Ashâb-ı kirâmı kötüleyenler, 22 fırkadır. En kötüsü (Allah, Ali’nin içindedir. Ali’ye tapmak, Ona tapmaktır) diyor. 2. kısmı, bunları kötüliyor ve (Ali, Allah olur mu? O, insandır. Fakat, insanların en üstünüdür. Allah, Kurân-ı Kerîmi ona gönderdi. Cebrâil de, iltimas edip, Muhammed’e “aleyhisselâm” getirdi. Muhammed “aleyhisselâm”, Ali’nin hakkını yedi) diyor. 3. kısım, bunları kötüliyor ve (Hiç böyle olur mu? Bizim Peygamberimiz, Muhammed “aleyhisselâm”dır. Fakat, benden sonra, Ali halife olsun dedi. Ashâb-ı kirâm, dinlemeyip, diğer üçünü halife yaptı. Aliyi dördüncüye bıraktı) diyorlar. Diğer 3 halifeye, Alinin hakkını aldılar diye düşman oluyorlar. Ashâb-ı kirâmın hepsine de, onun hakkını vermediler diye düşman oluyorlar. Kendi hakkını aramadı diye, Ali’ye de “radıyallâhu anh” çok kızıyorlar. Bu 3 kısmın hepsi kâfir oluyor. Diğer fırkalar da, ya kâfir oluyor veya bidat fırkası oluyor. Allahü teâlâ, hepsine hidayet versin! Doğru yola gelmek nasip eylesin!

Bugün, İran’ın birçok köylerinde ve Irakta milyonlarca insan, zehirlenmiş, yolu şaşırmışlardır. Bu sapıklarca en kıymetli kitap olan (Hüsniye) ismindeki 100 sayfa kadar bir roman, elimize geçti. İstanbul’da basılan bu kitap, Harun Reşid’in sarayında, Hüsniye isminde bir cariyenin, bazı kimselerle yaptığı konuşmasını yazmakta imiş. Bunun, Murteza adında bir acem yahudisi tarafından, İran’da yazıldığı, fârisîden türkçeye çevrildiği anlaşılıyor. Âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere bozuk mânâlar vererek, vak’a ve hadiseleri yanlış anlatarak, Ashâb-ı kirâma “radıyallahü teâlâ anhüm” ve Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmakta, acıklı hikayeler uydurarak, cahilleri aldatmaktadır. Mesela:

1) (İmâm-ı Şâfiî Bağdat’ta idi. Ebû Yusuf de kadı idi. Aralarında çok düşmanlık vardı) diyor. İctihattan haberi olmadığı için, ictihattaki ayrılıkları, düşmanlık sanmaktadır.

2) (Ebû Yusuf ve Şâfiî ve Bağdat âlimleri, Hüsniye’ye cevap veremedi) diyor. İmâm-ı Şâfiî’nin büyüklüğünü bilmediği için, sıkılmadan böyle yazıyor. Halbuki Ferideddin-i Attar “rahmetullâhi aleyh” (Tezkiret-ül-evliyâ) da diyor ki:

İmâm-ı Muhammed Şâfiî “rahime-hullahü teâlâ”, 13  yaşında iken, Harem-i şerifte, (Bana istediğinizi sorunuz?) derdi. 15 yaşında iken fetva verirdi. Zamanının en büyük alimi olan ve 300.000 hadisi ezber bilen İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel “rahime-hullahü teâlâ”, ondan ders almaya gelirdi. Çok kimse, İmâm-ı Ahmede, (Böyle büyük bir âlim iken, kendin gibi bir genç karşısında nasıl oturuyorsun?) dediklerinde, (Bizim ezberlediklerimizin mânâlarını o biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyayı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdadır) derdi. Bir kere de, (Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allahü teâlâ, bu kapıyı, kullarına, Şâfiî vasıtası ile tekrar açtı) demiştir. Bir kere de, (İslamiyete, şimdi Şâfiîden daha çok hizmet eden birini bilmiyorum) dedi. İmâm-ı Ahmed, yine buyurdu ki (Allahü teâlâ, her 100 yılda bir âlim yaratır, benim dinimi, herkese onun ile öğretir!) hadis-i şerifinde bildirilen âlim, İmâm-ı Şâfiîdir. [Bu hadis-i şerif, bu âlimlerin Darülİslamda zuhûr edeceğini bildirmektedir.] Süfyan-ı Sevri “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki (Şâfiînin aklı, zamanındaki insanların yarısının akılları toplâmından fazladır). Abdullah-i Ensârî “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki (Şâfiî mezhebini iyi bilmiyorum. Fakat, İmâm-ı Şâfiîyi çok severim. Çünkü, hangi makâma baksam, onu herkesin önünde görüyorum). İmâm-ı Şâfiî bir gün ders verirken, yerinden birkaç kere kalktı, oturdu. Sebebini sorduklarında, (Bir Seyyid çocuğu, kapının önünde oynuyordu. Karşımdan geçtikçe, ona saygı olarak kalkıyorum. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” torununu görüp de, kalkmamak câiz olmaz) dedi. [Her zaman, her yerde, her müslümanın, Seyyidlere hürmet etmesi lâzımdır.] Hüsniye kitabını yazanın bundan haberi olsaydı, (İmâm-ı Şâfiî, Ehl-i beytin düşmanı idi) demekten haya etmesi lazım gelirdi. Rebi bin Haysem “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki (Rüyada, Âdem aleyhisselâmı ölmüş gördüm. Zamanımızın en büyük alimi vefât edecektir dediler. Çünkü, âyet-i kerimede, ilmin Âdem aleyhisselâmın hassası olduğu bildirildi. Birkaç gün sonra, İmâm-ı Şâfiî vefât etti).

