Hazret-i Osmanın “radıyallâhu anh” rey’i ve tedbiri ve tasarrufları bu şekildedir. Başlangıçtan buraya kadar, (Ayni) ve (Güzide) kitaplarından nakil olunmuştur.
Yine Güzidede beyan buyurmuşlar ki evvela Kuranın tertibini Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beyan buyurmuşlardır. Cem olmasını [toplanmasını] hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” yapmıştır. Nitekim anlatıldı. Zeyd bin Sâbit “radıyallahü teâlâ anh” her mushafı bir kıraat üzerine yazmıştır. Onun için her velayetin ehli, bir kıraate tabi olmuşlardır. Hala o ihtilaflar ile o beldelerin karileri okurlar. Müşkili olan ona müraceat eylesin diye o mushaflarda nokta ve irab yoktur. Ancak imaleler gelen yerlerde kelimelerin altına sarihle işaret koymuşlardır.
20. Menakıb: Hazret-i Osman bin Affan “radıyallahü teâlâ anh”, Kurân-ı azimüşşanın yazılma işi ile uğraşırken, bir Cuma günü, Cuma namazını kıldıktan sonra, mübarek ellerini kaldırıp, duâ ederken, bir kişi geldi. Acayip sözler söyleyip, dedi ki; Ey Vahiy katibi! Sûre-i Tebbeti fazileti bakımından sûre-i İhlastan önce yazmak lâyık değildir. Akla da hoş gelmez deyip, bu şekilde bunun hikmetini öğrenmek istedi. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh”, o kişinin tereddütünü kaldırmak için, hemen kişinin gözlerini silip, (Bak, levh-i mahfuzu görürsün) dedi. O kişi de bakıp, o an levh-i mahfuzu gördü. Kurân-ı azimüşşan levh üzerinde, bu tertip üzerinde yazılmıştır. Her bir harfi ve sureler yerli yerindedir. Arap bu kerameti görünce, hazret-i Osmanın hizmetinden ayrı kalmayıp, tâat ve ibadeti ile meşgul oldu. Gel insaf eyle. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” büyük sultan değil midir. Aslında büyük bir sultana hizmet etmek, uğruna mal ve menalini feda etmek gerekir. (Gülşen-i Envar) kitabından alınmıştır.
21. Menakıb: Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” hilafetleri zamanında bir gulamın kulağını çekti. Kulağını acıtmıştı. O gulam mahzun oldu. Hazret-i Osmana dedi ki ya efendi! Kıyamet gününü düşün ki her kişi Hakkın huzuruna vardığı zaman hakkını alsa gerektir. Hazret-i Osman bu sözden pişmanlık duydu. Gulama buyurdu ki ya gulam! Sen de benim kulağımı çek, beraber olalım. Gulam da hazret-i Osmanın kulağını çekti. Hazret-i Osman buyurdu ki: Ya gulam, çok çek. Gulam dedi ki ya efendi, hazret-iniz kıyamet gününü düşünüp, korktunuz. Ben köleniz de kıyamet günü kısas yapılmasından korkarım.
22. Menakıb: Ömer bin Hattab “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri vefat etti. Hazret-i Osman “radıyallâhu anh” yerine halife oldu. Hazret-i Ömer’in vefat haberi rum diyarına erişti. Rum kayseri, Muaviye “radıyallahü teâlâ anh” üzerine hücum etti. Hazret-i Osman onu işitip, Abdullah bin Ebû Serh ve Abdullah bin Zübeyr’i imdada gönderdi. 2 fırka birbiri ile karşılaştılar. Ceng günü de belli oldu. Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin Ebû Serh’e dedi ki rum ve frenk askeri çoktur. Müslümanların askeri azdır. Onlara hile yaparak muzaffer olmalıdır. Henüz harp başlamamıştır. Sen asker ile durup, hazır ol. Benim tarafımdan tekbir seslerini işitince, hemen rum ve frenk askerine varıp, vuruşmaya başla. Zira haber almışım ki rum padişahları askerden ayrı yerde olup tavus kanadından yapılmış gölgeliğinde birkaç şarkıcı ile oturur. Abdullah bin Ebû Serh hazır vaziyette dururken, Abdullah bin Zübeyr 30 er alıp, resmi elçiler gibi gitti. Rum ve frengin askerine haber verdiler. Kaysere yakın vardı. O 30 askere dedi ki siz rum ve frengin askeri ile benim aramda durun ki benim halime vakıf olmayalar. Eğer benim halime kasıt etmek isterler ise, onları bir müddet meşgul ediniz. Bu arada ben de işimi yapayım. Hemen atını salıp, hücum etti. Cariyeler kendilerini kayserin üzerine attılar. Üçünü de kılınç ile helak edip, tekbir getirdi. O 30 er de yüksek ses ile tekbir aldılar. Abdullah bin Ebû Serh hazır vaziyette dururken, tekbir sesini işittiği gibi, İslam askeri ile bir yerden tekbir alıp, rum ve frenk askerine hamle edip, birbirlerine vurdular. 10.000 kâfiri kırıp, kılınçtan geçirdiler. Bu zafere Abdullah bin Zübeyr hazretlerinin dilaverliği sebep oldu. Meşhur rum şehirlerinden birkaç şehir müslümanların tasarrufuna dâhil oldu. Abdullah bin Ebû Serh Medayin’e vardı. O velayeti ele geçirip, haraç aldı. 26. senesinde Osman “radıyallahü teâlâ anh” Harem-i şerif etrafında birçok evleri satın aldı. Bu şekilde Mescid-i Haramı genişletti. 28. senesinde haber geldi ki Horasan kavmi emre muti olmuyorlar. Sad bin As hazretlerini gönderdi. Onları, itaate getirdi. Hem bu sene de müslümanlar arasında Kurân-ı azimüşşan kıraatinden ihtilaf vaki oldu. Yukarıda zikir olundu.
30. senede, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin yüzüğü, hazret-i Osman’ın elinden Eris kuyusuna düştü. Ne kadar istediler ise de bulamadılar. Bu sene Muaviye “radıyallahü teâlâ anh” Kostantiniye’ye [İstanbul’a] varıp, gaza etti. 32. senede rumdan bir asker gelip, müslümanlar ile ceng edip, muzaffer oldular. Abdullah bin Sebe adlı yahudi, hazret-i Ömer’in “radıyallahü teâlâ anh” zamanında müslüman olmuştu. Fakat, yahudilik kini gönlünde Bâkî kalmıştı. İslam dininde, çok kötü bir fitne çıkarmak istedi. Hazret-i Ömer’in şiddeti ve tedbirli hareketi onun fitnesine mâni olurdu. Osman “radıyallahü teâlâ anh” zamanında fırsat bulup, fitne çıkardı. Hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” gidişi, Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma” gidişlerine muhalif idi diyerek, müslümanları hazret-i Osman üzerine ayaklandırdı. Hatta insanlara öyle itikat ettirdi ki hazret-i Osman’ın üzerine yürümek, ayaklanmak ibadettir, fikrini aşıladı. Mısırlılardan bir gurub, hazret-i Ali’nin “kerremallahü vecheh” huzuruna geldiler, gittiler. Basralılar Zübeyr bin Avvam’ın huzuruna, Kufeliler, Talha’nın “radıyallahü teâlâ anhüm” huzuruna geldiler. Bu din büyüklerinin nasihatları bunlara fayda verip, nasihatları kabul ettiler. Sonra, bunlar yine fitne çıkarmak için toplandılar. Hazret-i Osman’ı ilzam [susturmak], yahut hilafetten hal’ etmek [çekilmesini sağlamak], eğer öyle olmaz ise, katletmeye karar verdiler. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin üzerine yürüdüler.
