Bu Mektup büyük İslam alimi, II. bin senenin müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî’nin oğlu Muhammed Mâ’sûm “rahime-hullahü teâlâ”, 3 cilt olan, fârisî (Mektûbât) kitabının I. cildinin 78. mektubudur.
Dinde yüksek derecelere kavuşmak için, [Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek ve ahkâm-ı İslamiyeye uymak ve sonra] Ehl-i sünnet âlimlerine muhabbet bağı ile bağlanmak lazımdır. [İmanın doğru olması için, ahkâm-ı İslamiyeye uymak lazım olduğuna inanmak lazımdır. Ehl-i sünnet imanı böyledir.] Sâdık olan talib, âlime muhabbeti sebebi ile onun batınından [kalbinden] gelen feyizleri [yani Allah sevgisini] alır. Yavaş yavaş onun gibi olur. Fenâ-yı kalp, [Allahtan başka bir şey hatırlamamak], fenâ-yı hakikinin başlangıcıdır demişlerdir. Sevmeden ve fenâ hâsıl olmadan, yalnız ibadet etmekle, hakikate kavuşulmaz. İbadet, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan sebeplerden biri ise de, fenâ, yani aşırı muhabbet de şarttır. Âlim de, teveccüh ederse, onu severse, yalnız muhabbet, maksada kavuşturur. Riyazetler çekmek, yani nefse sıkıntı veren şeyleri yapmak ve erbainler çekmek, yani 40 gün bir yerde kapanmak şart değildir.
Bu yazdıklarımız, Ashâb-ı kiramın yoludur. Bu yolda ifade ve istifade [Feyiz almak, yani marifet-i ilâhiyeye kavuşmak, kalpten kalbe] aks etmekle olur. Edebe riâyet ederek, sohbette bulunmak kâfidir. İman ve teslim ve itaat şartı ile Resûlullahın sohbetinde bulunmak, Ashâb-ı kiramın kemale gelmesi için kâfi idi. Bunun için, Ashâb-ı kiramın yolu, çabuk kavuşturmaktadır. Feyiz almakta, genç, ihtiyar, sabi, diri ve ölü müsavidirler. Nihayette ihsan edilenler, bu yolda, başlangıçta da verilir. Bu yolun riyazeti, sünnet-i seniyeye yapışmak, bidatlerden sakınmak ve mürşid-i kamili sevmektir. Hâce Ubeydullah-i Ahrar 895 [m. 1490] de Semerkant’ta vefat etti. Buyurdu ki (Bu yoldaki saliklerin itikatları, Ehl-i sünnet ve cemaat itikadıdır. Riyazetleri, ahkâm-ı İslamiyeye uymaktır. İbadet etmeyenlere feyiz gelmez. Bunlar terakki edemez. Bu yolun nihayeti, mahlukları unutup, devamlı huzur-i ilâhîdir. Aşırı muhabbet ve cezbe olmadan, bu saadete kavuşulamaz. Kavuşturan en kuvvetli vasıta, sohbettir). Biçare insan, dünya zevkleri, nefsin arzuları bataklığındadır. Kalbin, ruhun zevklerinden haberi yoktur. Münasebet [bağlantı] olmadıkça, Hak teâlâdan feyiz almak mümkün değildir. Allahü teâlâ, feyizlerini, Resûlullah vasıtası ile göndermektedir. Resûlullahın mübarek kalbinden her an fışkıran feyizleri, alabilip, etrafa saçabilen âlim lazımdır. İnsanın kalbini onun kalbine bağlayan vasıta, ona muhabbettir, onu çok sevmektir. Muhabbet, edeblere riâyet ve ibadetlerde, adetlerde ve edeblerde ona tabi olmaktır. Bunların en tesirlisi, Rabıta yapmaktır. [Rabıta, Ehl-i sünnet aliminin şeklini, suretini hatırlamaktır.] Rabıta kuvvetli olunca her baktığı yerde, onu görür. Allahü teâlânın rızasına [sevgisine] kavuşmak isteyenin, niyetinin, maksadının halis olması lazımdır. Yalnız Onun rızasını istemesi, Ona kavuşturan vasıtayı bulup, yalnız Ona bağlanması lazımdır. Tealluk ettiği, [bağlandığı] kimseler, arttıkça, talepte ve ilimde ve muhabbette vahdetten ayrıldıkça, hakiki vahitten mahrum kalır. Kesretten [mahluklardan] uzaklaştıkça, hakiki vahdete yaklaşır. [Mahluklardan] uzaklaşmaya çalışan, henüz yoldadır. Kesretten kurtulan, yani mâsivâyı [mahlukları] görmekten, bilmekten ve sevmekten halas olan, hakikate vasıl olur. Kalbin mâsivâyı nisyanı öyle olur ki hatırlamak için, kendini senelerce zorlasa, müyesser olmaz. Buna fenâ-yı kalp denir. Bu fanilik, kemalat-i velayetin birinci derecesidir.