3) (Hüsniye, mezhebini izhar edip, muhabbet-i Ehl-i beyt-i Resûl olduğunu beyan edip, bir derece mücadele ve mübaheseye başladı. Ulema cevap vermeye kâdir olamadılar) diye yazıyor. Ehl-i beyt-i Resûlün ve Ashâb-ı kirâmın hepsinin îtikadı aynı idi. Hepsi Kurân-ı Kerîmin ve hadis-i şeriflerin bildirdiği yolda idi.

Nitekim, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Ashâbım, gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, doğru yolda gitmiş olursunuz!) buyuruyor. Ashâbımın bazısı veya yalnız Ehl-i beytim yıldızlar gibidir demiyor. Ashâbım buyurarak, hepsinin aynı îtikatta olduğunu bildiriyor. Bunlar ise, kendi yanlış hikayelerine, bozuk inanışlarına, (Ehl-i beyt-i Resûl mezhebi) diyerek, yurdumuzdaki müslümanları aldatmaya çalışıyorlar. O mecliste, bir âlim bulunsaydı, bu cariye rezil olur, ağzını açamazdı. Âlimler cevap veremedi diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerini lekelemeye yeltenmektedir.

4) (Ali’nin “radıyallâhu anh” çocuk iken îman ettiğini ve çocuğun imanının makbul olduğunu, yalan yanlış ispata kalkışıyor. Bunun için, hilafet onun hakkıdır, diyerek âlimleri susturdu) diyor.

Ehl-i sünneti, sanki hazret-i Ali’nin “radıyallâhu anh” çocuk iken îman etmiş olduğuna inanmıyormuş gibi göstererek, Ehl-i sünnet âlimlerini rezil etti diyor. Halbuki Ehl-i sünnet kitaplarının hepsi, İmâm-ı Ali’nin “radıyallâhu anh” çocuk iken îman etmekle şereflendiğini uzun uzun yazarak, o Allah’ın arslanını meth ve sena etmektedir.

5) Bir sayfada (Ali, Resûlullahtan sonra, Enbiyâ-i mürselinden efdaldır. İmam vasıyi Resûl ve suhuf-i münzelenin ve Tevrat, Zebur, İncil ve Fürkanın hafızıdır. Ebû Bekr ise, 40 yaşında Lat-ü Uzza denilen heykellere ibâdeti terkederek İslama gelmiş ise de, çok defa Resûl-i Hudaya muhalefette bulunmuştur ve cildi, kanı şarap ile beslenmiş iken, onun imanına itibar edip. hanedân-ı nübüvvetin masumlarının imanına itibar olunmaz dersiniz ve buğz-u adavet-i Hanedânı, kalbinizde saklarsınız) diye, Ehl-i sünnete saldırıyor.

Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmin birçok yerinde, mesela Enam sûresi, 86. âyetinde, (Peygamberlerin hepsinin, Peygamber olmayan insanların hepsinden daha efdal olduğunu) bildirmektedir. Hazret-i Ali’nin “radıyallâhu anh”, Peygamberlerden yüksek olduğunu söylemek, Kurân-ı Kerîmi inkardır ki küfür olur. Diğer semavi kitaplar, nazım olmadığı gibi kimsenin ezberinde değil idi. Nitekim, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” bile Tevrattan sorulan 3 suale 3 gün cevap vermeyip, Cebrâil aleyhisselâmın cevap getirmesini bekledi ve 3 gün üzüldü. Bütün müslümanlar da, çok üzüldü. Sonra, Kehf sûresi gelerek, Tevrata uygun cevap verildi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallâhu anh” çocuk iken, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” arkadaşı idi. O zamandan beri sevişiyorlar, beraber yaşıyorlardı. Her ikisinin de, hiç şarap içmediği, puta tapınmadıkları kitaplarda yazılıdır. Mesela, (Mealilferec) adındaki kitapta diyor ki Kadı EbülHasan, Ebû Hüreyre’den “radıyallâhu anh” haber veriyor. Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” ile oturmuştuk. Ebû Bekir “radıyallâhu anh” dedi ki (Ya Resûlallah “sallallâhü aleyhi ve sellem”! Senin hakkına yemin ederim ki ömrümde hiç puta tapmadım). Hazret-i Ömer buyurdu ki (Niçin, Resûlullah hakkına diyorsun? Bu kadar sene cahillik zamanı geçirdik). Hazret-i Ebû Bekir “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki (Babam Ebû Kuhafe, beni heykellerin dikili olduğu yere götürdü. Seni yaratan, kurtaran bunlardır. Bunların önünde eğil dedi. Kendisi gitti. Puta, karnım aç. Bana bir şey ver, yiyeyim dedim. Cevap vermedi. Su, elbise istedim. Ses vermedi. Sana taş atarım. Gücün varsa, attırma dedim. Ses çıkmadı. Taş attım. Yüz üstü düştü. Babam gelip görünce şaşırdı. Beni eve götürdü. Annem, buna bir şey demeyelim dedi). Ebû Bekir, sözünü bitirince, Resûl aleyhisselâm, (Cebrâil aleyhisselâm bana gelip, 3 kere, Ebû Bekir, doğru söyledi dedi) buyurdu.

Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallâhu anh” bütün servetini, canını, evladını, her şeyini ona fedâ etmişti. (Ebû Bekrin “radıyallâhu anh” imanı, bütün ümmetimin imanları toplâmindan daha fazladır) hadis-i şerifi, onun, bütün Ashâbdan üstün olduğunu göstermeye yetişir. Halbuki efdal olduğunu bildiren, daha nice hadis-i şerifler var. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallâhu anh”, Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” hiç muhalefette bulunmamış, ictihadları bile hep Ona uygun olmuştur. Hatta, Onun bir hatası ile bütün ibâdetlerini değişmeyi istemiştir. Ehl-i sünnet kitapları, Ehl-i beytin sevgisi ve saygısı ile doludur. Buğz-u adavet ediyorsunuz demesi, bu kitabın, Ehl-i sünnete karşı ne kadar haince, alçakça iftirâlarla dolu olduğunu göstermektedir. Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” yazdığı tefsir ve hadis kitaplarında, hazret-i Aliyi “radıyallâhu anh” metheden haberler o kadar çoktur ki bunlardan birkaçını işitmeyen bir müslüman yoktur. Mesela, Abdullah ibni Abbas “radıyallâhu anhüma” buyurdu ki: Resûlullahtan işittim ki (Alinin sevgisi, ateşin odunu yaktığı gibi, müslümanın günahlarını yok eder) buyurdu. Onu sevmek, Onu ve sözlerini, doğru olarak öğrenip, öyle olmaya çalışmak demektir.

6) Bir sayfada (Ehl-i sünnet, şer ve isyan, küfür ve fısk, Allah’ın kaza ve kaderi iledir, rızası ile değildir diyor. Bu sözleri bir hakimin kendi hükmüne râzı olmamasına benzer. Bu sözü edenler, kendi küfürlerine zahib oldukları için, küfrü, kâfirliği de kaza ve kadere bağlayıp, kendi kabahatlerini örtmek istediler. Bu ise İblis mezhebidir) diyor.

Böylece, kaza ve kadere inanmıyor. İmâm-ı Cafer Sâdıka da inanmamış oluyor. Her şeyi Allahü teâlânın yarattığını bildiren âyet-i kerimeleri, evirip çevirip, kendine göre mânâlar çıkarıyor. Halbuki bu âyet-i kerimelerin hakiki mânâlarını (Beydavi) şerhi olan Şeyhzade [Muhammed bin şeyh Mustafa] tefsiri, akıl sahiplerini hayran bırakacak şekilde yazmaktadır. Hüsniye diyormuş ki (5 yaşından 20 yaşına kadar, İmâm-ı Cafer Sâdıkın “aleyhisselâm” evinde idim. Bu bilgileri hep ondan öğrendim). Küfrüne, yalanlarına herkesi inandırmak için, o büyük imama da iftirâ ediyor. Halbuki İmâm-ı Cafer Sâdık’ın “radıyallâhu anh” kaza kader hakkındaki sözü Mektûbât’ın 289 mektubunda uzun yazılıdır. İrade ile rızayı birleştirmek için, hakimin hükmünden râzı olmaması muhaldir demesi de, bozuk bir düşüncedir. Çünkü, hakimin, doğru olan hükümlerinden râzı olmaması, elbette muhaldir. Allahü teâlânın da, itaat etmekten, sevap işlemekten, hayırdan râzı olmaması muhaldir. Çünkü, râzı olacağını bildiriyor. Fakat, hakim, zor ile veya hata ile verdiği hükmünden hatasını anlayınca nasıl râzı olabilir? İrade etmiş, hüküm etmiş ise de, râzı olamaz.