Dediler ki: Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma” Arafat’ta namazı kasır ettiler [kısalttılar]. Osman niçin tamam kıldı. Cevap verdi ki; İslamın işi büyüdü. Şark ve garbın halkı İslama gelip, Arafat’ta toplandılar. Eğer namazı tamam kılmasaydım, velayetlerin halkı kusur ederler ve böyle kılmak gerekli zannederlerdi. Kasır sünnetini bilmezlerdi.
2. sualde dediler ki: Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhüma” Ebû Zer Gıfârî’yi mükerrem tutarlar idi. Ebû Zer hazretleri, Şam’da Muaviye “radıyallâhu anh” yanında bulunuyordu. Muaviye “radıyallâhu anh” ile Beyt-ül maldaki malların kullanımı konusunda uyuşmazlık hâsıl oldu. Ebû Zer-i Gıfârî Şam’dan Medine-i Münevvere’ye geldi. Osman “radıyallahü teâlâ anh” onu Medine’den dışarı çıkardı. O da, bir harabe köyde mekan tuttu [yerleşti]. Osman “radıyallâhu anh” cevabında dedi ki Ebû Zer “radıyallahü teâlâ anh” ve Muaviye’nin “radıyallahü teâlâ anh” uygulamaları ve sözleri onların ictihadı ile alakalıdır. Onların birbirlerini sevmeleri âyet-i kerime ile sabittir. Medine’den uzakta ikâmet etmesi cahillere bir şey ulaşıp, İslama bir zarar gelmesin diyedir.
3. sualde dediler ki önceden zekatı amiller toplardı. Mal sahiplerinin isteğine [gönlüne] bıraktın. Ta ki gönlünün istediğine versinler. Cevap verdi ki: Amiller telef eder. Aldıkları vakit cebr ile alırlar. Ben mal sahipleri elinde koydum. Kendileri götürüp, Beytülmala teslim etsinler.
4. sualde dediler ki: Hakem bin As ile Mervan bin Hakem’i, Resûlullah hazretleri, nifak sebebi ile Medine-i münevvereden dışarıya sürdü. Hazret-i Osman yine Medine’ye getirdi, dediler. Cevap verdi ki: Resûlullah hazretlerinin son hastalıklarında onları getirmeye izin istedim. İzin verdiler. Bu sözü Ebû Bekir ve Ömer hazretlerine söyledim. Bir başka şahit istediler. Bulunmadı. Sonra hilafet bize erişti. İlmimiz o izin ile aynı oldu. Resûlullah hazretlerinin izini şerifleri ile onları geri getirdim.
5. sual olarak dediler ki Beni Ümeyye’nin ihsanını arttırıyorsun. Onların maişeti fazlalaşıyor. Cevap verdi ki Herkes bilir ki Allahü teâlâ hazretleri, ben kuluna servet vermiştir. Ben daima sıla-i rahmi muhafaza etmişimdir. Şu anda ömrümün sonuna geldim. Bu hâlde beğenilmiş durumun niçin aksini yapayım. Fakat vallahi beytülmaldan hiçbir şey onlara vermedim. Kendi malımdan verdim.
6. sual olarak dediler ki Kur’ân-ı Kerîmin birkaç nüshası hariç, diğerlerini niçin ateşte yaktın. Cevap verdi ki etraftan haber yazdılar ki Kurân-ı azimüşşan rivayetlerinde ihtilaf vaki olmuştur. Diledim ki bu vasıta ile din-i İslamda bir fitne çıkmasın. Aynı nüshayı bırakıp, değişik nüshaları yaktırdım. Kötüleyenlerin dilleri din-i İslam üzere olmasın.
7. sual olarak dediler ki Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine hürmeten minberden bir derece aşağı durdu. Ömer bin Hattab “radıyallahü teâlâ anh” Ebû Bekir’e hürmeten ondan aşağı durdu. Osman, Resûlullah hazretlerinin yerinde durdu. Cevap verdi ki: Eğer bu kaideyi devam ettirse idim, tedricen lazım gelir idi ki hutbeyi, bir kuyu kazıp, kuyu içine girip, okumak icap ederdi.
8. sual olarak dediler ki kapına kapıcılar tayin ettin. Cevap verdi ki: Devletin din işlerini görürken, din ile alakası olmayanların zararını def etmek için kendi etrafımı muhafaza ettim.
9. sual olarak dediler ki hayvanları Bâkî otunu yemekten men ettin [orada otlamalarını yasakladın]. Cevap verdi ki Beytülmal hayvanlarından dolayı onu korudum. Böylece, onu koruyup, telef etmesinler.
10. sual olarak dediler ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”hazretlerinin yüzüğünü kaybeddin. Cevap verdi ki Sahabe-i güzinin “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” gözleri önünde yüzük Eris kuyusuna düştü. Ne kadar aradıksa, bulamadık. O şereften mahrum kaldık. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” her bir suale lâyık olduğu üzere cevap verdi. Aliyül Mürtedanın “radıyallahü teâlâ anh” gayreti ile fitne sakin oldu [fitne çıkmadı]. Kavga def’ oldu.
23. Menakıb: Hazret-i Osman “radıyallâhu anh” halife iken, Yemen’de, Abdullah bin Sebe isminde bir yahudi, eski kitapları çok okumuştu. Medine’ye gelip, halifenin yanında müslüman olup halifenin gözüne girmek istedi. Bu fikirle müslüman oldu. Fakat, halife buna hiç yüz vermedi. Bu her yerde hazret-i Osman’ı kötüledi. Halifeye, bu yahudi dönmesi, her zaman seni kötülüyor, dediler. Halife, bunu Medine’den çıkardı. Bu da Mısır’a gidip, halifeye karşı propagandaya başladı. Çok bilgili olduğundan, cahilleri etrafına topladı. En çok söylediği şey, (Her Peygamberin bir veziri var idi. Bizim Peygamberimizin veziri de Alidir. Hilafet, onun hakkı idi. Osman onun elinden aldı.) sözleri idi. Fellahları kandırıp, Osman “radıyallâhu anh” kâfirdir, dediler. Mısır valisi Abdullah bin Sad’dan, halifeye şikayetler yazdılar. Mısırdan 4.000 kişi Medine’ye geldi. Halifenin beğenmedikleri hareketlerini kendisine bildirdiler. Halife her suale cevap verip, âyet-i kerime ve hadis-i şerifler ile haklı olduğunu ispat etti. Bir sene sonra, Mısır’dan 4.000 ve Iraktan 4.000 kişi geldi. Medine ahalisi silahlanıp, niçin geldiniz dediklerinde, hacca gidiyoruz dediler. Ahali de, silahını bıraktı. Gelenlerin maksatları hazret-i Osmanı hal’ etmek idi. Mısırlılar hazret-i Ali’yi, Iraklılar hazret-i Talha’yı halife yapmak istiyordu. Mısırlılar hazret-i Ali’ye gelip, (Seni halife yapacağız) dediler. Hazret-i Ali bunlara darılıp, (Peygamberimiz “aleyhisselâm” sizin yerleştiğiniz yere gelip konacak askerin mel’un olduğunu haber verdi) buyurdu. O gece halife, hazret-i Ali’nin “radıyallâhu anh” yanına gelip, bu askerleri geri döndür, dedi. Hazret-i Ali de peki deyip, sabahleyin askere nasihat verdi. Asker geri dönmekte iken, hazret-i Ali halifeye gelip, Mısır valisini değiştir, onların istediğini tayin eyle, dedi. Halife, Muhammed bin Ebû Bekir’i Vâli yaptı. Mısırlılar Vâli ile Mısra gitti. Fakat yolda bir haberci üzerinde halifenin mektubunu buldular. Eski vâliye emrolup gelenleri kabul ediniz deniyordu. O zaman yazılar noktasız olduğundan, noktanın yerine göre, katlediniz mânâsı da okunur. Mısırlılar böyle okuyup, kızdılar. Geri döndüler. Iraklıları da döndürdüler. Halifenin evini sardılar.]