[İhsan eden, iyilik eden sevilir. Hadis-i şerifte, (İhsan sahibini sevmek, insanların yaratılışında vardır) buyuruldu. Bütün iyilikleri yaratan, insana, can, mal, sıhhat veren, zararlardan, korkulardan koruyan, Allahü teâlâyı sevmek insanlık icabıdır. Sevmenin üç alâmeti vardır: 1- Onu sevenleri sevmek, 2- Ona itaat etmek, 3- Onu, dil ile beden ile övmek. Bunlardan ikincisine şükür , üçüncüsüne hamd etmek denir. Onu sevenleri, O da sever. İhsanlarını arttırır. Allahü teâlânın sevgisini kazanmaya çalışana salih kul denir. Bu sevgiyi kazanmış olana velî denir. Başkalarının da kazanması için çalışan Veliye vesile ve mürşid denir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı Kerîmin Mâide sûresinde, (Vesile arayınız!) buyuruyor. Vesileyi bulmak nimeti, dünya ve ahiret nimetlerinin en kıymetlisidir. O hâlde, onu sevmek, hem bu ihsanın vesilesi olduğu için, hem de, Allahü teâlânın sevgili kulu olduğu için, çok lazımdır ve insanın birinci vazifesidir. Hakiki vesileye kavuşmak, en büyük saadettir. Onu aramak birinci vazifedir. Hakiki Mürşid, kıyamete kadar mevcuttur. Halis olan taliblere kendisini tanıtır. Düşmanlardan, ahmaklardan saklanır. Adi, alçak kimseler, kıymetli şeylerin sahtelerini, taklitlerini piyasaya sürerek, insanları aldatır. Böylece, kötü yoldan, menfaat sağlarlar. Çok kıymetli olan vesilenin de sahteleri vardır. Bu alçak kimseler, yalanlarla, hileli kerametlerle, cahilleri aldatırlar. Müslümanlar için en büyük felaket, bunların tuzaklarına düşmektir. Kendilerinin, dinden, imandan, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından haberleri yoktur. Sözleri ile küfür yayarlar. Hareketleri ile hep haram işlerler. Cahilleri ve yeni müslüman olanları avlamakla geçinirler. Kur’ân-ı Kerîm, bunlara münafık diyor. Bunların, Cehennemin dibinde, kâfirlerden daha çok azap çekeceklerini haber veriyor. Sözleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına, işleri bu âlimlerin fıkıh bilgilerine uygun olmayan, bu münafıkların tuzaklarına düşmemeleri için evlatlarımızı uyarmalıyız!
Bir kimseyi dil ile beden ile övmek için, ismi severek söylenir, yazılır. Sâdık olan kimselere haber verilir. Resmi varsa, kıymetli yerde muhafaza olunur. Kendi görülünce, ayağa kalkılır. İsmi ve ismini öven şiirler, kasideler duvara asılır. İslam dininde, her ne niyet ile olursa olsun, insan resmi, heykeli yapmak ve bunlara hürmet etmek, haramdır, büyük günahtır. Evvelki dinlerde haram değil idi. Bunun için, İsa ve İdris aleyhimesselam semaya çıkarıldıktan sonra, müminler Peygamberlerin ve Evliyanın resimlerini, heykellerini yapıp, yükseklere koydular. Karşılarında eğildiler, secde ettiler. Allahü teâlânın affetmesi için, resimlerden, heykellerden şefaat istediler. İsa aleyhisselâmdan 200 sene sonra İsevi dinine Eflatun felsefesi ve Romalıların putperestliği karışarak, resimlerde, heykellerde, ulûhiyet sıfatları bulunduğuna inandılar. Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlara ulûhiyet sıfatlar denir. Ebedî var olmak, her istediğini yapabilmek, öldürmek, diriltmek, şifa vermek, gaybı bilmek böyledir. Böyle olduklarına inanılan resimlere, heykellere sanem=put denir. Bunlar Allahü teâlâya şerik =ortak yapılmış olurlar. Bunlara hürmet etmeye İbadet etmek=tapınmak ve şirk denir. Tapanlara müşrik denir. Şimdi, hristiyanların çoğu müşriktir. Muhammed aleyhisselâma inanmayana kâfir denir. Müşrik, kâfirlerin en kötüsüdür. Müşrik olmayan hristiyanlara ehl-i kitap denir.]
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız
12 yorum