(Siraciye fetvaları) sâhibi Siracüddin Ali bin Osman Uşi, (Emali) adındaki çok kıymetli kasidesinin 3. beytinde, (Allahü teâlânın hayat sıfatı vardır [yani diridir]. Her şeyi, her işi irâde, ezelde takdir eder) diyor. Bu kasideyi, birçok âlim şerh etmiştir. Seyyid Ahmed Asım efendi türkçeye tercüme ve şerh ederken diyor ki (Kader, Allahü teâlânın ilerde olacak her şeyi ezelde bilmesidir. Kaza, bu bildiklerini Levh-il mahfuzda göstermesidir). Keşşaf şarihi [Tayyıbi] (Bazılarına göre, kader, genel emirdir. Kaza bunların birer birer meydana gelmesidir. Mesela [her canlı ölecektir] kaderdir. Her canlının ölmesi kazadır) dedi. (Tavali) kitabını şerh eden Şemseddin Mahmud bin Abdurrahmân İsfehani buyuruyor ki (Kader, her şeyin Levh-il mahfuzda toplu, kısaca varlığıdır. Kaza da, bunların, şartlarının ve kendilerinin birer birer, zamanlarında yaratılmasıdır). Kader, bir anbar buğdaya benzer. Kaza, ölçü ölçü alıp sarf etmektir. Kader ve kaza kelimeleri, birbirinin yerine kullanılmaktadır. Kader: (Ahmed kendi arzusu ve kudreti ile müslüman olur. Kirkor, kendi isteği, beğenmesi ile küfrü tercih eder şeklindedir. Bunu gösteren âyet-i kerimeler çoktur). Kaza kader üzerinde (Tam İlmihal) kitabında geniş bilgi vardır. Bunu iyi okuyunca, Hüsniye kitabını hazırlıyan yahudinin, bir canbaz gibi, bir gözbağlayıcı gibi yaptığı bozuk ispatlar kolayca anlaşılır. Tefsir bilenler, bu kitabın âyet-i kerimelere, ilme, akla uymayan mânâlar verdiğini hemen anlar ise de, tefsirden ve 20 ana ilimden haberi olmayan câhiller, (mağlub etti, mahçup etti, rezil etti, cevap veremediler, âciz kaldılar) gibi ilavelere aldanarak inanır. Onun için, böyle, yalan, bozuk kitapları, mecmua ve gazeteleri hiç okumamalıdır. Bunları okumamak, kendini kâfir olmaktan kurtarmak demektir.

7) Bir yerinde (Vaktiyle şeyh Behlul [Behlul Dana] demişti ki: Ey Ebû Hanîfe! Sen insanda ihtiyar olmadığını söylüyorsun. Eşekler senden daha akıllı ve faziletlidir. Çünkü, geçilemeyecek dereye ne kadar zorlansa girmez! Bu söze İbrahim Hâlid, cevap veremedi. Harun Reşid ve Yahya Bermeki güldü) diyor.

Kaderiye mezhebinin, bu ümmetin mecusileri olduğunu bildiren hadis-i şerifi de yazıp, (günah işleyip, bu iş Allahtandır, ezelde yazılmıştır, diyenler, Kaderiyidir. İslamdan önce Kureyş müşrikleri cebri mezhebinde idi. İslam bu mezhebi kaldırdı ise de, emirül’müminin hazret-i Ali’nin şahadetinden sonra, Muaviye ve Yezid aleyhillane zamanında bu mezhep, tekrar meydana çıktı ve Ehl-i sünnete miras kaldı) diye yazıyor ve çocuk sözü gibi akla ve nakle uymayan söz ve misallerle ispata kalkışıyor.

Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, insanda ihtiyar yoktur dememiştir. Cebriye mezhebinin kâfir olduklarını bildirmiştir. Bu kitabının böyle hayasızca iftirâlarına ancak, Ehl-i sünnet kitaplarını hiç okumamış câhiller inanır. Kaderiye mezhebi, Mutezile mezhebinin bir ismidir. Şiîlerin de bu mezhepte olduğu, bu kitaptan anlaşılmaktadır. Kaza ve kadere inanmadıkları için, insan istediğini elbette yapar, yaratır dedikleri için, Mutezile mezhebine (Kaderiye) de denir. Yani kadere inanmayanlar kaderiyidir. İnananlar, Ehl-i sünnettir.

Muhammed bin Abdülkerim Şihristani, (Milel ve nihal) kitabında diyor ki: Mutezile mezhebinin reisi olan Vasıl bin Ata ve onun izinde bulunanlar diyor ki: (İnsan, ihtiyârî, yani istekli hareketlerini kendi yaratır. Allahü teâlâ, kullarına faydalı işler yapmaya mecburdur. İyilere sevap, kötülere azap vermesi lâzımdır. Allah birdir. Ayrıca sıfatları olamaz. Kuran, harf, kelime ve sestir. Bunlar ise, mahluk, sonradan yaratılmıştır. İnsan iyi, kötü, bütün işlerini kendi yaratıyor. Allahü teâlâ, şerleri, kötü şeyleri, günahları, küfrü yaratır demek, doğru değildir. Bu sözler, onu kötülemektir. Çünkü, zulmü yaratan, zalimdir. Allahü teâlâ, zalim olmaz.) diyor. Bunların bu sözleri yanlıştır. İş sâhibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan mahluk olduğu gibi, küfrü, imanı, ibâdeti ve isyanı da mahluktur. Saffat sûresi, 96. âyet-i kerimesinde meâlen, (Allahü teâlâ, sizi yarattı ve yaptığınız işleri de yaratmaktadır) buyuruldu. Ehl-i sünnet âlimlerinden İmâm-ı Beydavi “rahmetullâhi aleyh”, bu ayetin tefsirinde (yaptığınız şeyler, insanın fili, hareketi ile olduğu için, insanın işi olur. Fakat, hareket kuvvetini veren, iş için lazım olan şeyleri yaratan, Allahü teâlâdır) demektedir. Kaderiye, herkes, kendi işinin halıkıdır dediği için, bu ümmetin mecusileri olmuştur. Ehl-i sünnet, hâlik birdir diyor. Mecusiler, hâlik ikidir dediler.

Tavsiye Yazı –> İrade-i cüziyye nedir?

8) (Ya Resûlallah! 73 fırkadan kurtulan fırka-i nâciye hangisidir? dediklerinde: Ehl-i beytim Nuhun gemisi gibidir. Ona binen kurtulur buyurdu) diyor.