Osman “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin mevcut 400 kölesi [kulu] var idi ki akçe ile almış idi. Hepsi harp aletleri ile kuşanıp, hazret-i Osman’ın sarayını kuşatmışlardı. Hazret-i Osman bütün kölelerini huzuruna çağırıp, buyurdu ki her kim odasına varıp, silahını bırakıp, kendi halinde oturursa, azad olsun. Benim hayır duam onun ile olsun. Onlar da emre uyup, dağıldılar. Ondan sonra hazret-i Ali’ye “kerremallahü vecheh ve radıyallahü teâlâ anh” haber verdiler. 10.000 kadar kimse hazret-i Osman’ın katli için toplanıp gelmişlerdir, dediler. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ayrılığı, imam-ı Ali “kerremallahü vecheh” hazretlerinin can-ı azizlerine bir mertebe kar eylemiş idi ki ne günleri gün yerine ve ne geceleri gece yerine geçer idi. Geceleri ağlar idi. Mübarek ciğerini dağlardı. Hatta Fahr-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sonra, Zülfikar adlı kılıcını mübarek beline kuşanmadı. Ve Düldül adlı atına binmedi. Gece-gündüz Ravda-i Mutahharasında olurdu. Onun için kendileri gitmeyip, imam-ı Hasanı ve imam-ı Hüseyini “radıyallahü teâlâ anhüma” gönderdiler. Tenbih ettiler ki her kim ki hazret-i Osman’ı kast için gelir ise kılıcı vurun. Her kim olursa olsun, aman vermeyin. Bu iki şehzade, bellerine kılıçlarını kuşanıp, hazret-i Osman’ın kapısına vardılar. Bu şehzadeleri gördükleri gibi, hiçbir fert kapıya gelmeye cesaret edemedi. Kapıyı bırakıp, saray duvarını deldiler. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” Kurân-ı azim ve Furkan-ı kerim okurlar idi. Okurken şehit ettiler (El hükmülil vahidil Kahhar). (İnna lillah ve inna ileyhi raciun). Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” vefat etmeden evvel hazret-i imam-ı Ali’ye haber verdiler. Acele ile kalkıp, hazret-i Osman’ın yanına gitti. İmam-ı Hasan ve imam-ı Hüseyin’i görüp, onları tektir edip, içeri hazret-i Osman’ın yanına vardı. Mübarek hatırını sordu. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” haline şükredip, dedi ki ya Ali! Bu benim başıma geleceğini beni bilmez mi zannedersin! Yoksa, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bana bildirmedi mi zannedersin. Ya Ali! Lütfedip, benden ötürü bir kimseye zarar etmiyesin. Bu gece Peygamberimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini rüyada gördüm. Bana buyurdu ki; (Ya Osman! Bu gece bizim yanımızda iftar edersin!) Ya Ali, on nesneyi sakladım. Mahrem hazine gibi kimseye açmadım. O on nesneyi bu üslub üzere takrir buyurdular: Ben İslamın III. halifesi oldum. Fahr-il kevneyn ve Resûl-i sekaleyn Peygamberimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin iki kerime-i muhteremelerini almak, hiç kimseye müyesser olmamıştır. Bana müyesser oldu. Teganni etmedim. Bütün ömrümde teganni etmek istemedim. Teganni edilen yere bile uğramadım. İmana geldikten sonra zina etmedim. Evvelden de zina etmemiştim. İmana geldikten sonra, hırsızlık etmedim. Evvelden de etmemiştim. Fahr-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ile biat edip, mübarek eline elim yapıştıktan sonra, sağ elimi avret yerime uzatmadım. Bir Cuma günü geçmedi ki ben bir köle azad etmiş olmayayım. Eğer hazır köle bulunmaz ise, sonra bir köle alıp, getirip, azad ederdim. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin zaman-ı şeriflerinden beri benim başıma geleceği bilirdim. Lakin kimseye açmazdım. Bu üslub ve bu tertip üzerine 7 mushaf-ı şerif yazdırıp, bütün muminleri ihtilaf etmekten kurtarıp, her birini bir iklime [memlekete] göndermek bana müyesser oldu.
24. Menakıb: Emrefendi buyurdular ki hazret-i Osman bin Affan’ın “radıyallahü teâlâ anh” mübarek hattı şerifleri ile yazdığı mushaflardan 3 tanesini gördüm. Birini Şam’da, birini Yemen’de ve birini Mısır İskenderiyesi’nde. Ama, bazılarından nakil olunur ki bu mushafların üçünde de meal-i şerifi “… Onlara karşı sana Allahü teâlâ kâfidir, yeter..” olan Bakara sûresi 137. âyet-i kerimesinde şehit ettikleri vakit, mübarek kanı damlamış. Lakin bazılarından da rivayet olunur ki şu anda kelam-ı şeriflerin birisinde adı geçen âyet-i kerimede mübarek kanı taze, sanki henüz damlamıştır. Allahü teâlânın hikmeti, Emrefendi huzuruna bir kaç defa varıldı. Ama bu haberin sıhhatini sormak müyesser olmadı. Lakin bu kadar kerameti, hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin yüce şanı için acayip değildir.
25. Menakıb: (Mesabih-i şerif) de, menakıb-ı hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” babının haseninde rivayet olunmuştur. Semame tebni Cezemil Kuşeyri dedi ki: Ben Yevmüttara hazır oldum. Yevmüttar, hazret-i Osman’ın katl olunduğu güne derler. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh”, sarayını muhasara edenlerin hâlini anladı. Onlara hitab edip, buyurdular ki: Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerine ve de İslama yemin ederim ki siz bilmez misiniz, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Medine’ye geldi. Medine-i Münevverede Rume kuyusundan başka tatlı su yoktu. Buyurdular ki (Rume kuyusunu kim satın alır, kendi kovası ile müslümanların kovasını bir tutarsa, onun Rume kuyusundaki kovasından Cennetteki kovası hayırlı olur.) Kendi halis malımdan o kuyuyu satın aldım. Siz bugün o kuyunun suyunu içmekten beni men’ edersiniz. Hatta derya (deniz) suyu gibi tuzlu su içerim.
Hepsi dediler ki: (Evet öyledir). Rume, bir kuyunun adıdır. Medine-i Münevverenin 6 mil miktarı uzağında bir kuyudur. O kuyu küçük vadidedir. Zira, Medine-i Münevverede iki vadi vardır. Büyük vadide olan Azize kuyusudur.