Halbuki bunu başka zaman buyurmuştu. Bu süale cevap olarak, (Fırka-i nâciye, Benim ve Ashâbımın yolunda gidenlerdir) buyurduğu, kitaplarda yazılıdır. Hadis-i şerifleri de sıkılmadan değiştirmektedir. Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Ashâb-ı kirâmın yolunda olan doğru imanlı müslümanlara (Ehl-i sünnet vel-cemaat) denir.

9) (Cemii Ashâb ne mutezili, ne Şâfiî, ne Maliki ne Hanefi ve ne de Hanbeli idi. Fırka-i vahide ve nâciye, Resûlullahın ve Ehl-i beytin yolunda olanlardır. Ehl-i beyt-i Resûl yolunda olmayan, kurtulamaz) diyerek kendilerinin Ehl-i beyt îtikadında olduğuna inandırmak istiyor.

Halbuki Ehl-i beytin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” îtikadı, hazret-i Alinin “radıyallâhu anh” îtikadıdır. Yani Ashâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” îtikadıdır. Bu da, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” bildirdiği îtikattır. Binlerle (Ehl-i sünnet) alimi bu îtikadı toplamış, her birini kitaplarına, vesikaları ile yazmıştır. İctihad derecesine yükselmemiş, din bilgisinde ihtisâs kazanmamış birkaç kimse, Kurân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden bozuk mânâlar çıkararak, bu uydurma ve gülünç sözlerine, Ehl-i beyt mezhebi demiş, herkesi inandırmak istemiştir. İslam düşmanları da, bu fitneyi alevlendirmiş, sinsice kitaplar yazmışlardır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, ilminin büyük bir kısmını, hocası olan Ehl-i beytin göz bebeği, İmâm-ı Cafer Sâdıktan öğrenmiş ve öğrendiği bilgileri talebesine bildirmiştir. O hâlde (alevî) demek, yani İmâm-ı Alinin yolunda ve Ehl-i beyt mezhebinde demek, Ehl-i sünnet demektir. Ehl-i sünnete alevî demek yerinde olur. Şimdi İranda, Suriyede ve Irakta kendilerine (alevî) diyenler, alevî değildir.

Mevduatü’l-ulum kitabı 607. sayfasında diyor ki: Ashâb-ı kirâmın inanışı, hep birbiri gibi idi. Çünkü, hepsi Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” sohbetinde bulunmakla ve hizmetini yapmakla şereflendi. Bu sohbetin ışığı altında şüpheleri kalmadı. Kurân-ı Kerîmin ve hadis-i şeriflerin mânâsını iyi anladılar ve tam inandılar. Sahabe-i kirâm kalmayınca, yer yer câhiller, nefslerine aldananlar türeyerek, yanlış söylemeye ve yazmaya başladı. Her biri yoldan çıktı. Birçoklarını da yoldan çıkardı. Bidatler, yanlış yollar, ortalığa yayılmaya başladı. Ehl-i İslam, 73 fırkaya ayrıldı. Âlimlerden bir kısmı, taşkınlıktan ve şeytana uymaktan korunup, Ashâb-ı kirâm yolunda kaldı. Bu doğru yolda bulunanlara Ehl-i sünnet denildi. Ehl-i sünnet âlimleri, ibâdette, iş yapmakta birçok mezheplere ayrıldı. Zamanımızda, 4 mezhebin kitabı vardır. Bunlar, Hanefi, Şâfiî, Maliki ve Hanbeli mezhepleridir. Bunlardan başka, hak mezhep kalmadı. Ehl-i sünnetin mezheplere ayrılması, Allahü teâlânın merhametidir. Âli-i İmrân sûresi, 105. âyet-i kerimesinde meâlen, (Birbirlerinden ayrılanlar ve açık âyetler, alâmetler geldiği hâlde, çeşitli yollara sapanlar gibi olmayınız!) buyuruldu. Beydavi “rahmetullâhi aleyh” bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken diyor ki (Yahudilere ve Nasaraya, yani hıristiyanlara, üzerinde birleşmesi lazım olan doğru yol, açık vesikalarla bildirildiği, sağlam senetlerle gösterildiği hâlde, bunlar, Allahü teâlânın bir olduğunu hiçbir mahluka benzemediğini ve ahiretteki varlıkları anlayamadılar. Çeşit çeşit şeyler söylediler. Ey müslümanlar, siz de bunlar gibi fırkalara parçalanmayınız!). Bu âyet-i kerime, inanılacak şeylerde parçalanmayı, yasak etmektedir. Fıkıh bilgisinde, ibâdet etmekte mezheplere ayrılmayı yasak etmiyor. Çünkü Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Ümmetimin birbirinden ayrılması [Fıkıh bilgisinde ayrılması] rahmet-i ilâhîdir) buyurdu. Bir hadis-i şerifte de, (Müctehid, doğru ictihad edince, 2 sevap kazanır. İctihadında yanılırsa, bir sevap verilir) buyuruldu.

10) (Mağarada beraber bulunduğunu bildiren âyet-i kerimede, Ebû Bekir hakkında bir fazilet olmayıp, belki bu âyet, onun imansız olduğunu ve fadihatini göstermektedir. O gece, Cebrâil nazil olup bu gece, kâfirler, seni öldürmeye karar verdi. Ashâbının hepsine söyle ki bu gece evlerinden çıkmasınlar. Sen yalnızca filan mağaraya git dedi. Hazret-i Resûl da, guruba yakın, Ashâbı toplayıp bu emri bildirdi. Gece hazret-i Ali, yaşı küçük olduğu hâlde, korkmayarak, yatağına girdi. Resûlullah, mağaraya giderken, uzaktan biri geldiğini görüp durdu. Gelince Ebû Bekir olduğunu anladı. Ey Ebû Bekir, Allah’ın emrini size söylemiştim. Niçin sokakta dolaşıyorsun, dedi. Ya Resûlallah! Senin için korktum. Seni yalnız bırakıp, evimde oturamadım, dedi. Resûlullah düşünürken, Cebrâil gelip, Ya Resûlallah! Ebû Bekr’i bırakma! Kâfirler gelip, Ebû Bekri tutarak, senin ardınca gelip, seni bulur, öldürürler dedi. Hazret-i Resûl naçar kalıp, Ebû Bekir’i mağaraya götürdü. Çünkü, hazret-i Resûlün kâfirlerden ve Ebû Bekr’den emniyeti yok idi. Hak teâlâ, Ebû Bekr’in ve Ashâbın nifak yapacağını haber vermiş, Ebû Bekir’den vukua gelecek şeyleri bildirmiştir ve “Kalplerinde olmayanları söylüyorlar” buyurmuştur. Bunların nifaklarını bildiren âyetler çoktur. Resûlullah, enis ve celise muhtaç değildi. “Görmediğin askerler ile Allah seni kuvvetlendirdi” ayeti, bunu gösteriyor. Ebû Bekir hiçbir gazada bulunmamış, firar etmiştir. Müminin kâfire, kâfirin mümine sâhip [arkadaş] olduğunu gösteren âyetler çoktur. Arapçada, eşeğin insana sâhip olduğunu söylemek çok olmuştur. O hâlde, Ebû Bekir’e sâhip denilmesi bir meziyet olamaz. Mağarada Resûlullah için korktu ise, bu korkusu ibâdet olur. Ona korkma demek, ibâdetten men etmek olur. Resûlullah bir kimseyi ibâdetten men etmez. Korkusu günahtan ise ve Allahü teâlânın Peygamberine inanmamış olduğundan ise, sahiplikten ona ne fayda olur? Korkma demek, ona fayda vermez. Resûlullah, elbette günahı men eder. Resûl ona, düşmanlardan mahfuz kalacağım demişti. Buna îtimat etmedi. Bağırıp çağırmaktan maksadı, kâfirlere haber vermek idi denilse yerinde olur. İmanı olsaydı, Allahü teâlâ onu da, yılan sokmasından korurdu. Allah bizimle beraberdir demek de ona kıymet vermez. “3 kimse gizli konuşsa, onların dördüncüsü Allahü teâlâdır” buyuruldu ki gizli konuşan kâfirler de kıymetli olmak lazım gelir. Ebû Bekrin rüsvalığını ve imandan mahrum olduğunu, bu âyet-i şerife açıkça gösteriyor. Âyet-i kerimede, ona sekine, rahatlık verdim diyor. Onlara verdim demiyor. Bu da imanı olmadığını gösteriyor. Böyle fasıkları, facirleri, belki kâfirlerden daha kötü olanları efdal deyip, hanedân-ı nübüvvetin masumları üzerine tercih gösteriyor ki Resûlullahtan sonra hicret edenlere, Muhacir denir. Beraber veya önce gidenler, muhacir olmaz) diyor.

Cevap –> Peygamberimizin mağara arkadaşı kimdir?

11) (Kuran, harf ve kelimelerdir. Bunlar da, hadistir. Kelamullah kadîm değildir. Diğer sıfatlar da kadîm değildir. Kur’an kadîm olsaydı, mahluklar yok iken, kime emir ve nehy edecekti? Yok olan şeyi, bir şey ile vaat eylemek, bir şeyden nehy buyurmak muhaldir. Allahü teâlâ kâfirlere (Ona benzer bir hadis getiriniz) buyuruyor. Hadisten murad Kur’andır. Hadis olan şey kadîm olamaz. Kur’an kadîm olsaydı, Kuranda ismi geçen insanlar da kadîm olurdu) diyor.

Cevap: Kelamullah kadim midir, hadis midir?

12) (Bizim bildiğimiz hadis ve tefsirleri emirül-müminin hazret-i Ali ve İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin ve Selman ve Ebû Zer ve Miktad ve Ammâr bin Yaser rivayet etmiştir. Sizin rivayet etmekte olduğunuz hadisler ise, ancak Muaviye ve Amr ibni As ve Enes bin Mâlik ve Âişe ve bunlar gibi eşhastan nakil olunmaktadır. Halbuki Sâhip-i din buyurdu ki (Benden rivayet olunan hadisler, 4 kimseden zâhir olabilir. Onların 5.si yoktur. Başkaları münâfıktır). Bu münâfıkları müslümanlar üzerine hakim ettiniz. Ashâbın hiçbiri, Resûlullaha sual soramazdı. Çünkü müminlerin sual sorması âyet-i kerime ile yasak edilmişti. Yalnız hazret-i Ali sorardı) diyor. Buna ne cevap vermek gerekir?