Şarih Gürani “rahimehullah” İbni Abdülberden nakletmiştir ki: Medine-i Münevverede bir yahudinin ağzı örülü bir kuyusu var idi. Suyu gayet tatlı idi. Suyunu satardı. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Rume kuyusunu kim alır, kendi kovasını müslümanların kovası ile beraber tutarsa, Cennetteki kovası bundan hayırlı olur.) Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” varıp, kuyuyu yahudi ile pazarlık etti. Yahudi kuyunun tamamını satmaktan imtina etti. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” da, yarısını aldı. Nöbet yolu ile bir gün Osmanın “radıyallâhu anh” olacak, bir gün yahudinin olacaktı. Hazret-i Osman nöbetini sebil ve sadaka etti. Yahudi ücret ile satardı. Müslümanlar da hazret-i Osmanın nöbeti geldikte, iki günlük su alırlardı. Yahudinin nöbetinde asla uğramazlar idi. Yahudinin pazarı kesada uğrayınca, diğer yarısını da satmak istedi. Diğer yarısını da Osman “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri ondan satın aldı. Evvelki yarısını yahudiden on iki bin dirheme almıştı. Diğer yarısını da 8.000 dirheme aldı. Tamamını sebil etti.
Yine hazret-i Osman muhasara edenlere hitab edip, buyurdu ki Allahü teâlâ hazretlerine ve İslama yemin ederim ki siz bilmez misiniz. Mescid dar geliyordu. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki (Falanın yerini kim satın alıp, Mescide katarsa, o yerden daha iyisine Cennette kavuşur.) O yeri has malım ile satın aldım ve Mescide ilhak ettim [kattım]. Siz bu gün beni o mescitte iki rekat namaz kılmaktan men’ ediyorsunuz. Dediler, evet öyledir. O yine buyurdu ki yemin ederim Allahü tebareke ve teâlâya ve İslama ki Tebuk gazasında, İslam askerini kendi malımdan techiz ettiğimi bilmiyor musunuz? Dediler; evet, biliyoruz! Yine buyurdu ki yemin ederim Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerine ve İslama ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Mekke-i Mükerremeden Sebir adlı dağa çıktılar. Ebû Bekr ve Ömer ve ben de beraber çıktım. Dağ harekete geldi. Hatta taşları döküldü. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” mübarek ayağı ile dağa vurup, buyurdular ki (Sakin ol ya Sebir! Senin üzerinde bir Nebî ve bir Sıddık ve iki şehit vardır.) Bunu bilmez misiniz. Dediler, evet, biliyoruz! Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” dediler ki (Allahü ekber! Kabenin Rabbine yemin ederim ki ben şehitim.) Allahü ekber sözünü, hayrette olan kimse hasmını ilzam ve ona tepki şeklinde söyler. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” o vakit, hasmlarını izhar edip, kendisinin hak üzere olup hasmlarının batıl üzerine olduğunu, onlar kendi dilleri ile ikrar ettiler. Hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Sebir dağı üzerinde iki şehit buyurduklarının birisi hazret-i Ömer, birisi hazret-i Osmandır “radıyallahü teâlâ anhüma”. Yine hasmlara hitab edip, dedi, Kabenin Rabbi hakkı için siz şahit olunuz ki muhakkak ben şehitim. 3 defa böyle buyurdular:
(Mesabih-i şerif) den yine o babda nakil olunmuştur: Süheyl der ki hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” dar gününde bana dedi ki muhakkak Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri benden aht aldı. Ben o aht üzerine sabrediciyim. Yani bana vasiyet buyurdular ki sabredeyim. Mukatele etmiyeyim.
26. Menakıb: Adi bin Hatem “radıyallahü teâlâ anh” rivayet etmiştir: Hazret-i Osman “radıyallâhu anh” hazretlerinin şehit olduğu gün bir nida işittim. (Ya Osman bin Affan! Rahatlık ve saadet ile Rabbini gazapsız bulman ile gufran ve Rıdvân ile müjdeliyorum.) Etrafıma baktım. Bir kimse görmedim. (Şevahid-ün nübüvveden) alınmıştır.
27. Menakıb: Yine adı geçen kitaptan tercüme olundu. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” şahadet şerbetini içti. 3 gün mübarek cenazesi durup, defnolunmadı. 3 günden sonra, hatıftan (gaybdan) bir ses geldi ki (Osmanın cenazesini defnedin. Namazını kılınız ki muhakkak Hak Sübhanehü ve teâlâ ve tekaddes hazretleri ona salavat etti, yani rahmet etti, diyordu.
28. Menakıb: Hazret-i Osman bin Affan “radıyallahü teâlâ anh” 3 günden sonra, Bâkî tarafına defnolunmaya giderken, arkalarından bir büyük bulut hâsıl oldu. Cenaze-i şerif ile gidenlerin yüreklerine korku düşüp, az kaldı ki cenazeyi bırakıp, gideceklerdi. O bulutun içinden bir ses, korkmayınız, meyyiti bırakıp gitmeyiniz ki biz de bu mübarek meyyitin namazını kılmaya geldik, diyordu. Meğer onlar melekler imiş. Hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” namazını kılıp, vücut-ı şeriflerini ziyaret etmek için gelmişler. Bu da (Şevahid-ün nübüvve) den tercüme olunmuştur.
29. Menakıb: Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” şehitlik rütbesine nail olduktan sonra, Fahr-ül kevneyn ve Resûl-üs sekaleyn “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Mescid-i şeriflerinin üzerinde, 3 gün 3 gece cinniler gelip, ağlayıp, feryat ve figan ettiler. Cümle halk bunların feryat ve figanlarını işittiler. Bu da hazret-i Osmanın “radıyallahü teâlâ anh” büyüklüğüne işarettir. (Şevahid-ün nübüvve) den tercüme olundu.
30. Menakıb: Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” şahadet mertebesine kavuşup, ahirete sefer ettikten sonra, Medine-i münevverede halifelerin oturması vaki olmamıştır. Allahü teâlânın rıza-ı şerifleri olmamıştır. Zira hazret-i imam-ı Ali “kerremallahü vecheh” halife olunca, rey’i şerifleri öyle oldu ki Kufe şehrine yerleştiler. Hazret-i Mürteda “radıyallahü teâlâ anh” Medine-i münevvereden Kufe şehrine varıp, orada yerleşmeleri, onun, Resûlullahın huzurunda izzeti ve kadri olmadığı şekliyle kıyas etmemelidir. Haşa öyle değildir. Nihayet ezelde böyle mukadder olmuş ki hazret-i imam-ı Ali “keremallahü vecheh” Hak sübhanehü ve teâlânın nusret ve inayeti ile Kufe şehrine varıp, etrafındaki memleketleri feth edip, oraları koruması ezelde takdir olunmuştur.
31. Menakıb: Hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” bir büyük kerameti de şudur. Hazret-i Osman’ın şahadetine gelinceye kadar bu ümmet arasında fitne yok idi. Hazret-i Osman şehit oldu. Dünya fitne ile doldu. Fitnenin sonu Deccal ile hitam [son] bulsa gerektir. Hazret-i Osman’ın şahadetinden bir kimsenin gönlüne bir zerre kadar sürur gelse, eğer o kimse Deccala yetişirse, ona tabi olup kâfir olmasından korkulur. Eğer Deccala yetişmezse, kıyamet günü haşr oldukta, Deccal ile haşr olmaktan korkulur. Neuzü billahi teâlâ. Allahü teâlâ hazretleri, müslümanları, Sahabe-i kirama zerre miktarı kalplerinde kin ve düşmanlık olmaktan ve hususi ile hulefâ-i râşidîn hazretleri hakkındaki düşmanlıktan hıfz eylesin “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”!
32. Menakıb: (Şevahid-ün nübüvve) de diyor ki: İbni Said-ül Gaffari derler bir kimse var idi. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” şahadet şerbetini içtikten sonra, saadethanelerine girdi. Orada Sultan-ı kainattan “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” kalmış bir asa var idi. Onu alıp, dizine dayayıp, kırmak istedi. Orada hazır olanlar, çağırışıp, sakın ola ki bu mübarek asayı kırma, zira, Fahr-i âlem hazretlerinden kalmıştır, dediler. O da asayı kırmadı. Lakin küstahlık edip, hazret-i Osmanın harem-i haslarına [evine] girip, o mübarek asayı kırmak kasıt ettiği için, o kimsenin ayağına bir hastalık zuhur edip, günden güne arttı. Senesine varmadı, öldü. Hak Sübhanehü ve teâlâ gayurdur [gayretlidir]. Dostlarına ihanet edenlerin dünyada olsun, ahirette olsun, haklarından gelir.
33. Menakıb: Büyüklerden birisi rivayet eder. Kâbe-i şerifi tavaf ederken bir ama gördüm. Hem tavaf ediyor ve hem de, (Ya Rab! Bilirim ki günahım affolunmaz!) diyordu. Ben de ona, böyle bir yerde, böyle söz söylenir mi, dedim. O da dedi ki: Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” şehit olunmazdan evvel bir arkadaşım ile hazret-i Osman şehit olduktan sonra, yüzüne bir tokat vuralım diye yemin ettik. Şahadet şerbetini içti. Ben ve arkadaşım hazret-i Osman’ın yanına vardık. Gördük, mübarek başı hatununun yanında, örtülmüş durur. Arkadaşım hatununa dedi ki aç yüzünü, Onun yüzüne tokat vurmaya aht ettik. Hatunu dedi ki Allahü teâlâ hazretlerinden korkmaz mısınız. Peygamber “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin sohbetini anmaz mısınız. Hazret-i Peygamberin 2 muhterem kerimesini aldığını fikir etmez misiniz. Ben hicab edip, geri döndüm. Arkadaşım orada kalıp, vardı, hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” mübarek başını açıp, nura gark olmuş yatarken, mübarek gül yanağına, kuruyacak bir eliyle tokat vurdu. Hazret-i Osman’ın hatunu, elleriniz kurusun ve gözleriniz kör olsun dediği gibi, o anda, kapıdan dışarı çıkamadan gözlerimiz kör oldu. Ve ellerimiz kurudu. Hazret-i Osmanın “radıyallahü teâlâ anh” menakıb-ı şerifine nihayet yoktur. (Şevahid-ün nübüvve) den tercüme olunmuştur.
Hazret-i Zeyd’den rivayet olunur ki hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” katline kasıt edenlerin tamamı az zamanda cünuna mübtela olup [aklını kaçırıp], helak oldular. Abdullah bin Mübarek “rahmetullahi teâlâ aleyh” bu haberi işittiği zaman (Delilik onlar için azdır) buyurmuştur.
34. Menakıb: Bir gün bir kervan Mekke-i Mükerremeye ticarete giderken, Medine-i Münevvereye uğradı. Allahü teâlânın hikmeti, kervan halkı hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” kabrinin yanında mola verdiler. Kervan halkı birbiri ile bu gece hazret-i Osman’ı ziyaret etmek için müşavere ettiler. Ertesi günü Sultan-ı kainat “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini de ziyaret edeceklerdi. Bütün kervan halki hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” kabrini ziyaret için abdest aldı. Meğer içlerinde bir rafizi varmış. Lakin onu bilmezlerdi. Buna da teklif ettiler. Bin türlü bahane bulup, ziyarete gitmedi. Çadırlardan kervan halkı gittikten sonra, bir büyük arslan geldi. O rafiziyi başından kavradı. Yer iken, kervan halkı ziyaretinden döndüler. Çadırlarına gelip, gördüler ki bir büyük arslan, arkadaşlarının başını kemirir. Aslan bunları görünce, rafizinin murdar leşini çadırdan dışarı çıkarıp, fasih lisan ile kervan halkına dedi ki hazret-i Osman’ı sevmeyenin sonu budur. Murdar leşi dağa doğru sürüye sürüye alıp gitti.
35. Menakıb: Hazret-i Hüseyin “radıyallahü teâlâ anh” rivayet eder. Hazret-i Osmanı “radıyallahü teâlâ anh” katl edenler pişman olup mescitte pişmanlıklarını anlatırken, sema [gök] yüzünden bir şahıs zuhur etti. Elini uzatıp, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hücre-i şerifesinden bir mushaf çıkarıp, bu sözü söylediğini gördüm. (Muhammed aleyhisselâm, dininde ayrılık çıkaran ve böylece fırkalara ayrılmaya sebep olan kimselerden uzaktır. Böyle olduğunu bilmiyor musunuz.)
Şehit olduklarında 82 yaşında idi. Bakide defn olunup, rahmet-i rahmana kavuştu “radıyallahü teâlâ anh”. Allahü teâlâ haşra ve kıyamete kadar ondan razı olsun! Malum ola ki hazret-i Osmanın “radıyallahü teâlâ anh” faziletlerinden bu zikir olunan, deryadan katre ve güneşten zerre mesabesindedir. Daha geniş malumat edinmek isteyen daha önce zikir olunan o 2 kitaba müracaat etsin. “Sallallâhü alâ seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecma’în.”
36. Menakıb: Osman “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin şanları ve şerefleri için nazil olan âyet-i kerimeler:
Hazreti Osman “radiyallahu anh” hakkında ayet-i kerimeler
37. Menakıb: Hazret-i Osman’ın “radıyallâhu anh” üstünlükleri hakkında bildirilen hadis-i şerifler ve haberler hakkındadır:
Hazreti Osman “radiyallahu anh” Hakkında Hadis-i Şerifler
38. Menakıb: Kıymetli kitaplarda haber verilmiştir. Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki: Bir gün Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerimeleri ve hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” zevcesi olan Rukaye’nin “radıyallâhu anha” huzurlarına vardım. Elinde bir tarak tutuyordu. Buyurdu ki kıymetli babam Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri şimdi yanımdan gitti. Bu tarak ile mübarek saçını ve sakalını taradım. Bana buyurdular ki (Ya Rukaye! Ebû Abdullah Osman bin Affan’ı nasıl buldun!). Ben dedim ki: (Hayır ile gördüm. İyilik ile gördüm!) Babam buyurdu ki: (Cümle Ashâbım arasında ahlakı bana en çok benzeyen odur. Osman’a hürmette kusur etme!)
39. Menakıb: Zübeyr bin Harraş rivayet eyler. Hazret-i Ömer “radıyallâhu anh”; kızı Hafsa’yı “radıyallâhu anha” hazret-i Osman’a “radıyallâhu anh” nikahlamak istedi. Hazret-i Osman özür beyan etti. Hazret-i Ömer üzüldü. Bu haber Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine erişti. Hazret-i Ömer’e buyurdular ki: (Ya Ömer! Kızını Osman’dan daha iyisi alacak. Ve Osman Hafsa’dan iyisini zevce edinecek. Sen kızını bana nikah et! Ben de kızımı Osman’a nikah edeyim!) [Hafsa “radıyallahü teâlâ anha” hicretin 3. senesinde, genç yaşında, Bedr gazasında bulunan Huneys’ten dul kalmış idi.]
40. Menakıb: Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” rivayet etmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki “3 nesne vardır ki her kim onlardan kurtulursa muhakkak kurtulur. Benim vefatım, Deccalın ve hak üzere olan halifenin katli.” Ebû Hüreyre buyurdu ki hak üzere olan halifenin kim olduğunu Leyse ve İbni Lehia’ya sordum. Bu halife Osman bin Affan’dır “radıyallahü teâlâ anh”, dediler.
41. Menakıb: Ukbe bin Âmir el Cüheni “radıyallahü teâlâ anh” bildiriyor. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir gün buyurdular ki: (Ya Eba Bekr ve Ömer! Sizin ikiniz, dünyada ve ahirette kardeşlersiniz. Şimdi her ikiniz, birbirinize selam veriniz ve musafaha ediniz.) Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömerin elini tuttu. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” tebessüm edip, buyurdu: (Ya Eba Bekr! Sen Ömerin önünce olursun!) Yani daha önce halife olursun. Sonra buyurdular. (Ya Zübeyr ve Talha! Siz de geliniz. Sizin aranızda da kardeşlik vereyim. Her ikiniz, dünyada ve ahirette kardeşlersiniz. Şimdi birbirinize selam verip, musafaha ediniz.) Nasıl buyurdu ise öyle yaptılar. Sonra buyurdu. Übey bin Kab ve Abdullah bin Mesut da öyle yaptılar. Sonra Ebû Ubeyde bin Cerrah ve Salimi, ki Salim Ebû Huzeyfenin kölesi idi, onlara da buyurdu. Onlar da öyle yaptılar. Sonra Üsame tebni Zeyd ile Ebû Hind öyle yaptılar. Ebû Hind Haccam ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden hacamat çekerdi. [Kanını alırdı.] Ve mübarek kanını içerdi. Hazret-i Resûlullaha ziyade muhabbetten onların yanında kardeşlik etti. Onlar da öylece yaptılar. Sonra Abdurrahmân bin Avf yüzünü hazret-i Osman bin Affan tarafına döndürüp dedi ki: (İnna lillah ve inna ileyhi raciun!). Bize ne olmuştur ve ne işlemişiz ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri benim ve senin tarafımıza iltifat etmedi. Allahü teâlâ hazretlerinin hışmından ve Resûlünün azarından; yine Allahü teâlâya sığınırız, dedi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri onlar tarafına bakıp, buyurdular ki: (Hak sübhanehü ve teâlâ hazretlerinin izzi ve celali ve kudreti ve Âzameti hakkı için, Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri sizin üzerinize hışmlı [gazaplı] değildir. Ve Resûli de sizin üzerinize azarlı [sizi azarlamış] değildir. Allahü teâlâ ve Resûlü ve melekleri yanında ikram görenlerdensiniz! Velakin, ben sizi yad etmek istediğim zaman, Hak Sübhanehü ve teâlâ bir melek göndermiştir. Beni men’ etti ve dedi ki onları sonra yad et ki onların ikisi de ganidir [zengindir]. Ben de ondan dolayı sizi sonra yad ettim. Bunun gibi, kıyamet gününde hesap ederler. Fakirlerin hesabını evvel yaparlar. Zenginlerin hesabını sonra yaparlar. Ve sonra siz, dünyada ve ahirette kardeşlersiniz. Siz de birbirinize selam verip, musafaha ediniz.) Onlar da öyle yaptılar. Sonra Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki (Razı oldunuz mu!). Onlar dediler ki: (Evet, razı olduk. Allahü teâlâ hazretlerine şükür ederiz ki bizi rüsva etmedi.) Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Sizin üzerinize daha ilave edeyim mi!) Evet, dediler. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu: (Siz ikiniz dünyada ve ahirette kardeşlersiniz! Cennette benim kardeşim İlyas aleyhisselâmdır. İlyas aleyhisselâm, Allahü teâlâ hazretlerine bütün halkın en sevgilisi idi. Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri Cebrâil aleyhisselâmı İlyas hazretlerine gönderdi ki Hak sübhanehü ve teâlâ hazretleri sana kardeşlik verdi; bir kulun halasıyle ki onu zulüm ile öldürürler. Ben ki Resûlullah olarak Hak Sübhanehü ve teâlâ hazretlerini sizi şahit tutarım ki size dünyada ve ahirette kardeşlik verdim. Siz bugün cümlenin iyisisiniz.)
42. Menakıb: Doğru rivayet ile gelmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sordular. Cennette berk [ışık, şimşek] olur mu? Buyurdular ki evet olur. Osman bin Affan bir kasırdan bir kasra giderken yüzünün nuru ışık olur. Bundan dolayıdır ki ona zinnureyn derler. Ulemanın bazının kavliyle, hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” uzun gecelerde tâat yapıp ve Kurân-ı azim-üş-şan tilâvet etmekten geri kalmazdı [yani tilâvet ederdi]. Mübarek pehlusunu yere koymazdı. Mübarek gözü ağlamaktan kuru olmazdı. Ahmed bin Attar “rahimehullahü teâlâ” bu manada şu şiiri söylemiştir:
Yumuk durmaktan gözlerim kurudu,
Sanki göz kapaklarım kısa imiş gibi.
Kapakları dikenle delik-deşik olmuş gibi,
Gözlerimin uyuyacak hâli yok.
Gece uzadıkça uzayınca derim ki
Ey gecem, gündüz daha çok uzakta!
43. Menakıb: Hazreti Osman’ın Hayası Nasıldı?
44. Menakıb: Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: Cebrâil aleyhisselâm bana söyledi. Allahü Sübhanehü ve teâlâ, Yusuf-i Sıddık aleyhisselâm hazretlerine vermiş olduğu güzelliğin benzerini Osman bin Affan’a da vermiştir. Her kim Yusuf aleyhisselâmın cemalini görmek isterse, Osman’ın cemalini görsün. Fakat, her kim Yusuf aleyhisselâmın cemalini gördü, fitneye düştü. Her kim Osman’ın cemalini gördü, hürmet eder oldular. Bir haberde de gelmiştir ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmuştur: Ben nice kere istedim ki Osman’ın yüzünü kemali üzere göreyim, kadir olmadım. Bir gün Cebrâil aleyhisselâma dedim, Ya Cebrâil! Ben ne kadar istedim, Osman’ın cemalini tamamen göreyim. Cebrâil aleyhisselâm dedi. Ben de kadir olamadım ki Osman’ın cemalini göreyim. Ya Resûlallah! O kadar hürmet ve büyüklük ve haşmeti, biz meleklerin kalbinde zuhura gelmiştir ki gözlerimiz Osman’ın cemalini müşahede etmekten alıkoymuştur. Ya Resûlallah! Her gece yarısı ki Osman evinden mescide gelir. Göklerin ve 7 yerin meleklerine, Osman’ın haşmet ve hayasından hacalet gelir [utanırlar, mahçup olurlar].
45. Menakıb: Cabir ve Enes “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretleri rivayet etmişlerdir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki (Ben miraç gecesi dünya gökünde bir mihrap gördüm. 4 mil uzunluğu, 1 mil eni ve mercan tanesinden idi. O mihrabın içinde Osman’ın hüsn ve cemalinin suretini gördüm. 2. gökün üzerinde bir mihrap gördüm. 40 mil uzunluğu ve 10 mil eni ve bir tane inciden idi. Onun da içinde Osman’ın hüsn ve cemalinin suretini gördüm. 3. gökün üzerinde bir mihrap gördüm. 400 mil uzunluğu ve 100 mil eni ve bir firuzeden idi. O mihrabın içinde Osman’ın güzel suretini gördüm. 4. gök üzerinde bir mihrap gördüm. İkibin mil uzunluğu ve 1.000 mil eni ve bir yakut tanesinden idi. O mihrabın içinde Osman’ın güzel yüzünü gördüm. 5. gök üzerinde bir mihrap gördüm. 3.000 mil uzunluğu, 2.000 mil eni, bir tane kırmızı yakuttan idi. O mihrabın içinde Osman’ın genç cemalini gördüm. 6. gök üzerinde bir mihrap gördüm. 4.000 mil uzunluğu ve bin mil eni ve bir tane zebercetten idi. O mihrabın içinde Osman’ın hüsn-ü suretini gördüm. Fevc fevc, taife taife, güruh güruh, her an ve her saat mukarreblerden ve ruhanilerden ve kerubilerden [melekler] gelirler ve o mihrabın beraberinde durup, Osman’ın hüsn-i suret ve cemaline karşı Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerine senâ ederler. Ben dedim ki ya Cebrâil! Mihrabların sadrında [içinde] olan Osman’ın bu suret, hüsn ve cemali ne zamandan beri zuhura gelmiştir. Hazret-i Cebrâil aleyhisselâm dedi: O Allahü teâlâ hakkı için ki Adem safiyullah “alâ nebiyyinâ ve aleyhissâlatü vesselâm” halk olunmazdan 400.000 sene önce, Osman’ın bu suret ve cemali bu 7 gök üzerinde mihrablarda zuhur etmiştir. Amel-i salihinin bereketinden ve hayratından zuhura gelmiştir.)
Bu salih amellerin birincisi odur ki Osman “radıyallâhu anh” daima oruç tutardı. İkincisi, gece yatmaz. Bütün gece namaz kılardı. Üçüncüsü, elbisesi olmayanlara elbise alarak giyindirir. Dördüncüsü, açların karnını doyurur. Beşincisi, Sûre-i ihlası çok okur. Altıncısı, hazret-i Osman gönlünde müslümanlara bir zerre gıl ve gış, kin, hased, sui zan tutmaz. Yedincisi, her acz, her bela, her musibet Osmanın önüne gelir. O hâlde hışmını yutup, sabreder ve kimseye şikayet etmezdi.
46. Menakıb: Ebû Osman Hayri “rahmetullâhi aleyh” (Letaif) kitabında yazmıştır. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki (Miraç gecesi beni göğe götürdüler. Dünya göküne vardım. Osman’ın suretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile eriştin. Dedi, gece namazı ile. 2. göğe vardım. Osman’ın suretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile eriştin. Dedi, Kurân-ı azim-üş-şan okumak ile. 3. göğe eriştim. Osman’ın suretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile erdin. Dedi, sûre-i İhlas okumak ile. 4. göğe vardım. Osman’ın suretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile eriştin. Dedi, Al-i Resûle [Resûlün akrabasına] nasihat etmekle. 5. göğe eriştim. Osman’ın suretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile eriştin. Dedi, Mescitte îtikâf etmekle. 6. göğe vardım. Osman’ın suretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile eriştin. Dedi, Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerinden haya etmek ile. 7. göğe eriştim. Osman’ın suretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile eriştin. Dedi, Musibetler ve mihnetler çekmekle.)
47. Menakıb: Osman “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine Zinnureyn denilmesinden bir miktar anlatılmıştı. Lakin, daha da ziyade [çok] beyan edelim.
Hazreti Osman’a niçin “zinnureyn” denilmiştir?
48. Menakıb: Haberde gelmiştir. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” bir gün, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, kendi evlerine hiç yiyecek [taam] göndermediğini işitmişti. Evdekilerin rengi açlıktan değişmişti. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri mescid-i şerife teşrif buyurmuş ve namaz kılıyorlar idi. Hazret-i Osman “radıyallâhu anh” bu hâli haber aldı. Hazret-i Selmana ıtab etti ki niçin acele haber vermedin. O saat bir semiz koyun, bir miktar bal ve bir dank un getirdip, Aişe-i Sıddıka “radıyallahü teâlâ anha” hazretlerinin hücre-i şerifine [evine] gönderdi. Ya Aişe, ya ümmül müminin! Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bunu, hanımları [evleri] arasında taksim edeceğini biliyorum! Sen söyle ki taksim etmesin. Ben her eve bu kadar gönderdim. Aişe-i Sıddıka “radıyallahü teâlâ anha” buyurdular ki ben emrettim. Koyunu boğazladılar. Ekmeyi pışırdim. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, devletle ve saadetle mescid-i şeriften geldiler. Bu unu, ekmeyi ve balı gördüler. Bunlar nereden geldi diye sordular. Hadiseyi söyledim. İstedi ki diğer evlere [hanelerine] de taksim etsin. Hazret-i Osmanın söylediğini haber verdim. Mübarek ellerini kaldırıp, buyurdu ki: (Ya Rabbi! Osmanın gelmiş ve gelecek gizli ve aşikar günahlarını affet!)
49. Menakıb: Osman “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden sual ettiler. Ya Emir-el müminin! Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri hakkı için söyle ki bu makama ne ile ulaştın. Cevap verdi ki Kitapullahı sağ tarafıma koydum. Sünnet-i Resûlullahı sol tarafıma koydum. Bilirdim ki Allahü teâlâ hazretleri benim sırlarımı bilir.
Haberde gelmiştir. Hazret-i Ali keremallahü vecheh ve radıyallâhu anh”, Fâtıma-tüz-zehra “radıyallahü teâlâ anha” üzerine bir başka hanım daha almak istedi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine kerih gelip, hazret-i Ali’ye üzüldüler. Hazret-i Ebû Bekir “radıyallahü teâlâ anh” şefaat etti. Affetmedi. Ömer-ül Fâruk “radıyallahü teâlâ anh” şefaat etti. Affetmedi. Osman bin Affan “radıyallahü teâlâ anh” şefaat etti. Afv buyurdular. Sonra sordular ki ya Fahr-i âlem ve ya Seyyid-i veledi Beni adem! Neden Ebû Bekir ve Ömer’in şefaatini kabul etmediniz de Osman’ın şefaatini kabul edip, affettiniz. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki (Bir kimsenin şefaatini kabul ettim ki Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerine hitab edip derse ki ya Rab! Bu yer ile gökü yer değiştir, yer değiştirir. Veya derse ki ya Rab! Ümmet-i Muhammedin cümle asilerine rahmet eyle! Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri şefaatini kabul edip, cümlesini affeder.)
50. Menakıb: Bir gün Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Aişe-i Sıddıkanın “radıyallahü teâlâ anha” hücresinde [evinde] otururdu. Hazret-i Osman “radıyallâhu anh” 4 deve yükü buğdayı Fahr-i kainata hediye ettiler. Hizmetçileri geri gelip dediler ki ya efendi, buğdayı Habîb-i Rabbil âlemin, muhacirine verdiler. Hazret-i Osman 4 deve yükü daha buğdayı gönderdi. Onu da Resûl-i ekrem hazretleri Ensara dağıttılar. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” 4 deve yükü buğdayı daha gönderdi. Fahr-i kainat onu da ıyali arasında taksim edip, evlerine gönderdiler. Getiren hizmetçilere sordular ki seyyidinize kaç deve yükü buğday getirmişlerdi. Hizmetçiler dediler, on iki yük. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular. (Tamamını bize gönderdi. Kendi için bir miktar alıkoymadı.) Mübarek ellerini kaldırıp, buyurdu: (Ya Rab! Ben Osman’ın ihsanından âciz oldum. Her kim bana ihsan etti, Ben ona mükafatını verdim. Ama Osman’ın mükafatından acizim ya Rab. Sen Osman’a karşılığını ver.) Derhal Cebrâil aleyhisselâm geldi. Buyurdu, (Ya Muhammed! Cebbar-i âlem sana selam eder. Buyurdu ki Osman’a benden selam söyle. Söyle ki biz ondan razı olduk. Onu Cennette Muhammed’e refik ettik. Arasat hesabını ondan ref’ ettik. Eğer sen ona mükafattan âciz isen, biz ona mükafattan âciz değiliz.)
51. Menakıb: Bir gün hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” 7 tabağı altın ile doldurup, 7 hizmetçinin eline verdi. Muhammed Mustafa “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine hediye gönderdi. Hizmetçiler, tabakları huzuruna koydular. Hazret-i Resûl-i ekrem buyurdular ki geri gidin, efendinize selam götürün. Hizmetçiler [köleler] dediler ki: Ya Resûlallah, efendimiz bizi de tabaklar ile size hibe etmiştir. Resûlullah hazretleri buyurdular ki (Ya Rabbi! Osman’ı sana havale ettim.) Hemen Cebrâil aleyhisselâm geldi ki (Allahü teâlâ sana selam eder ve buyurur ki Osman’a benden selam eriştir ve de ki Huld ve Naim Cennetini bu hediyesine karşılık olarak ona bağışladım.)
52. Menakıb: Aliyül-Mürteda “radıyallahü teâlâ anh” Fâtıma-tüz-zehra “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerine düğün yapmak istedi. Dünyalıktan hiçbir nesnesi yok idi ki harc etsin. Kendi zırhını pazara gönderdi. Satıp, düğününe harc edecekti. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” pazarda gezerken, hazret-i Alinin zırhını tanıdı. Dellalı çağırıp dedi ki bu zırha, sahibi ne beha [fiyat] ister. Dellal dedi, 400 dirhem ister. Osman “radıyallâhu anh” buyurdu ki gel akçasını al. Saadethanesine vardı. Zırhı dellaldan alıp, behasını verdi. Bir 400 dirhem de sayıp, zırhı da üzerine koyup, hazret-i Aliyye gönderdi. Buyurdu ki bu zırh senden gayriye lâyık değildir. Bu akçayı da düğüne harc et. Bizim özrümüzü de kabul et.
53. Menakıb: Hazret-i Osmanın “radıyallahü teâlâ anh” Şamdan 100 deve yükü buğday getiren kervanı geldi. Medine-i münevverede kaht [kıtlık] var idi. Sahabe-i güzin “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” işittiler ki hazret-i Osman’ın kervanı gelmiş, satlık buğdayı varmış. Varıp müşteri oldular. 1 menn’ine 7 dirhem verdiler. Hazret-i Osman satmam, dedi. Niçin dediler. Sizden daha fazla fiyat ile alıcı var. Her kim daha fazla verirse ona veririm, dedi. Sahabe-i kirâm mağmum [gamlı] ve mahzun dönüp, Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin huzuruna varıp, söylediler. Dediler, ya Sıddık, ya halife-i resûl-i muhtar; bilmezsin ki Osman bu gün bize netti. Biz buğdayını almaya vardık. Her menn’ine 7 dirhem verdik. Vermedi. Bize, sizden daha fazla fiyat ile müşteri var. Ona vereceğim diye de cevap verdi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Ashâbına böyle cevap vermesi lâyık mıdır. Ashâbdan ve Muhacir ve Ensardan olarak kim vardır ki böyle ihtiyaç mahallinde malını satmayıp, ziyade [çok] para ister. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular, sizin Osman ile münakaşanız olmamıştır. Onun hakkında kötü düşünmeyiniz ki o Cennet-i Mevada Resûlullahın refikidir. Resûlullahın damadıdır. Siz Osman’ın sözünü düşünmemişsinizdir. Sonra Sahabe-i güzine buyurdular ki benim ile geliniz. Saadet ile kalkıp, hazret-i Osman’ın yanına geldiler. Hazret-i Osman’a buyurdular ki: Ya Osman! Ashâb sizden şikayet edip, sizin bir sözünüze üzülmüşler. Hazret-i Osman dedi ki; ya halife-i Resûlillah, söylediklerim hakkında ne söylerler. Ebû Bekr “radıyallâhu anh” dedi ki: Sen demişsin ki sizden daha fazla fiyat ile almak isteyen var. Hazret-i Osman dedi ki: Evet ya halife-i Resûlillah! O fazlaya alan, onun 1’ini 700’e alır. Bunlar 1’i 7’ye alır. Biz bu buğdayı ona verdik ki 1’i 700’e alır. O 100 deve yükü buğdayı Medine fukarasına tasadduk edip ve develeri de kurban etti. Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” bunu görüp, şâd oldu. Kalkıp, Osman “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin alnından öptü. Buyurdu ki: Ben bilmiştim ki Ashâb senin sözünü anlamamışlardır ve muradının ne olduğunu bilmemişlerdir. O gece emir-ül müminin Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini rüyada gördü. Hulleler giymiş, mübarek başına sarığını sarmış; mübarek elinde bir demet menekşe ile nazik civanlar gibi gülerek bağdan geliyordu. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki (Ya Resûlallah! Nereden teşrif edersiniz.) Buyurdular: (Osman bin Affanın ziyafetinden geliyorum. İyi sadaka verdi. Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri 400 yük misk ve anber hazret-i Osmana verdi.)
54. Menakıb: Haberde gelmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Osman bin Affanın şehit olduğu vakitte, kıyamet gününe kadar her kim müslümanların erkeğinden ve kadınından, Osmanın şahadetini okuyunca; yahut dinleyince, yahut fikir edince [düşününce], onun sebebi ile mahzun ve mağmum [gamlı] olup gözünden yaş gelirse, o kimsenin kulağı, ölüm zamanında La büşra [müjde yok] nidasını işitmez. Onun gözü kabirde ve kıyamette karanlık ve körlük görmez. Onun gönlü dünyada ve ahirette ayrılık derdi ile dertlenmez.) [Yani müjde var nidasını işitir. Kabir ve karanlıkta görür. Gönlü açık olur.]
55. Menakıb: Hazret-i Aliyül Mürteda “keremallahü vecheh”, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sordu: (Ya Resûlallah! Kıyamet günü evvela kimin hesabını görürler. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki (Evvela hesabı görülen benim. Sonra Ebû Bekr, sonra Ömer, sonra sen ya Ali!). Hazret-i Ali dedi ki (Osmanın hesabı nasıl olur?) Buyurdular ki (Benim bir vakit Osmana bir hacetim düştü [ihtiyacım oldu]. O haceti Osmandan gizli taleb ettim [Gizlice yapmasını istedim]. Osman o hacetimi [isteğimi] gizlice yerine getirdi. Ben Hak sübhanehü ve teâlâdan rica ettim [istedim], Osmanın hesabı gizli olsun.)
(Duâ ): Emir-el müminin Osman “radıyallahü teâlâ anh” daima bu duâyı okurdu: (Allahım! Dinimi, İslamımı, emanetimi ve imanımı, fercimi [hayamı] muhafaza eyle!)
Osman; üçüncü meh-i hilafet,
mazlum-ü şehit-ü zü saadet.
Damad-ı Nebî, kemal pişe,
ferhunde lika, şeh-i firaset.
Ol himmet edip, becan ol dem,
techiz olundu, ceyş-i usret.
Bu din-i mübine, her cihetle,
hizmetle buldu, fevz-u rif’at.
Eylerdi haya, Melaik, ondan,
tashih olundu, bu rivayet.
Nureyni sahabet etti; oldu,
mahsus ona, bu büyük devlet.
Sevmek gerek, ol bihin kadri,
İslama budur, büyük alâmet.
Ayrılma! O şem’i rah-ı dinden,
lazımsa sana eğer hidayet.
Etsin o şehin Huday-ı mennan,
ruhuna hezar ravh-u ihsan.