Cevap: Ashabın rivayeti makbul mü?

13) (Biz, Ehl-i beyt mezhebindeyiz. Ehl-i beyti inkâr eden, mel’undur. Her zaman bir İmâm-ı mansus ve Mâ’sûm’un vücudu lâzımdır. Her Peygamber bir vasi ve halife tayin etmiştir. Bizim Resûlümüz, efdâl-i Enbiyâ olup onun vasisi de Seyyid-i evsiyadır. Bizden olanlar, hiçbir vakit taharetsiz bulunmaz. Halis su bulmadıkça abdest almazlar. İki el ile yüzlerini yıkamaz, sağ el ile yıkarlar. Kulak ve boyuna meshetmezler. Ayaklarını yıkamazlar. Sücud, rükû, kıyam ve kuudu Ehl-i beyt gibi yaparlar İstihazeli tavşan etini yemeği haram bilirler. Kelb derisi, dabağlanmakla temiz olmaz derler. Fasık ardında namaz kılmazlar. Haccı, fasıkın men etmesi ile zayi etmezler. Zinadan hâsıl olan kız ile nikah etmezler. Kıyas ile amel etmezler. İbtida kıyas eden iblistir. 2. kıyas eden Ebû Hanîfe’dir derler. Yüzüğü sağ şahadet parmağına takarlar. Emirülmüminin ismi ancak Ali’ye mahsustur derler. Onun düşmanlarına lanet ederler ve kâfir bilirler. Şâfiî, önceleri, Ebû Hanîfe’yi hicv etti. Sonra tarîk-i hazelanda onunla şerik olup canib-i nirana gitmede refik oldu derler. Ehl-i sünnet, Aliyye muhabbeti terkedip, fasıkların, zâlimlerin Cehennem yolunu tutmuşlar derler. Ebû Bekir hilafete mütesatti olunca, Ali onu ve ona tâbi olanları mahçup ve biitibar etti derler. Âl-i Resûlün yolu budur derler) yazıyor.

Bu ifadelere cevap –> Ehli beyt mezhebi var mıdır?

 

14) Hüsniye kitabında, (Resûl, halet-i nez’de iken, kağıt kalem getirin, size kitap yazacağım dedikte, Ömer, Resûlullahın vasiyetine mâni oldu. Halbuki onun her sözünün vahiy olduğu Kurân-ı Kerîmde yazılıdır) diyor.

Cevap –> Mektubat-ı rabbani 2. cilt 96. mektup

15) (Resûlullah vefât ettiği gün Ashâbın münâfıkları, (Sakife-i Beni Saide) denilen yerde oturdular. Hilafet için münazaraya başladılar. Birkaç kimseye teklif ettiler. Sad bin Ubade kabul edince, oğlu, babasına kılınç çekip, Ali’ye ne cevap vereceksin? Gadır Hum’da, Resûl, elinden tutup, ben bunu size halife ve imâm ettim demişti. Siz de biat etmiştiniz. Şimdi, nasıl vazgeçiyorsunuz, dedi. Sonra Ömer, kılıcını çekip, Ebû Bekr’e biat etti. Sonra Ashâb-ı dalâletten Ebû Ubeyde ve 20 kişi biat etti. Hiçbiri cenaze namazı kılmadı. 3 gün sonra, Ali de gelip mescitte toplandılar. Ömer, Alinin yanına gelip, halkın çoğu Ebû Bekr’e biat etti. Sen ve Beni Haşim de etmelisiniz dedi. Zübeyr kılıç ile Ömer’e yürüdü. Ali mâni oldu. Ali, Ebû Bekr ve Ömer’e dönüp, Ey Ashâb, Peygambere muhalefet edip, Allaha âsî oldunuz. Hilafet, benim hakkımdır. Hakkımı veriniz dedi. Ömer, sana biat etmeyiz dedi. Ali cevap verip, Resûl vasiyet etmeseydi senin gibi münâfık ve din düşmanlarını katl ederdim dedi. Ebû Bekr ve Ebû Ubeyde dedi ki ya Ali sen gençsin. 33 yaşındasın. Ebû Bekr ise ihtiyardır. Sonunda hilafet senindir. Sönmüş ateşi tutuşturma! Ali dedi ki hilafet bize mahsustur. Kimsenin hakkı yoktur. Beşir bin Sad Ensârî dedi ki ya Ali, bu sözü önce söyleseydin Ebû Bekre kimse biat etmezdi. Ömer, Aliyye biat olunacak korkusu ile meclisi dağıttı. Ertesi gün Selman, Ebû Zer, Miktad, Ammâr bin Yaser, Büreyde-i Eslemi, Sehl bin Hanif, Huzeyfetibni Sâbit, Eba Eyyüb-i Ensârî, Ebû Bekri öldüreceğiz dediler. Ali kabul etmedi ve Resûl haber verdi ki ey Ali sen bana Harun ile Mûsâ gibisin. Beni İsrail, Harun’u bırakıp öküze taptıkları gibi, ümmetim seni bırakıp başkasını ihtiyar eder dedi. Ashâb, Cuma günü mescide gelip, Ey Ebû Bekr, bu çirkin işten vazgeç dediler. İş uzadı. 3 gün sonra Hâlid bin Velid büyük ordu toplayıp, Ömer de önlerine geçip mescide geldiler. Alinin üzerine yürüdüler. Selman kalkıp, bunlara, sizin Cehennem köpekleri olduğunuzu Resûl haber verdi dedi, diyor. Ömer sokakta herkesi zor ile Ebû Bekr’e biat ettirdi. Hazrec kabilesi ile Sad bin Ubade, 9.000 kişi ile biat etmedi. Mâlik bin Nüveyre, 10.000 kişi ile biat etmediğinden, Ömer, Hâlid bin Velid’i gönderip, o mümin ve muvahhidi namazda öldürdü. Bunun neresine icmâ-i ümmet denir?) diyor.

Cevap –> Hazreti Ali, Hazreti Ebubekire biat etti mi?

16) Acem yahudisi Mürtedâ’nın, Hüsniye adındaki kitabında, (Ümmetin havassı, avamı, İslâmın şehirlerine mektuplar göndererek, Osman’ın katli için ittifak ettiler ve hatta, Mısır’dan 30 bine yakın müslümanlar, Osman’ın zulmünden şikayet etmek üzere Medine’ye geldi. Bunlar da, icmâ-ı ümmete dâhil olup Medine mahallelerinde, çirkin bir şekilde, Osman’ı katl edip, bir nice gün ayağında bağlı ipler ile sürüyerek gezdirdiler. Müslümanlar güruh güruh gelip, sen bu zulmü, İslama ne vechle câiz gördün diyerek cenazesine dahi tekme ile vurdular) yazıyor.

Cevap –> Hazreti Osman nasıl katledildi?

17) Hüsniye kitabında, (İmâm-ı Cafer Sâdık, Müt’a nikahını emrederdi. Çünkü, Allahü teâlâ “Kadınlardan istimta edince ücretlerini veriniz” âyet-i celilinde, müt’a nikahını mubah kılmıştır. “Müt’a nikahı demek, bir kadına, şu kadar mal karşılığı kendini şu kadar zaman bana teslim eder misin deyip, kadının da şahitsiz kabul etmesidir. Yani, muayyen gün için, para ile kadın kiralamaktır.” Müfessirler ve fıkıh âlimleri, bu ayetin, müt’a nikahı için olduğunu bildirmiştir. Bu ayeti nesh eden, başka bir âyet ve hadis yoktur. Bunu, Ömer halife iken, hiçbir âyet ve hadis söylemeden fitneye yol açar korkusu ile kendiliğinden yasak etti. Ömer bin Hasin diyor ki “Müt’a nikahı yapardık. Âyet ve hadis ile hiç yasak edilmedi”. Abdullah ibni Ömer diyor ki “Resûlullahın sünneti, babâmın sözü ile değiştirilemez”. Her şey aslında mubahtır. Yasak olmaları için âyet ve hadis lâzımdır) diyor.

Cevap –> Müta nikahı var mıdır?

18) (Resûlullah vefât edince, Ebû Bekr ile Ömer, “Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bıraktıklarımız sadaka olur” hadisini söyleyerek, Fâtıma-tüzzehra’nın elinden (Fedek) ismindeki hurma bahçesini zor ile alıp, Beytülmala verdiler. Fâtıma, Ebû Bekir’e darılıp, lanet etti. Halbuki Resûlullah, hayatında bunu ona hediye etmişti ve hurmaları, 3 sene ona getirilmişti. Fâtıma, bunu, Ali ile Hasan, Hüseyin ve Kanber ile ispat etti ise de, Ebû Bekir, bu şahitleri kabul etmedi. Halbuki bu hadisi, o zalim uydurdu. Kızı Aişe’den başka, kimse böyle hadis söylememiştir. Böyle hadis olsaydı, Fâtıma’ya elbette bildirilir, bu da haram şeyi istemezdi. Ehl-i sünnet, Ebû Bekir’i haklı çıkarmak için, zındıklık yoluna sapıp, Eşref-i kainata iftirâ ediyor. Allah’ın emrini Fâtıma’ya bildirmemiş diyorsunuz. Bildirmiş ise, Fâtıma kabul etmeyince küfür olur. Bu hadisi uyduran kâfirdir. Zaten, Ebû Bekir’in şahit getirmesi lazım idi. Şahit istemekle de zulüm etmiş oldu. Sonra, Peygamberlerin miras bıraktıkları, Kurân-ı Kerîmin çok yerlerinde yazılıdır) diyor.

Cevap –> Peygamberler miras bırakırlar mı?

 

19) (Ehl-i sünnet Ehl-i beyte düşmandır. Çünkü, kurban bayramı günü, hatib minberde, İsmaili’ kurban etmeyi okurken, âlim, câhil, hepiniz feryadü figan ediyorsunuz, dövünüyorsunuz da, Muharremin 10. aşure günü, Hasan, Hüseyin’in şehit olduğu için dövünen şiîlere, rafızi diyorsunuz) diyor.

Cevap –> Ehli sünnet ehli beyte düşman mı?

 

Tavsiye Yazı –> KERBELA VAK’ÂSI

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler