Meyl-i şems ve tadil-i zaman sıfıra ne kadar yakın ise netice o kadar hassas olur. İstanbul’un kıble istikâmeti 2 yol ile bulunur: 1- Kıble açısı ile. 2- Kıble saati ile. 1- Bir şehirden geçen tul dairesinin istikâmetinden, yani cenub cihetinden Kıble açısı kadar şarkına dönülürse, Kıbleye dönülmüş olur. K açısı şöyle hesap olunur: Mekke-i mükerremenin arz [enlem] derecesi a´ = 21 derece 26 dakika, Greenwich’den tul [boylam] derecesi t´ = 39 derece 50 dakikadır. İstanbul’un arzı a = 41 derece, tulü t = 29 derece olduğundan, arz derecelerinin farkı 19 derece 34 dakika, tul farkı f = 10 derece 50 dakikadır. İstanbul’un takribi kıble açısı K, (Mârifetname)deki hendesi izahtan istifade edilerek:
İhtar: İstanbul’un Mekke-i mükerremeden tul farkı f, 60° den küçük olduğu için, bu K, aşağıdaki katî müsavatın verdiği neticeye yakındır. Tul farkı 120° den çok ise, Mekke-i mükerremenin Erd küresi merkezine göre simetriği olan nokta (tulü – 140,17°, arzı – 21,43°) için takribi düstur ile K Kıble açısı hesap edilir. Neticenin 180° den farkı alınarak takribi kıble zaviyesi [açısı] bulunur.
Ş, Şehrin şakülünün küre-i semayı kestiği nokta, Z, zeval noktası, AZ, Nısfünnehar dairesidir.
Kürevi müsellesattan çıkarılan şu müsavat katî kıble zaviyesini verir:
Burada a ve t, kıble açısı bulunacak yerin arz ve tul dereceleridir. a ekvatorun şimalinde (+), cenubunda (–) dir. t Londra (Greenwich)nın şarkında (+), garbın-da (–) alınır. Bulunan K, o şehrden biri cenuba, diğeri kıbleye müteveccih 2 hat [kavs] arasındaki açıdır.
Kıbleyi bulmak için, t´ = 39,83° kıble tulü ile –140,17° tulünden ibaret çemberin 2’ye ayırttığı Erd küresinde, cografi cenubdan itibaren, kıblenin şarkında bulunan yerlerde garba, garbında bulunan yerlerde şarka, K açısı kadar dönülür. Bu düstur ile bulunan K, garba dönülecek mahallerde (–), şarka dönülecek mahallerde (+) çıkmalıdır. Hesap neticesi bunun tersi çıkarsa, (+180°) veya (–180°) ilave edilerek kıble açısı bulunur. Mesela, t=67°, a=25° olan Karachi için CASIO hesap makinesinde şu düğmelere basılır:
39.83 – 67 = cos æ 25 sin – 25 cos æ 0.3925 = Min 39.83 – 67 = sin ÷ MR = INV tan Kıble zaviyesi [açısı] –87° 27 dakika bulunur.
İstanbul için +28 derece 21 dakika [kısacası 29°] bulunmaktadır. Katî ve (takribi) olarak hesap edilen bazı K’lar aşağıdadır. Son üç değer simetrik usûl ile bulunmuştur. Münih: 50° (47°), Londra: 61° (52°), Basel: 56° (50°), Frankfurt: 52° (47°), Tokyo: 113° (130°), New York: 122° (134°), Kumasi: 115° (125°).
170. sayfada sağdaki şekilde B noktası, CŞ kıble hattının bir AB meyl dairesini dik kestiği noktadır. ABŞ dik kürevi müselleste, Napier müsavatına göre, cos (90-a) = cotan i æ cotan K dır. Dâima tan A æ cotan A=1 olduğu için, sin a = (1 / tan i) æ (1 / tan K) dır. Buradan tan i = 1 /(sin a æ tan K) olur. Mesela 2 şubat günü için Privileg hesap makinasında E/C 1÷41 sin ÷ 28.21 µ tan = arc tan düğmelerine basınca, i=70,5 derece bulunur. İstanbul için, dâima i=70,5 dir. ABC dik kürevi müsellesinde de, cos (i+H)= tan æ cot d dir. ABŞ müsellesinde, cos i= tan a æ cot d olduğundan, cot d = cos i / tan a olup cos (i+H)= tan æ cos i ÷ tan a olur. E/C 16.58 µ +/– tan æ 70,5 cos ÷ 41 tan=arc cos – 70,5 =÷15= ¥ düğmelerine basınca, H fadl–ı dair zamanı, yani CZ kavsi için 1 sa’. 45 dakika bulunur. Kedusinin Rub’-ı daire haşiyesinde diyor ki (Ayarlanmış müri, kıble hattına getirilince, haytın kavs-i irtifada rastladığı derecenin tamamisi, İstanbul’da Kıble saatı vaktinin fadl-ı dair derecesi olur. 15’e bölünce, fadl-i dair saati olur). Fadl-ı dair saatini 12 den çıkarıp, tadil-i zaman ve tul farkını hesaba katarak güneşin kıble hizasında bulunduğu andaki (Kıble Vakti) veya (Kıble saati) her gün için, müşterek saate göre hesap edilir. Misalimizde 10 sa’. 33 dak. olur. Ezani zuhr vaktinden Fadl-ı dair ve bir Temkin çıkarılınca, ezani Kıble saati 5 sa’. 6 dak. olur. Bu ânda güneşe dönülürse kıbleye dönülmüş olur. Kıble, cenubun şarkında ise, güneş de şarkta, yani öğleden evvel olup vakit düsturundaki H nin (-) olması icap eder. = meyl-i şemstir. = a´ = 21.43° olunca, güneş senede 2 kere tam Kabenin üstüne gelir. Bu günlerde, bütün dünyada bu ânda (kıble saati vaktinde), güneşe dönen kıbleye dönmüş olur.
Ahmed Ziya Beğ, tul ve arz derecelerini biraz büyük alıp, hesabı logaritme cedveli ile yaparak, İstanbul için yaklaşık K=29 derece bulmuştur. İstanbul’da, Kandilli iskelesindeki câmi tekrar yapılırken, mihrabı bu düstur ile hesap edilmiştir.
Pusula (kıble nüma) ile cenub cihetini bulup, bundan 31 derece şarka dönülürse, İstanbul’da kıbleye dönülmüş olur. Fakat pusulanın ibresi magnetik kutupları göstermektedir. Bunlar ise erd küresinin ekseninin kutupları değildir. Magnetik kutupların yeri de zamanla değişmektedir. 600 sene kadar bir zamanda, hakiki kutuplar etrafında bir devir yapmaktadır. Bir şehirde pusula doğrultusu ile hakiki kutub doğrultusu arasındaki zaviyeye (Sapma açısı) denir. Her yerin sapma açısı başkadır. Şimalden şarka (+) veya garba (–) doğru pusula ibresinin 30° saptığı meskün mahaller vardır. Bir yerin sapma açısı da, her sene değişmektedir. O hâlde, bir yerde cihet, pusula ile bulunursa, kıble açısına, sapma açısını eklemek veya çıkarmak lâzımdır. İstanbul’un sapma açısı takriben + 3° dir. Bunun için, İstanbul’da pusula ile anlaşılan cenub cihetinden: 28° + 3° = 31° şarka dönünce, kıbleye dönülmüş olur.
Cenub ciheti, kutub yıldızı ile veya saat ile yahut yere çizilen (Nısf-ün-nehar) hattı ile bulunursa, kıble açısına sapma açısını eklemek lazım olmaz. İstanbul’da cenubdan 29 derece şarka dönülerek, kıble ciheti bulunur. Bunun için saatımızı masa üzerine koyup, 6 sayısı cenuba çevrilir. Yelkovan 5 üzerine getirilince, kıbleyi gösterir.
Ey kalbi İslam ile yanan, sevdiğim, gençler!
Bütün İslamiyetten, size numunedir bu!
İlim ile mârifettir, hep içindekiler,
Hakikaten bulunmaz eşsiz hazinedir bu!
En büyük âlimlerin, en büyük velilerin,
En meşhur simaların, en ulvi gönüllerin,
Âleme ışık tutan, hayat sunan ellerin,
Kalem ve kalplerinden, sızan bir katredir bu!
Resûlullahın yolu, hakiki müslümanlık,
Ve her iki cihanda, aranılan sultanlık,
Sulhta her ân çalışan, harblerde kahramanlık,
Gösteren ceddimizden, bize emanettir bu!
Her kelimesi huccet, ilimdir her cümlesi,
Dinle budur hakiki İslamiyetin sesi.
Kalpten pasları siler ve arttırır hevesi,
İşte başlı başına, bir İslamiyettir bu!
Namazı tetketmenin günahı nedir?
Geçirme ömrünü mümin, sakın ki kil-ü kal üzre!
sözün mânâsını anla, ne yürürsün hayal üzre?
Bu dünyanın süslerine, aman aldanma ey gâfil!
buna her kim gönül verse, geçer ömrü melal üzre.
Bir dikkatli nazar etsen, bu dünya ehline canım,
kazanırlar para daim, bunlar cenk ve cidal üzre.
Bu dünyaya neler geldi, ben diyenler geçüp gitti,
bilmeli, bu fânî mülkü, yarattı Hak zeval üzre.
Kaçarsan arkandan gelir, kovalarsan yetişmezsin,
ki dünya gölgeye benzer, denildi bu misal üzre.
Akıllı olan bir kişi, gönül vermez bu dünyaya,
düşkün olmaz ondan yana, bilir onu kemâl üzre.
Bir kalp dünyaya bağlansa, ibâdet zevkını duymaz,
onunçün Zâtî bu şiri, getirdi hasbihal üzre.
Nimet-i İslam’da diyor ki “Kadın namazda 2 elini omuzu hizasına kaldırır. Ayakta sağ elini solu üstüne getirir. Sağ el parmaklarını sol bilek üzerine halka yapmaz. Ellerini göğsü üzerine koyar. Rükûda ellerini dizleri üstüne kor. Dizlerini kavramaz. Parmaklarının arasını açmaz. Dizleri dik olmaz. Sırtları düz olmaz. Secdede alçalıp, kollarını yanlarına ve karnını uyluklarına bitiştirir. Kaynağı üzerine oturup, ayaklarını sağa yatık çıkarır. Kadın erkeğe imâm olamaz. Kadının kadına imâm olması mekruhtur. Erkeğe uyunca, en arkada saf olurlar. Öpülen kadının namazı bozulur. Aynı imama uyan kadın, erkeğin önünde veya yanında kılarsa, erkeğin namazı fâsid olur. Erkek, kadına geride durmasını işaret eder, o da geride durmazsa, yalnız kadının namazı fâsid olur. Ateşteki yemeğin taşması, çocuğun ağlaması halinde namazını bozması câiz olur.” Duâ ederken ellerini ileri uzatmaz, yüzüne karşı eğik tutar.
[Kâfirlerin adetlerini yapmak, onlara benzemek niyeti ile olmazsa ve haram veya kötü adetler değilse, faydalı şeyler ise, câiz olur. Onlar gibi yemek, içmek böyledir. Onlara uymak için olur veya haram veya fenâ şeyler ise, haram olur.
Uyunü’l besair’de diyor ki “İnsan resmi veya heykeli yapıp, bu insanda ülûhiyet sıfatlarından birinin bulunduğuna inanarak veya bunun kâfir olduğunu bilerek, bunların karşısında, hürmet, tazim bildiren bir şey söylese veya yapsa, mesela secde etse, yahudilerin ve nasaranın bağladıkları Zünnar denilen kuşağı ve onların dinlerine mahsus şeyleri kullansa, kâfir olur. Kâfirlere mahsus olan şeyleri harpte hile olarak kullanırsa, kâfir olmaz”.
Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlara ülûhiyet sıfatları denir. Canını, malını, rızkını kurtaracak kadar kullanması özür olur. Daha fazlası küfür olur. Akâid ve fıkıh kitaplarının çoğunda, mesela (Dürer)in nikahtan önceki faslında diyor ki “Bir kimse, kalbi îman ile dolu olduğu hâlde, küfre sebep olan bir şeyi, zaruret olmadan, yani istiyerek söylerse, kâfir olur. Kalbindeki imanın faydası olmaz. Çünkü, bir kimsenin kâfir olduğu sözünden anlaşılır. Küfre sebep olan şeyi söyleyince, insanlar arasında da, Allahü teâlâ yanında da kâfir olur”. İş ve giyim ile hâsıl olan (Küfür-i hükmi)nin de böyle olduğu, (Şerh-i mevakıf)ın 6. mevkıf, 3. mersadında yazılıdır].
Kâfirlerin ibâdetlerini, ibâdet olarak yapmak, mesela kiliselerinde çaldıkları org gibi çalgıları ve çanları camilerde çalmak ve İslamiyetin kâfirlik alâmeti saydığı şeyleri, zaruret, cebir olmadan kullanmak küfür olur. İmanı giderir.
Mal-ü mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi?
Bir muhalif yel eser, savurur harman gibi!
Bu yaşa eriştin ne amel kıldın?
Ömrün gelip geçti, pişman mı oldun?
Şimdi huzuruma ne yüzle geldin,
derse Allah, sen ne cevap verirsin?
İki yol gösterdim, hem akıl verdim,
bir yolu seçmekte, serbest bıraktım.
Dinin emirlerini terkedip, nefsine uydun,
derse Allah, sen ne cevap verirsin?
Soğuk, sıcak dedin, abdest almadın,
dünyaya daldın, namaz kılmadın.
Cenâbet gezip, gusletmedin,
derse Allah, sen ne cevap verirsin?
Niçin, abdest alıp, kılmadın namaz,
yalvarıp Halıka, etmedin niyaz?
Gusül abdesti almak lazım kış ve yaz,
derse Allah, sen ne cevap verirsin?
CAMİDE YAPILMASI CAİZ OLMAYAN ŞEYLER 22’DİR:
Ey, insan adını taşıyan varlık,
kendine gel, uyan gafletten artık!
Saadet yolun, göremezsen nadan,
niye vermiş sana, bu aklı Yezdan?
niçin geldin fânî cihana, böyle!
yalnız yemek içmek için mi, söyle?
Bilirsin, bir ruh da vardır insanda,
psikoloji olayları meydanda.
Muhakkak, dünyaya gelen, ölüyor,
o zaman ruhlar, aceb n’oluyor?
İleriyi görmek, elbet insanlık,
bunu sağlar sanma, hıristiyanlık.
İslamı kötüler, onlar dâima,
İncilde, böyle mi söyledi Îsâ?
İslamiyeti bilmiyorum dersin,
nasıl, münevverlik iddia edersin?
Gençlik geçti, sanki tatlı bir rüya,
bütün ömür de, bir saattır güya,
İslamı, sanırım etmezsin teslim,
anlamadan hiç, verilir mi hüküm?
Din dersine lüzum yokmuş lisede,
böyle mi söyleniyor, kilisede?
İslamı bilmediğin, pek aşikar,
ki bunu eyliyemezsin, hiç inkâr,
Ne olur, bir din kitabı okusan,
İnsanlığı öğrenirsin, o zaman.
KAZA NAMAZLARI
Namaz, (İbadet-i bedeniye) olduğundan, başkası yerine kılınamaz. Herkesin kendi kılması lâzımdır. Ağır hasta ve çok ihtiyar kimse, namaz yerine fakire fidye [para] veremez. Halbuki oruç yerine fidye vermesi lâzımdır.
Halebi-i kebir’de diyor ki (Özürlü ve özürsüz olarak namazı terkedenin, bunun farzını kaza etmesi lâzımdır. Yalnız Hanbeli mezhebinde, namazı özürsüz terkeden mürted olacağı için, namazını kaza etmesi lazım olmaz. Önce, küfürden tövbe etmesi lazım olur). 6. sayfasında diyor ki (Namaz kılmak, farz olduğu için, inanmayan kâfir olur. İnanıp da, terkeden, yani özürsüz kılmayan fasık olur. Kitap, sünnet ve icmâ ile açıkça bildirilmiş olan farzların hepsi böyledir. İctihad ile anlaşılmış farzlara Mukayed denir. Bunlara inanmayan kâfir olmaz). [Bunlara da ehemmiyet vermeyen, aklına uyup, müctehidin hükmünü beğenmeyen kâfir olur.]
Câmiu’l-ezher’in Cameroun cumhuriyetindeki mümessili, üstaz İbrahim Muhammed Neşat “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (İslam kültürü) kitaplarının 6.sında, 25. sayfasında diyor ki “Namazı bilerek terketmenin büyük günah olduğunu ve farzları hemen kaza etmek farz olduğunu, cumhur-ı ulema bildirmektedir. İbni Teymiye, namazı amden terkedenin kaza etmesi lazım değildir. Kaza kılması sahih olmaz. Çok nâfile kılması, çok hayrat, Hasenât ve istiğfar yapması lazım olur dedi. Daha önce İbni Hazm da, uzun yazıları ile böyle uygunsuz fikirler ortaya atmıştı”. İbni Teymiye ve İbni Hazm, hükmü şüpheli olan âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri te’vil ettiler. Yani, yanlış mânâlar vererek, Ehl-i sünnetten ayrıldılar. Böylece, hayırlı işlerin, namaz yerine geçeceği sapıklığını da körüklemişlerdir. İslamiyette açtıkları yaraların en zararlı olanlarından biri de, bu olmuştur.
Dürrü’l-muhtarda, 256. sayfada buyuruyor ki “Farz namazı, özrü olmadan, vakti geçtikten sonra kılmak, yani kazaya bırakmak haramdır”. 485. sayfada buyuruyor ki “Farz namazı, özürsüz [yani İslamiyetin gösterdiği sebep olmadan] vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır. Bu günah, yalnız kaza edince affolmuyor. Kaza ettikten sonra, ayrıca tövbe veya hac etmek de lâzımdır. Kaza edince, yalnız namazı kılmamak günahı affolur. Kaza kılmadan, tövbe edilince, terk günahı affolmadığı gibi, tehir günahı da affolmaz. Çünkü, tövbenin kabul olması için, günahtan sıyrılmak şarttır”.
[Bazı vaaz kitaplarında, Ramazan-ı şerif ayının son Cuma namazından sonra, (Kefaret-i namaz) olarak 4 rekat kılınır, diyor. Her rekatte ve selamdan sonra okunacak şeyleri de yazıyorlar. Bu namaz, bütün ömründe kılmadığı namazların kefareti olur. Hepsi affolur, diyorlar. Bu yazı doğrudur. Fakat bu namaz ve mübarek zamanlarda yapılan diğer ibâdetler, kaza edilmiş olan farz namazların vakitlerinde kılınmadıklarının büyük günahlarının affı için yapılan tövbenin kabul olması içindir. Yoksa, kılınmamış namazlar, kaza edilmedikçe, hiçbir sûretle affolmazlar. Nitekim oruç kefareti de, oruç borcunu ödemiyor. Gün sayısınca orucun ayrıca kaza edilmesi de lazım oluyor].
Kılınmamış namazları 5’ten çok ise de, acele kaza etmek lâzımdır. Secde-i tilâvet ve oruç kazası, acele değildir. Gecikirse günah olmaz.
Darülharpte imana gelen, farz olduğunu işitinceye kadar, kılmadığı namazları kaza etmez. Mürted, imana gelince, mürted olmadan önce kıldığı ve mürted iken kılmadığı namazları ve oruçları kaza etmez. Fakat, tekrar hacca gitmesi lazım olur. Mürted olmadan önce yapmadığı farzları kaza eder. Çünkü, müslümanın farzları yapmaması büyük günahtır. Mürted olunca, günahları affolmaz.
Sağlam iken kılmadığı namazları, hasta iken teyemmüm ve ima ile kaza etmek câizdir. İyi olursa, tekrar kılmak lazım olmaz. Kaza kıldığını başkasına bildirmemelidir. Çünkü, namazı kaçırmak günahtır. Günahı gizlemek lâzımdır.
Farz ve vâcib olan bir namazı bile bile kazaya bırakabilmek için, 2 özür vardır: Biri, düşman karşısında olmaktır. İkincisi, seferde olan [yani 3 günlük yol gitmeye niyeti olmasa bile yolda bulunan] kimsenin hırsızdan, yırtıcı hayvandan, selden, fırtınadan korkmasıdır. Bunlar, oturarak ve herhangi bir tarafa dönerek veya hayvan üzerinde ima ile de kılamadığı zaman, kazaya bırakabilir. Bu 2 sebep ile ve uyku ve unutmak sebebi ile kaçırmak günah olmaz. Kış aylarında, yatsıyı vaktinin üçte birine kadar geciktirmek müstehaptır dedikten sonra buyuruyorlar ki (Vakit girdikten sonra uyuyup namazı kaçırmak, haram olmaz ise de tahrimen mekruhtur. Birisine tenbih ederek veya saat çalarak uyanmayı temin edince ve vakit girmeden evvel uyumak mekruh olmaz.) Kara Çelebi-zade’nin Eşbah şerhinde, (Boğulmak üzere olanı ve benzerlerini kurtarmak için namazı vaktinden sonra kılmak sahihtir) diyor. Fakat, [Özür bitince], hemen kaza kılması farz olur. Haram olan 3 vakitten başka, boş vakitlerinde kılmak şartı ile fevt olan namazını, çoluk çocuğunun rızkını kazanacak kadar geciktirmek câiz olur. Daha fazla geciktirirse, günaha girmeye başlar. Nitekim, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Hendek muharebesinin şiddetinden kılamadıkları 4 namazı, hemen o gece, Ashâb-ı kirâm “radıyallâhu anhüm” yaralı ve çok yorgun oldukları hâlde, cemaat ile kıldı.
Hanefi mezhebinin âlimleri, söz birliği ile buyuruyorlar ki “Sünnet namazların, yalnız vaktinde kılınmaları emrolundu. Vaktinde kılınmayan sünnet namazlar, insanın üzerinde borç kalmaz. Bunun için, vaktinden sonra kaza edilmeleri emrolunmadı. Sabah namazının sünneti vâcibe yakın olduğundan, o gün öğleden önce farzı ile kaza edilir. Sabah namazının sünneti öğleden sonra, başka sünnetler ise, hiçbir zaman kaza edilmez. Kaza olursa, sünnet sevâbı hâsıl olmaz. Nâfile kılınmış olur.”
Dürrü’l-muhtar’da, İbni Âbidin’de, Merakı’l-felah’ın Tahtavi haşiyesinde, Dürrü’l münteka’da ve Cevhere’de diyor ki “Bir müslümanın herhangi bir namazı vaktinde kılmaması, 2 türlü olur:
1) Özür ile kaçırmasıdır. Namazı özür ile kaçırmaya, (Fevt) etmek denir. Haram, mekruh, bidat işlememek ve farzı, vâcibi kaçırmamak, hatta geciktirmemek için, sünnet terkedilir. Sünnetleri, bu sebeplerle terketmek câiz, hatta lâzımdır. Terketmemek günah olur. Farz namazları özür ile kaçırmak da, günah olmaz ise de, hemen kaza edilmeleri lazım olur.
2) Namazı vazife bildiği, ehemmiyet verdiği hâlde tembellikle terketmesidir”.
Sünnetleri özürsüz ve ısrarla hep terketmek günah olmaz ise de, kıyamette sorguya çekilip, azarlanır. Kemâleddin ibni Hümam, (Farzı, vâcibi kılmamak günah olur. Sünnetleri kılmamak ise, sevaplarına ve yüksek derecelere kavuşmamaya sebep olur, dedi). (Halebi-i sagir)de (Sabah namazının sünnetini ve başka müekked sünnetleri terketmek günah olmaz. Yalnız sevaplarına ve yüksek derecelere kavuşamaz ve azarlanır) diyor. Farzları özürsüz terketmek ise, çok büyük günahtır. Bunun için, kitaplarda, kaza namazlarını anlatmaya başlarken, (Müslüman, namazlarını ancak özür ile kaçırır. Bunun için, her kitapta (Faite), yani kaçırılmış namazların kazası denilmektedir) yazılıdır. Çünkü, eski müslümanlar, namazlarını fevt edebilirdi. Hiç kimse özürsüz terketmezdi. Umdetü’l-İslam’da ve Câmiü’l-fetava’da diyor ki (Düşman karşısında, bir farz namazı kılmak mümkün iken, terketmek, 700 büyük günah işlemiş gibi günahtır). Faite namaz, kazaya kalmış namaz demektir. Terkedilmiş namaz ise, kazaya bırakılmış namaz demektir. Kazaya kalmış namazı bildirmek için, faite de, terkedilmiş namaz da denilir. Bu maksat için, bu 2 kelimeyi birbirinin yerine kullanmak, faite namaz ile terkedilmiş namazın hükümlerinin aynı olduğunu göstermez. Faite namaz, günah olmayan namazdır. Terkedilmiş namaz ise, büyük günah olan namazdır. Mesela, gâzî, insandır. Katil de insandır. İkisinin de insan olması, katilin günahını gidermez. Gazinin sevâbını yok etmez.
Özürden dolayı geciktirilmesine İslamiyetin izin verdiği birkaç namazı fevt olmuş bir kimsenin, bu birkaç namazı, 5 vakit namazın sünnetleri yerine kılmayıp, bu sünnetleri terketmemesi câiz görülmektedir. Fakat, din kitapları yazıldığı zamanlarda, İslam memleketlerinde namaz kılmayan kimse yoktu. Özürsüz kazaya bırakan da yoktu. Özür ile fevt olan namazları da azdı. Şimdi ise, özürsüz terkettikleri için, büyük günaha girmişlerdir. Bu vaka ve hakikat karşısında, namazlarını özürsüz terkedenler, namaz borcu ile can vermemek, Cehennem azabından kurtulmak için, hiç olmazsa, 5 vakit namazdan 4’ünün sünnetlerini kılarken, kaza kılmaya da niyet etmelidir. Böylece, bir namaz kılmakla, hem kaza, hem de sünnet kılınmış olur. Sabah namazının sünneti kuvvetli olduğundan, sabah namazının sünnetini, yalnız sünnet niyet ederek kılmalıdır.
4 mezhebin fıkıh bilgilerinde mütehassıs olan Seyyid Abdülhakîm Efendi “rahmetullâhi aleyh” buyurdu ki “Tembellikle namaz kılmayanlar, senelerce kaza borcu olanlar, namaza başladıkları zaman, sünnetleri kılarken, o vaktin ilk kazaya kalmış kaza namazı için de niyet ederek kılmalıdır. Bunların, sünnetleri kaza namazı için de niyet ederek kılması, 4 mezhepte de lâzımdır. Hanefi mezhebinde, bir farz namazı özürsüz kazaya bırakmak ekber-i kebairdir. Bu çok büyük günah, her namaz kılacak kadar boş zaman geçince, bir misli artmaktadır. Çünkü, namazı hemen kaza etmek de farzdır. Hesaba, sayıya sığmayan bu müthiş günahtan ve azabından kurtulmak için, sabah namazından başka 4 vakit namazın sünnetlerini ve Cuma namazlarının ilk, son ve vakit sünnetlerini kılarken, kılınmamış farz namazını da ve yatsının son sünnetini kılarken, 3 rekat vitir namazını da kaza etmeye niyet ederek kılmalıdır. Böyle olduğunu ispat eden deliller, Hanefi âlimlerinin kitaplarında pek çoktur.
Farz namazı terketmek büyük günahtır. Hemen tövbe etmek lâzımdır. Tövbeyi [yani kaza kılmayı] geciktirmek daha büyük günahtır. Bu büyük günah, kaza kılacak kadar zaman, yani 6 dakika geçince, bir misli artar. Kaza etmeyi geciktirince de, tövbe farz olur. Kazaya kalan bir namazın ilk kazası kılınınca, bu namazın kazalarını geciktirmek günahlarının hepsi affolur. Bunun için, kazayı bir ân evvel kılarak, kaza borcunu bitirmek lâzımdır.
FARZLAR VE SÜNNETLER: [Başkasının malını gizli olarak almaya (Sirkat) çalmak denir. Zorlayarak, aldatarak, görerek almaya (Gasp) yağma denir. İkisi de haramdır. Her 2 malı sâhibinin kullanmasına mâni oluyor ki bunun günahı, sâhibine ödeyinceye kadar devam ediyor. Bu günaha ayrıca her gün tövbe etmek lâzımdır. Farzı vaktinde yapmayıp, nâfile ibâdetleri yapanın, bu nâfileleri kabul olmaz. Çünkü, bu kimse, Allahü teâlânın emrini yapmayıp, kendi nefsinin arzularını yapmaktadır. Zekat vermeyince, fakirin hakkı gasp edilmiş oluyor. Zekat vermeyen zengin, binlerce fakirin hakkını gasp etmiş olduğu için ve Allahü teâlânın emrini yapmadığı için, bunun bütün hayratı, Hasenâtı kabul olmuyor. Borcunu ödemeyen de, böyle haklar altında kalmaktadır.
Namaz kılmak, insanın Allahü teâlâya olan borcudur. Bir farzı vaktinde kılmamak, bu hakkı ve namazda müslümanlara yapılan duâ hakkını ödememek oluyor. Bunu kaza edinceye kadar nâfile namazları, sünnetleri kabul olmuyor. Namazı kazaya bırakmak büyük günahtır. 1 namazın kazasını kılmayan 80 hukbe yanacaktır. Her o namaz kılacak kadar zaman geçince, bu azap 1 misli artmaktadır. 1 saatte 10 kere, günde 240 kere birer misli artmaktadır. Kaza namazlarının cezaları, ilk günü 80 hukbe iken, sonraki günlerde, her namaz kılacak kadar zamanda bir misli artıyor. Her erkek 12 yaşından, her kadın 9 yaşından itibaren, namaz kılmaya başlayıncaya kadar geçen seneler adedince sene, sünnetler yerine kaza kılmalıdır. Namazı kılmamak, büyük günah olduğu gibi, kaza kılmamak daha büyük günah oluyor ve bu günah her gün devam ediyor. Namazı kazaya bırakanın tövbe etmesi lazım olduğu gibi, kazayı da kılmadığı için, her namaz kılacak kadar zamanda, ayrıca tövbe etmesi lâzımdır. Kaza kılmamaya tövbe etmek için, kazayı da kılması lâzımdır. Bunun için, çok kazası olanın, her namazı kılarken, sünnetler yerine 1. kazayı kılması lâzımdır. Çünkü, kaza namazını kılmadan, bunun sünnetleri kabul olmamaktadır. Sünnet yerine kaza kılarken, bu sünneti de kılmış olmaktadır.
Bir namazın bir kazasını kılmayan, namaz kılacak kadar zamanlar geçince, günahı evvelkinin artarak, milyonlarca kaza borcu hâsıl oluyor. Böyle kimse, 1. kazayı kılıca, bu günahların hepsi affoluyor. Kaza namazı kılmanın ehemmiyetini iyi anlamalıdır. İmansız ölene ahirette hiç merhamet edilmiyecek, Cehennemde sonsuz yanacaktır. Büyük günah işleyip de tövbesiz ölen müslüman şefaat ile veya İslamiyeti yaydığı için affedilecektir. Çünkü, hadis-i şerifte “Allahü teâlânın en çok sevdiği amel, hubb-i fillâh ve buğd-ı fillahtır” buyuruldu. Ehl-i sünnet âlimlerini ve Evliyâyı seven mümin, bu hadis-i şerifin müjdesine kavuşacaktır. “Unutulmuş sünnetimi meydana çıkarana 100 şehit sevâbı vardır” hadisindeki müjdeye kavuşmak için de, Ehl-i sünnet kitaplarını satarak, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği İslamiyeti yaymaya çalışmak lâzımdır. ]
Sünnetleri kaza niyetiyle de kılmak için, öğle namazının ilk 4 rekat sünnetini kılarken, ilk kazaya kalmış öğlenin farzını niyet ederek, kaza da kılmalıdır. Öğlenin son sünnetini kılarken, ilk kazaya kalmış sabah namazının farzını da niyet ederek, kaza kılmalıdır. İkindinin sünnetini kılarken, ikindi namazının farzını niyet ederek, kaza da kılmalıdır. Akşâmın sünnetini kılarken, 3 rekat akşam namazının farzını niyet ederek, kaza da kılmalıdır. Yatsının ilk sünnetini kılarken, yatsı farzını ve son sünnetini kılarken de, ilk kazaya kalmış vitri niyet ederek 3 rekat olarak, kaza da etmelidir. Böylece her gün bir günlük kaza ödenir. Teravih namazlarını kılarken de, kaza kılmaya da niyet ederek, kaza da kılmalıdır. Kaç senelik kaza namazı varsa, buna, o kadar sene devam etmelidir. Kazalar bitince, yalnız sünnetleri kılmaya başlamalıdır).
[Teravih yerine, evinde kaza namazı da kılmalıdır. Çünkü, farzları özürsüz kılmayanın, sünnetlerine sevap verilemeyeceği, kitaplarda yazılıdır. Mahalle mescidinde veya evde, cemaat ile teravih kılındığı zaman, kaza borcu olan veya imâmın namazının sahih olduğuna güvenmeyen kimse, namaza yeni başlayan gençlere önayak olup onları namaza alıştırmak ve dedikodu, fitne çıkmasını önlemek için, cemaat ile teravih kılar. Fakat, bu imama uymaya niyet etmez. Niyet etmiş görünür. Kendisi kaza da kılar. İmam efendi, 2 rekatta 1 selam veriyorsa, sabah namazı farzlarını, 4 rekatta bir selam veriyorsa, diğer farzları kaza etmeye de niyet eder. Kaza namazına da niyet edince, imâmın hareketlerine uyamaz ise, yalnız teravih kılmaya niyet ederek böyle imama da uyar.]
Bildirilen 2 özür ile ve unutarak veya uyku sebebi ile kılamayıp, fevt olan namazların sayısı pek az olup bir günde kaza edilebilir. Sünnetleri kaza niyeti ile de kılmak lazım olmaz. Özür ile kaçırılması günah olmadığı için, kaza edilmesini, sünnetleri kılacak kadar geciktirmek de, günahın başlamasına sebep olmaz.
Özürsüz, tembellikle farz namazı vaktinde kılmamak, büyük günahtır. Bir büyük günahı affettirmek için tövbe etmek lâzımdır. Tövbenin sahih olması için 4 şart vardır. Bunlar, pişman olup günaha devam etmemek, bir daha yapmamaya karar vermek, affolması için duâ ve istiğfar etmek, Allah ve kul haklarını ödemektir. Bu 4 şarttan biri yapılmazsa, günah affolmaz. Böyle kimselerin, her gün 4 vakit namazın sünnetlerini de kaza niyeti ile kılıp, Allahü teâlânın hakkını bir ân önce ödemeleri lâzımdır. Bunların 3 ve 4. rekatlerinde zamm-ı sûre okumazlar.
İmdad’da ve İbni Âbidin, 450. sayfasında, “Vâcibi geciktirmemek için sünnet terkedilir” buyuruyor. 316. sayfasında da böyle buyurduktan sonra, “Cemaat ile namaz kılarken farz olan hareketlerde, imama tâbi olmak, farzdır. Vâciblerde vâcibdir. Sünnetlerde tâbi olmak sünnettir. Tâbi olmak, imamla beraber veya sonra yapmak veya önce başlayınca, imamı beklemek demektir. Mesela, rükûa imamla beraber eğilmek veya sonra eğilip, ona rükûda yetişmek veya imâm rükûdan kalktıktan sonra eğilmek veya imamdan önce eğilip kalktıktan sonra tekrar imamla birlikte veya ondan sonra eğilmek, imama tâbi olmak demektir. Tekrar eğilmezse, tâbi olmamış, farzı terketmiş olur ve namazı bozulur. Farz ve vâciblerde, imamla beraber hareket etmek, ayrıca vâcibdir. Bir kimse, rükû tesbîhini 3 kere okumadan, imâm rükûdan kalkarsa, tesbîhi tamamlamayıp, imamla beraber kalkması vâcibdir. Vâcibi geciktirmemek için sünnet terkedilir” diyor. Vâcibi geciktirmemek için tesbîhi tamamlamayıp bu sünneti terketmek lazım oluyor. Namaz içindeki sünnetler, namaz dışındaki her sünnetten daha kuvvetlidir. Mesela, Kurân-ı Kerîm okumak sünnettir ve sevâbı çoktur. Fakat namaz içinde okunan Kurân-ı Kerîmin sevâbı daha çok olduğu hadis-i şerifte bildirilmiştir. Bu hadis-i şerif, senetleri ile birlikte, (Haziynet-ül-esrar)ın 22. sayfasında yazılıdır. O hâlde, özürsüz terkedilen namazların kazalarını kılarak, büyük günahtan kurtulmak için, sünnetlerin terkedilmesi lazım geldiği, buradan da anlaşılmaktadır. Böyle olmakla beraber, sünnetleri kaza niyetiyle de kılan kimse, sünnetleri terk etmiş olmaz.
İmâm sabah namazını kıldırmaya başlarken gelen kimse, camiin dışında veya içerde, direk arkasında sünneti kılar. Sonra imama uyar. Böyle, cemaatten ayrı bir yer bulamazsa, sünneti cemaatin arkasında kılmaz. Hemen imama uyar. Çünkü, cemaat ile namaz kılınırken, yalnız olarak namaza başlamak mekruhtur. Mekruh işlememek için, sabah sünneti terkedilir. Dürrü’l-muhtar’ın bu yazısına göre de, sünnetler yerine kaza kılmak lâzımdır. Mekruhtan kurtulmak için, en kuvvetli sabah sünneti bile terkedilince, haramdan kurtulmak için, sünnet elbette terkedilir. Çünkü, sünnet yerine kılınan kaza namazı, insanı büyük günahtan kurtarmaktadır.
Bazı kimseler ve hele, kendilerini din adamı tanıttıran bazı din cahilleri, din büyüklerinin sözlerini değiştirmeye kalkışıyor. Fakat, bir şey bilmedikleri için, itiraz olarak, hiçbir kitaba dayanmadan, akıllarına geleni söylüyorlar. Kendilerini beğendikleri için, ulu orta fikirler yürütüyorlar. Mesela, (Efendim, sünnet yerine farz kaza edilmez. Ben, bunu kabul edemem. Saatlerce kahvede oturup, boş vakit geçireceğine, kazalarını kılsın. Sünnetleri bırakmasın!) diyenler oluyor. Evet (kahvede saatlerce oturmasın da, kazalarını kılsın) sözü doğrudur. Fakat, (kazalar için sünnetleri bırakmasın!) sözü doğru değildir. Kazaları kılmamak ve boş vakit geçirmek, büyük günahtır. Ama, bu günahları işleyenin, sünnetler yerine kaza kılmamasını istemek, bu adamı üçüncü bir günaha sokmayı istemek olur. Mesela kazası olup da kılmayan ve boş vakit geçiren bir kimsenin bu günahlara girdiği için, ayrıca kumar oynamasını veya içki içmesini de istemek gibi olur. Büyüklerimizin (iyi bir işin hepsi yapılamazsa, hepsi de terkedilmemelidir) sözü meşhurdur. O hâlde, namazlarını özürsüz olarak kılmamış olan kimse, büyük günahtan kurtulmak için, sünnetler yerine kaza kılmak fırsatını kaçırmamalıdır. Nitekim namaz kılmayan, orucu da bırakmamalıdır.
Tahtavi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, aynı sayfada diyor ki “Sabah namazının sünneti çok faziletlidir. Bunu kılmak, hadis-i şeriflerde çok methedildi. Sevâbı çoktur. Fakat, sabah sünnetini bile kılmayan için, hiç ceza bildirilmedi. Halbuki sabah farzını cemaat ile kılmayıp, yalnız kılanın Cehenneme gideceği bildirildi. Demek ki cemaatin kıymeti, sabah sünnetinden bile katkat üstündür.”
İbni Âbidin diyor ki: “Bir kimse, imama, sabah namazının 2. rekatinde yetişirse, sünneti terkedip, imama uyar. Çünkü sünnet, cemaatten hâsıl olan 27 farz sevâbından birisine bile yetişemez”. En kuvvetli olan sabah sünneti, farzı cemaat ile kılabilmek için terkedilince, farz için elbette terkedilir. Farz borcu ile ölmemek için, sünnetleri kaza niyetiyle de kılmak lazım olduğu buradan da anlaşılmaktadır.
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, [m. 1896] yılında Hindistan’da basılan Fütuhu’l-gayb kitabının 48. makalesinde diyor ki: Müminin, en önce farzları yapması lâzımdır. Farzlar bittikten sonra, sünnetleri yapar. Ondan sonra, diğer nâfilelerle meşgul olur. Farz borcu varken, sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın sünnetleri kabul olmaz. Ali ibni Ebû Talib “radıyallâhu anh” bildiriyor: Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki “Üzerinde farz namazı borcu olan kimse, kazasını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabul etmez”. Abdülkâdir-i Geylânî’nin yazdığı bu hadis-i şerifi şerh eden Hanefi mezhebi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî buyuruyor ki “Bu haber, farz borcu olanların, sünnetlerinin ve nâfilelerinin kabul olmayacağını göstermektedir. Sünnetlerin, farzları tamamlıyacağını biliyoruz. Bunun mânâsı, farzlar yapılırken, bunların kemâllerine sebep olan bir şey kaçırılırsa, sünnetler, kılınan farzın kemâl bulmasına sebep olur. Farz borcu olanın kabul edilmeyen sünnetleri bir işe yaramaz”. Fütuhu’l-gayb’ın bu şerhi fârisî olup İstanbul’da, Beyazıt Devlet kütüphanesinde, 3866 numarada mevcuttur.
İbni Âbidin de, nâfile bahsinde buyuruyor ki “Hadis-i şerifte, (Tamam yapılmamış olan namaz, zekat ve başka farzlar, nâfileler ile tamamlanacaktır) buyuruldu. İmâm-ı Beyheki bu hadis-i şerif, yapılmış olan farzların içindeki sünnetler noksan kalırsa, nâfilelerle bu noksanların tamamlanacağını göstermektedir. Yoksa, yapılmamış farzların yerine nâfilelerin geçeceğini bildirmiyor dedi. Çünkü, başka bir hadis-i şerifte, (Bir kimse, namazını tamamlamadı ise, o namazın üzerine, tamamlanıncaya kadar, nâfile namazları eklenir) buyuruldu. Bu hadis-i şerif, nâfilelerin, terkedilmiş farzı değil, noksan olarak kılınmış farzı tamamlıyacağını göstermektedir dedi. İmdad’ın Tahtavi haşiyesi 247. sayfasında de, bu hadis-i şerif zikir edilerek, sünnetlerin, kılınmış olan farzdaki kusurları tamamlıyacağı bildirilmektedir. İmâm-ı Gazâlî ve İbni Arabî gibi Hanefi mezhebinde olmayan âlimler ise, nâfilelerin özür ile kaçırılan farzların yerine konacağını bildirmektedir”.
Uyunü’l-besair’de diyor ki İmâm-ı Beyheki sünnetler, kılınmış olan farzların içindeki sünnetlerin noksanlıklarını tamamlar buyurdu. Çünkü sünnetlerden hiçbirisi, hiçbir zaman bir vâcib gibi olamaz. Hadis-i kudside, “Bir kimse, kendisine farz yaptığım ibâdeti yapmakla bana yaklaştığı gibi, hiçbir şeyle yaklaşamaz” buyuruldu.
Görülüyor ki İslam âlimlerinin bir kısmına göre nâfileler, kılınmış olan farzların noksanlıklarını tamamlıyacaktır. Bir kısmı ise, özürle kaçırılmış olan farzların yerlerine de konacaktır buyuruyorlar. Fakat bu âlimler de, namazlarını tembellikle kılmayıp, büyük günah işlemiş olanların, bu hadis-i şeriflerden istifade edeceklerini bildirmemişlerdir. Çünkü, namaz kılmayanın nâfileleri kabul olmaz ki farzları tamamlamaya yarayabilsinler. Âlimlerin, bildirdiğimiz bu 2 ayrı ictihadını bırakıp da, bir üçüncüsünü söylemek, biz mukallidler için câiz değildir. Çünkü, İbni Melek “rahmetullahi teâlâ aleyh” Menar şerhinde, “Müctehidlerin bir din bilgisi üzerindeki sözleri birbirine uymadığı zaman, sonra gelen âlimlerin, bu bilgiyi, müctehidlerin bildirmiş olduklarından başka türlü anlatmalarının batıl olduğu, söz birliği ile bildirilmiştir” diyor. Bu icmaa göre, nâfilelerin, tembellikle kılınmamış farzların yerine konacağını söylemek boş laf olur. Müctehidlerin sözlerini anlayamayan, yahut anlasa da kıymet vermeyen mezhepsiz kimse, aklına gelen her şeyi söyleyebilir.
Merakı’l-felah ve İmdadü’l-fettah’da, farz namazlardan sonra okunacak şeyleri anlatırken buyuruyor ki “İmam, farzdan sonra nâfile namaz yoksa, farzı kılıca veya farzdan sonraki tetavvuu kılıca, cemaate karşı döner”. Dürrü’l-muhtar’da “İmâmın nâfileyi, farz kıldığı yerde kılması mekruhtur. Biraz solda kılmalıdır” diyor. Bu sözler ve Haziynetü’l-esrar kitabındaki açıklama, 5 vakit namazda sünnet olarak kılınan namazların, nâfile olduklarını açıkça göstermektedir.
Yine bu kitapta ve Tahtavi şerhinde diyor ki “Bütün sünnetlere nâfile denir. Nâfile farz ve vâcib olmayan ibâdetler demektir. Nâfile ya sünnet olur veya insanın kendiliğinden yaptığı ibâdet olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki (Kıyamette, önce namazdan sorulacaktır. Namaz doğru kılındı ise, kurtulacaktır. Namazı bozuk ise, işi kötü olacaktır. Farz namazında bir şey noksan olursa, nâfileleri ile tamamlanacaktır). İnsanın derecesi ne kadar yüksek olursa olsun, kusursuz iş yapamaz. İşte nâfileler, kılınmış olan farzlarda olan kusurları tamamlar”.
Şernblali, Dürer haşiyesinde diyor ki “Nâfile namaz deyince, sünnetler de anlaşılır. Kadı İmâm-ı Ebû Zeyd dedi ki nâfile kılmak, farzdaki kusurları tamamlamak için emrolundu. Bir kimse, farzı kusursuz kılabilirse, sünnetleri kılmadığı için buna bir şey denemez”. İbni Âbidin, vitir namazını ve hayvan üstünde nâfile kılmayı anlatırken diyor ki müekked ve gayr-ı müekked sünnetlerin hepsine nâfile denir.
Cevhere’de Hidaye’den alarak diyor ki “5 vakit namazın sünnetlerini özürsüz oturarak kılmak câizdir. Çünkü bu sünnetler, nâfile namazdırlar”. İbni Melek, Mecmaul-bahreyn şerhinde diyor ki “Camie gelen kimse, sabah namazından başka namazların cemaat ile kılındığını görse, ilk sünnetini kılmayıp hemen cemaate uyar. Çünkü, farz için ikâmet okunduktan sonra, nâfile namaz kılmak mekruhtur. Sünnet kılarken, ikâmet okunursa, 2 veya 4 rekate tamamlayıp selam verir ve imama uyar. Sabah veya akşam farzını kılarken okunursa, farzı kesip imama uyar. Çünkü, daha iyi şekilde kılmak için farz bozulur. Daha iyisini yapmak için camii yıkmaya benzer. Cemaate yetişmek için, sünneti bozmak ise böyle değildir”.
El-hikemü’l-Ataiye’de diyor ki “2 işten, nefsine ağır geleni yap! Çünkü, hak olan iş, nefse ağır gelir. Vâcibleri yapmakta gevşek davranıp, nâfile hayratı yapmaya çalışmak, nefsin hevasına uymak alâmetlerindendir”. Bu söz, İbni Teymiye’nin (Kaza kılmak lazım değildir) sözüne cevaptır.
İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi teâlâ aleyh” 29. mektupta buyuruyor ki “Farz ibâdetin yanında nâfile ibâdetlerin hiç kıymeti yoktur. Deniz yanında, damla kadar bile değildirler. Mel’un şeytan, müminleri aldatarak, farzları küçük gösteriyor. [Kazaları kıldırtmıyor.] Nâfilelere yol gösteriyor. Zekat verdirmeyip, nâfile sadakaları güzel gösteriyor. Halbuki zekat niyeti ile fakire bir altın vermek, 100.000 altın sadaka vermekten daha sevaptır. Çünkü zekat vermek, farzı yapmaktır. Zekat niyeti olmadan verilenler ise, nâfile ibâdettir”. 260. mektupta buyuruyor ki “Nâfile ibâdetlerin farzlar yanındaki kıymeti, okyanus yanında bir damla su gibi bile değildir. Hatta, nâfile ibâdetlerin sünnetler yanında değerleri de, yine böyledir. Böyle olmakla beraber, sünnetlerin farzlar yanındaki kıymeti de, deniz yanında bir damla su gibi bile değildir”.
İslam âlimlerinin bütün bu yazılarından anlaşılıyor ki namazlarını özürsüz kılmamış olanlar, bir ân evvel kaza edip Cehennem azabından kurtulma çarelerini aramalıdır. Hepsini kaza etmeye niyet ettim diyerek, arada sırada kaza etmek insanı Cehennemden kurtarmaz. İslam âlimleri, İslamiyeti bildirdiler. Kâfirlerin ve bidat sahiplerinin bölücü, bozuk sözlerine değil, Ehl-i sünnet âlimlerine uymak lâzımdır.
Abdülkâdir-i Geylânî “kaddesallahü sirrehül’azîz”, aynı makalede buyuruyor ki “Kaza borcu olanın sünnet kılması, alacaklıya, borçlunun hediye götürmesine benzer ki elbette kabul olmaz. Kaza borcu varken sünnet kılan kimse, sultan davet ettiği hâlde, gitmeyip, onun hizmetçisi ile vakit geçiren kimse gibidir. Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar, onun sermayesi, nâfileler de kazancıdır. Sermaye kurtarılmadıkça, kazanç olamaz”.
Gerek hadis-i şerife, gerekse âlimlerin yazılarına dikkat edilirse, farz borcu olanın sünnetleri, nâfileleri kabul olmaz buyurulmaktadır. Kabul olmaz demek, sahih olmaz demek değildir. Sahih olur, fakat sevâbı, faydası olmaz demektir. Reddü’l-muhtar, kurban bahsinde bunu güzel açıklamaktadır. “Bidat işliyenin orucu, haccı, cihadı kabul olmaz” hadis-i şerifi, Hadika ve Berika kitaplarında açıklanırken, “Bunların ibâdetleri sahih olur. Fakat sevap verilmez” diyor.
Bazı kimseler diyor ki (Sünnetleri kaza niyeti ile kılmak, Şâfiî mezhebinde olur. Biz, Şâfiî değiliz. Hanefiyiz). Bunlara, bu kitabı hazırlıyanın da Hanefi mezhebinde olduğunu hatırlatmak yerinde olacaktır. Farzı özürle fevt eden, kaçıran Şâfiîler, bunu sünnet ile beraber kaza eder. Hanefiler ise, yalnız fevt olan farzı kaza eder. Terkedilen, tembellikle kılınmayan namaz böyle değildir. Namazı terkeden Şâfiînin ve Hanefinin, bunu hemen kaza etmesi lâzımdır. Hemen kaza etmezlerse, Şâfiî mezhebinde, had cezası olarak katl olunur. Hanefide ise, hapsolunur. Kaza kılıçıya kadar veya ölünciye kadar zındanda bırakılır.
Şâfiî âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri, Fetava-i Fıkhiyye’nin 189. sayfasında buyuruyor ki “Farz namazı özür ile kılmayan kimse, bunu nâfileleri, yani sünnetleri ile birlikte kaza eder. Çünkü, Şâfiî mezhebinde 5 vakit farzlarla birlikte kılınan nâfileleri, yani sünnetleri kaza etmek sünnettir. Farzı özürsüz kılmamış ise, bunu kaza etmeden önce hiçbir nâfile kılamaz. Çünkü, farzı hemen kaza etmesi lâzımdır. Sünnetleri kılmak için geçireceği zaman kadar, farzın kazasını geciktirmiş olur. Hemen kaza etmeli demek, her zamanı kazaya sarf etmeli demektir. Yani, ancak kendinin ve bakması vâcib olanların nafakasını kazanacak kadar zamanı ayırıp, başka hiçbir sebeple kazayı geciktirmesi câiz değildir. Geciktirmesi günah olur”.
Görülüyor ki özürsüz terkedilen namazları, Şâfiîde de, Hanefide olduğu gibi acele kaza etmek lâzımdır. İki mezhep arasında fark yoktur. Kurân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilen şeylerde mezhepler birbirlerinden ayrılmaz. Açık bildirilmeyip, ictihad ile meydana çıkarılan şeylerde ayrılabilir. Farz borcu olanların nâfilelerinin kabul olmayacağı, hazret-i Alinin haber verdiği hadis-i şerifte açıkça bildirilmiştir. (Nâfile) kelimesi, farz kelimesi yanında söylenince müekked sünnetler de dâhildir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin sözü, bunu gösterdiği gibi, Hanefi âlimlerinin kitaplarında, mesela (Halebi-i kebir)de açıkça yazılıdır.
Bazı kimseler de, (Sünnetler yerine kaza kılınmaz. Çünkü, kaza her vakit kılınabilir. Fakat, sünnet telafi edilemez. Sünnet yerine kaza kılınır demek, sünnetin ehemmiyetini anlayamayanların sözüdür) diyor. Kaza her zaman kılınabilir diyerek, terkedilen namazların kazalarını geciktirmek yanlıştır. Çünkü, kaza kılmayı geciktirmek de, büyük günahtır. Terkedilmiş sünnetlerin telafisi emrolunmadı ki telafisinin mümkün olup olmadığı söz konusu olabilsin! İbni Âbidin 433. sayfada buyuruyor ki “Vâcib, İslamiyetin bildirdiği özürlerle terkedilir. O hâlde, sünnet, İslamiyetin bildirdiği özürlerle elbette terkedilir”.
Merakıl-felah kitabında ve bunu açıklıyan Tahtavi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki “Sabah namazının farzından sonra, güneş doğuncaya kadar nâfile namaz kılmak, tahrimen mekruhtur. Sabah namazının sünnetini önceden kılmamış ise, bunu kılmak da, bu yasağın içindedir. Çünkü bu vakit, yalnız farz kılmak için ayrılmıştır. Yani, farzdan sonra güneş doğuncaya kadar, namaz kılmayan, hep farz kılmış sayılmaktadır. Bu ise, sabah sünneti bile olsa, nâfile kılmaktan daha efdaldir. Fakat, bu zaman içinde kaza kılmak mekruh olmaz. Çünkü, hükmen farz kılmış sayılmak, sünnetten efdaldir. Kaza kılmak ise, hakiki farz kılmak olup bundan daha çok efdaldir”. Sünnetlerin, nâfile namaz demek olduğu buradan da anlaşılmaktadır. Sünnetlerin nâfile namaz oldukları, bunun için, özürsüz olarak hayvan üzerinde kılınabilecekleri Cevhere’de de açıkça yazılıdır.
Aynı sayfada, (Namaz vakti daraldığı zaman, nâfile kılmak tahrimen mekruhtur. Çünkü, farzın vaktini kaçırmaya sebep olur. Lazım olmayan namazı kılarak, lazım olan namazı kaçırmış olur ki aklı olanın yapacağı iş değildir. Güneş doğarken ve tepede iken ve batarken de, nâfile kılmak böyledir. Bu nâfileler, 5 vakit namazın sünnetleri ise de, yine böyledir) diyorlar. Hadika’da 149. sayfada diyor ki “Namaz vakti daraldığı zaman, farzdan evvelki sünneti kılmak, farzın kazaya kalmasına sebep olursa, bu sünneti kılmak haram olur”. Dil afetlerini anlatırken buyuruyor ki “Farz olmayan bir şeyi yapmak için farzı terketmek câiz değildir”.
Birçok Hanefi kitaplarında, mesela Dürrü’l-muhtar, İbni Âbidin, Mülteka şerhi olan Dürrü’l-münteka ve Nimet-i İslam kitaplarında diyor ki “Bir hakim, vazifesini yapmak için ve bir talebe din dersini kaçırmamak için, sabah namazından başka namazların sünnetlerini terkedebilir”. Hakimin vazifesi, farz-ı ayn olmadığı hâlde, sünnetleri terketmek için özür sayılınca, birikmiş kazaları ödemek, farz-ı ayn iken ve cezası pek şiddetli iken, bunları ödemek özür olmaz mı?
Sünnetleri ve bazı nâfileleri kılanlar için, çok sevap vardır. Fakat bu sevaplar, kazası olmayanlar içindir. Sevapları çok diye, nâfilelere devam edip, kazaları, vakit buldukça kılmak, doğru değildir. Ruhu’l-beyan tefsirinde, Enam sûresinin, 165. âyetinde diyor ki “Allahü teâlâ kullarını iyi iş yapmaya teşvik için, çok sevap vaat etti. Çok sevap verileceğinin bildirilmiş olması, bunların emrolunan, fakat sevaplarının çok olduğu bildirilmeyen ibâdetlerden daha efdal olduklarını göstermez. Âlimler söz birliği ile bildirdiler ki farzlar, vâciblerden ve sünnetlerden daha efdaldir ve sevapları daha çoktur. Nâfile ibâdetler, yapılmamış farzların yerine geçemez. Nâfile yapmakla farz borcu ödenilemez. Câhiller farzı bırakıp nâfile ibâdet yapıyorlar. Nâfilelerin sevapları çok diyerek, böylece farz borcundan kurtulacaklarını sanıyorlar. Böyle söylemeleri İslamiyete uygun değildir”.
Zerkani, Mevahib şerhinde diyor ki “Sünnet yerine farz yapan kazanır. Farz yerine sünnet yapan aldanır”. Nurü’l-izah’ın, Tahtavi haşiyesinin 212. sayfasında diyor ki; Kadıhan buyurdu ki farzdan önce sünnet kılmak, şeytanın ümidini kırmak, onu üzmek için emrolundu. Şeytan, Allahü teâlânın emretmediği sünnetlerde bile insanı aldatamıyorum, emrettiği farzlarda hiç aldatamam diye üzülür. Böyle olduğu, Dürrü’l-muhtar’da ve Reddü’l-muhtar’da da yazılıdır.
İstanbul’da, Süleymaniye umumî kütüphanesinde, Esad efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” kısmında [1037] numaralı ve Yahya Tevfik efendi kısmında [1463] numaralı (Nevadır-i fıkhiyye fi mezheb-il-eimmet-il hanefiye) ismindeki kitabı yazan, Kudüs kadısı Muhammed Sâdık efendi, faite namazların kaza edilmesini anlatırken buyuruyor ki (Büyük âlim İbni Nüceyme soruldu ki bir kimsenin kazaya kalmış namazları olsa, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsının sünnetlerini, bu namazların kazalarına niyet ederek kılsa, bu kimse sünnetleri terketmiş olur mu?)
Cevabında, (Sünnetleri terketmiş olmaz. Çünkü, 5 vakit namazın sünnetlerini kılmaktan maksat, o vakit içinde, farzdan başka bir namaz daha kılmaktır. Şeytan, insana hiç namaz kıldırmamak ister. Farzdan başka bir namaz daha kılarak, şeytana inat edilmiş, rezil edilmiş olur. (Nevadır)de diyor ki sünnet yerine kaza kılmakla, sünnet de yerine getirilmiş olur. Kaza borcu olanların, her namaz vakti, o vaktin farzından başka namaz kılarak, sünneti yerine getirmek için, kaza kılması lâzımdır. Çünkü çok kimse, kaza kılmayıp, sünnetleri kılıyor. Bunlar Cehenneme gidecektir. Halbuki sünnetlerin yerine kaza kılan, Cehennemden kurtulur) buyurdu.
İbni Nüceym “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Eşbah)da buyuruyor ki (Yasaklardan, zararlardan kaçmak, iyi, faydalı şeyleri yapmaktan daha önce gelir. Hadis-i şerifte, (Emirlerimi gücünüz yettiği kadar yapınız. Yasak ettiklerimden sakınınız!) buyuruldu. Başka bir hadis-i şerifte, (Yasak edilmiş şeyin zerresini yapmamak, bütün insanların ve cinnin ibâdetlerinden daha çok sevaptır) buyuruldu. Bunun için, meşakkat olunca vâcib terkedilir. Fakat yasakları, hele büyük günahları yapmaya hiç izin yoktur).
İbni Âbidin istincayı anlatırken diyor ki “Avret yerini açmadan necaseti temizlemek mümkün olmazsa, namazı, öyle kılar. Çünkü, temizlemek emirdir. Açmak yasaktır. Günahtan kurtulmak önce gelir. Sünnet emirden de sonra gelir. Sünnet, sevap kazanmak için yapılır. Mekruh olan bir şeyi işliyerek de sünnet yapılmaz. Fakat farz yapılır, borc ödenmiş olur. Mesela başkasının suyu ile abdest almak, mekruh ise de, farz olan taharet hâsıl olur. Abdestsiz olan, başkasının suyu ile abdest alınca, sünnet sevâbı hâsıl olmaz”. Buradan da anlaşılıyor ki kaza kılıp büyük günahtan kurtulmak, sünnet kılmaktan önce gelmektedir.
İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, 123. mektubunda diyor ki “Hadis-i şerifte, (Bir insanın mâlâya’ni ile vakit geçirmesi, Allahü teâlânın, onu sevmediğinin alâmetidir) buyuruldu. Mâlâya’ni, faydasız iş demektir. Bir farzı yapmayıp, bunun yerine, nâfile ibâdet [sünnet] yapmak, mâlâya’ni ile vakit geçirmek olur”. 260. mektupta buyuruyor ki “Nâfilelerin farz yanındaki kıymeti, bir damlanın, deniz yanındaki kıymeti kadar bile değildir. Sünnetin farz yanındaki kıymeti de böyledir”.
Dürrü’l-muhtar’ın 458. sayfasında, “Nâfile kılmak isteyen, önce namaz kılmayı adamalı, sonra, nâfile yerine, bu adak namazı kılmalıdır. Nâfileleri adak yapmaksızın kılmalıdır diyenler de oldu. Sünnet namazları nezrettikten sonra kılan, bu sünnetleri kılmış olur” diyor. İbni Âbidin “rahmetullahi teâlâ aleyh” bu satırları açıklarken, “Namazları nezretmeden kılmalı diyenler, şarta bağlayarak adak yapmamalı demişlerdir. Çünkü, şart edilen şey, ibâdete karşılık yapılmış olur. Hadis-i şerif, Allahü teâlâ hastamı iyi ederse, Allah için şu ibâdetimi yapayım gibi şarta bağlanan nezri yasaklıyor. İbadetleri şarta bağlı olmayarak nezretmek böyle değildir. Nezir edilen namazı kılmak vâcib olduğu için, vâcib sevâbı hâsıl olur. Sünnet yerine, nezir olunan namaz kılınınca, sünnet de kılınmış olur” diyor.
Sünnetleri önceden nezir edip de, nezir olarak kılmak daha iyi olduğu Halebi’de ve Tahtavi’nin Merakı’l-felah haşiyesinde, nâfile namazlar sonunda yazılıdır. Böylece, öğle sünnetini kılmadan önce (4 rekat namaz kılmak nezrim olsun) derse, sonra adak namazı olarak niyet edip, kılsa, hem vâcib sevâbı kazanır, hem de öğle namazının sünnetini kılmış olur. Kulun, kendine vâcib ettiği namazı kılması ile sünnet terkedilmiş olmayınca, Allahü teâlânın farz ettiği kaza namazı kılınınca, sünnet elbette terkedilmiş olmaz. Hem kaza kılınmış olur, hem de sünnet kılınmış olur. Çünkü, farz namazları tembellikle terketmek büyük günahtır. Her günaha hemen tövbe etmek farzdır.
Sünnet kılarken, kaza namazı için niyet edilmez diyenlere, sebebini sorunca, hiçbir kıymetli kitap gösteremiyorlar. Yalnız, İbni Âbidin’de, Halebi’de ve Tahtavi’nin İmdad şerhinde, (Fevt olmuş namazların kazalarını acele kılmak lâzımdır. Fevt olmuş namazların kazalarını kılmak, nâfile kılmaktan daha iyi ve önemli ise de, 5 vakit namazın sünnetlerini ve hadis-i şerifte övülmüş olan Duhâ, Tesbîh, Tehıyet-ül-mescid ve ikindiden önce 4 rekat ve akşamdan sonra 6 rekat sünnet gibi belli namazları kılmak böyle değildir. Bunları nâfile niyeti ile kılmalıdır) yazılıdır, diyorlar. Bu yazılar, 5 vakit namazın farzlarını fevt eden, yani elinde olmayarak özür ile kaçırmış olanlar içindir. Böyle, kaçırılmış farzların kazalarını sünnet yerine kılmamalı, ayrıca kılmalı denilmektedir. Biz de böyle söylüyoruz. Özür ile kaçırılan birkaç vakit farzların kazalarını, sünnetler yerine kılmaya lüzum yoktur diyoruz. Çünkü, namazları özür ile kazaya bırakmak suç, günah olmadığı gibi, bunların kazalarını, sünnetleri kılacak kadar geciktirmek de suç olmaz diyoruz. Fakat, namazı özür ile kılamamak [fevt etmek] başkadır. Bile bile tembellikle kılmamak [terketmek] başkadır. Birincisi, hiç günah değildir. İkincisi, büyük günahtır. İkisini birbirine karıştırmak pek yanlıştır. Özür ile kaçırılan farzların, sünnetler yerine kılınmıyacağını kitaplarda görerek, tembellikle terkedilmiş farzların da, sünnetler yerine kılınamayacağını sanmak ve onu buna delil, senet göstermeye kalkışmak, bir ilim adâmına yakışacak şey değildir. Hanefi kitaplarının bu yazısı, (Farzları tembellikle kılmayıp, büyük günaha girmiş olanlar, sünnetleri kaza niyeti ile kılamaz) demiyor. Bundan başka, sünnetlerin nâfile namaz olduklarını, nâfile niyeti ile kılınacaklarını bildiriyor. Cevhere’de diyor ki Hanefi fıkıh kitapları (Faite namazların kazası) diyor. (Terkedilmiş namazların kazası) demiyor. Çünkü, müslüman namazını bilerek terketmez. Gaflet, uyku ve unutmak gibi özürle fevt eder. Bu ikisini birbiri ile karıştırmamalıdır.
Farzların ehemmiyeti Kurân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiştir. Mesela, fârisî Tergibü’s-salât kitabının müellifi “rahmetullahi teâlâ aleyh” 6. sayfasında diyor ki (Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki (İki farz namazı bir araya getirmek, büyük günahlardandır). Yani, bir namazı vaktinde kılmayıp, vaktinden sonra kılmak, ekber-i kebairdir, en büyük günahtır. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki (Bir namazı, vakti çıktıktan sonra kılan kimseyi, Allahü teâlâ, 80 hukbe Cehennemde bırakacaktır). Bir namazı, vaktinden sonra kılmanın cezası bu olursa, hiç kılmayanın cezasını düşünmeli).
Umdetü’l-İslam kitabı, Süleymaniye kütüphanesi, Muhammed Esad efendi kısmında vardır. m. 1989 da (Menahic-ül ibad) kitabı ile birlikte bastırılmıştır. Bu kitapta buyuruyor ki Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki (Namaz dinin direğidir. Namaz kılan, dinini doğrultmuş olur. Namaz kılmayan, dinini yıkmış olur). Bir hadis-i şerifte buyurdu ki (Kıyamet günü, imandan sonra, ilk sual namazdan olacaktır). Allahü teâlâ buyuracak ki (Ey kulum, namaz hesabının altından kalkarsan, kurtuluş senindir. Öteki hesapları kolaylaştırırım!). Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki (Bir namazı, bilerek, özürsüz kılmayan kimse, 80 hukbe Cehennemde kalacaktır!). Bir hukbe 80 senedir ve 1 ahiret günü, 1.000 dünya senesi kadar uzundur. Bir farzı özürsüz kılmayan, 80 kere 360.000 sene Cehennemde yanacaktır. [Medâricü’n-nübüvve 510. ve Mârifetname’nin 118. sayfalarında diyor ki (Böyle meşhur misalleri söylemek, sayı bildirmek için değil, sayının çokluğunu ve ehemmiyetini göstermek içindir).] O hâlde, namazı özürsüz, tembellikle kılmayanlara yazıklar olsun! Âlimlerimiz, söz birliği ile diyor ki (Namaz kılmayanın şahitliği kabul olmaz. Çünkü, namaz kılmayan fasıktır. Farz namazlar, müminin Allahü teâlâya karşı olan borcudur. Vaktinde kılmadıkça borcdan kurtulamaz). Akidetü’n-necah kitabında diyor ki (Bir kimse, tövbe-i nasuh yaparsa, günahları affolur. Namazlarını kaza etmedikçe, yalnız tövbe ile affolmaz. Kaza ettikten sonra tövbe ederse, affolması ümit edilir).
İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidin, (Kebair ve segair) kitabında buyuruyor ki (Farz namazları [yanlış takvimlere uyarak] vakti girmeden önce kılmak ve vakti çıktıktan sonra kılmak büyük günahtır. Büyük günah, ancak tövbe etmekle affolur. Küçük günahları affettirecek şeyler çoktur. Tövbe ederken, kılmadığı namazları kaza etmesi lâzımdır. Kabul olan hac, büyük günahları temizler diyen âlimler, namazları kaza etmek lazım olmaz dememişlerdir. Namazı vaktinden sonraya özürsüz geciktirmek günahı affolur demişlerdir. Ayrıca kaza etmek lâzımdır. Kaza etmeye gücü varken kaza etmezse, ayrıca büyük bir günah daha işlemiş olur). Hanefide iftitah tekbîrini vakit çıkmadan alan, Şâfiîde ve malikide 1 rekati vakit çıkmadan kılan, namazını vaktinde kılmış olur. Namazın hepsi vakit içinde tamam olmazsa, küçük günah olur.
(Dürr-ül-münteka)da buyuruyor ki (Namazı vazife tanımayan, farz olduğuna inanmayan kâfir olur. Mürted ve kâfir memleketinde imana gelenler, namazın farz olduğunu işitinceye kadar, kılmadıkları namazları kaza etmez).
İbni Âbidin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, namazın niyetini anlatırken ve (Fetava-i Kübrâ) kitabı, 26. sayfada buyuruyor ki (Bir kimse, senelerce namaz kılsa, fakat hangileri ilk ve son sünnet olduğunu bilmese, hepsini, farz niyet ederek kılsa, hepsi kabul olur. Çünkü, sünnetlere, farz diye niyet edilirse, sünnet kabul olur). Her namaz vaktinde ilk kıldığı, farz olur. Sonra kıldıkları sünnet olur. (Halebi-i sagir)de diyor ki (Senelerce kılmış olduğu namazlarda [yani 12 şartından herhangisinde] noksanı olduğunu anlayan kimsenin, bu namazların hepsini kaza etmesi iyi olur. Noksanı yok ise, bunları kaza etmesi, mekruh olur veya olmaz denildi. Mekruh olmaz diyenler de, bu kazaları, sabah ve ikindi namazlarından sonra kılmamalıdır. Çünkü, [kazası yok ise], hep nâfile olurlar dedi).
(Eşbah)da buyuruyor ki (5 vakit namazın ilk ve son sünnetlerini, yani müekked sünnetleri kılarken, sünnet olduğuna niyet etmek lüzumunda sahih olan, güvenilen fetva, şart olmadığını göstermektedir. Revatib sünnetler, nâfile niyeti ile veya yalnız namaza niyet ederek sahih olur. Yani o vaktin sünneti olur. Ayrıca sünnet diye niyet etmeye lüzum yoktur. İmâm-ı Zeylai de “rahmetullahi teâlâ aleyh”, böyle buyurmuştur. Mesela fecir doğmadan, teheccüd niyeti ile 2 rekat kılıca, fecrin başlamış olduğu, sonradan anlaşılsa, bu namaz, sabah sünneti yerine geçer. Ayrıca sabah sünneti kılmak lazım olmaz. Öğlenin farzında 4. rekatte oturduktan sonra unutarak 5. rekate kalksa, 6. rekati de kılıp selam verir. 2 rekati nâfile olur. Bu 2 rekatin son sünnet olmaması, sünnet olarak niyet edilmediği için olmayıp, sünnete ayrı bir tekbîrle başlamadığı içindir. Teravihte de, teravih olduğuna niyet etmek şart olmadığı haberi sağlamdır. Bunun gibi, kazaya kalmış öğle namazı olmayan kimse, Cuma namazından sonra kıldığı 4 rekate (Vaktine yetişip kılmamış olduğum son öğleyi kılmaya) niyet etse, sonra Cuma namazının sahih olduğu anlaşılsa, sağlam ve sahih habere göre, bu 4 rekat, Cuma sünneti olur). 59. sayfada diyor ki (Nâfileleri ve Ratibe sünnetleri, yalnız namaz kılmaya veya sünnetten başka bir namaza niyet ederek kılıca, sahih olacaklarını daha önce bildirmiştik). Görülüyor ki namaz vakti içinde, o vaktin farzından başka kılınan her namaz [mesela kaza namazı], o vaktin sünneti de olur.
İbni Âbidin, namaza niyeti anlatırken ve (Uyun-ül-besair) 54. sayfasında diyorlar ki (Derin âlimlere göre, yalnız namaza niyet edilerek kılınan sünnet sahih olur. Çünkü, 5 vakit namazın sünneti demek, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” kıldığı namaz demektir. Bu namazlara sünnet ismi sonradan verilmiştir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, 5 vakit namazın sünnetlerini kılarken, yalnız (Allah rızası için namaz kılmaya) derdi. (Sünnet kılmaya) diye niyet etmezdi. Her vakit içinde böyle kılınan her namaz, sünnet ismi verilen namaz olur). (Halebi-i kebir)de de böyle yazılıdır. 52. sayfada buyuruyor ki Tecnis kitabında bildirildiği gibi, 5 vakit namazın sünnetleri nâfile namazdır. Nâfile niyeti ile de kılınır. Dürrü’l-muhtar’da ve Mollâ Hüsrev, Dürer kitabında diyorlar ki (5 vakit namazın sünnetleri ve teravih namazı, aslında nâfile namazdır. Bunları kılarken, yalnız namaza diye niyet yetişir).
İbni Âbidin ve Nurü’l-izah haşiyesinde buyuruyorlar ki (Camie girince 2 rekat namaz kılmak sünnettir. Buna (Tehıyetülmescid) namazı denir. Camie girince, farz, sünnet ve herhangi bir namaz kılınırsa, tehıyetülmescid de kılınmış olur. Kılınan namazlara, tehıyetülmescid diye de ayrıca niyet etmeye lüzum yoktur. Çünkü, tehıyetülmescid kılmaktan maksat, namaz ile câmi sâhibi olan Allahü teâlâya hürmet etmektir. Bu namazlarda bu maksat hâsıl olmaktadır).
İbni Âbidin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Tehıyetülmescid) namazını anlatırken buyuruyor ki (Öğlenin farzına dururken, hem farz, hem de sünneti olarak 2 niyet yapılırsa, 2 imama göre, yalnız farz kılınmış olur. İmâm-ı Muhammede göre ise, o namaz kabul olmaz. Çünkü, farz ile sünnet ayrı cinsten 2 namazdırlar. [Bir namaz vaktinde, kılınan namazlar, ya vaktin farzıdır. Yahut bu farzdan başka, herhangi bir namazdır. Vaktin sünnetleri ve kaza namazları bu 2. cinstendir. Halbuki kaza namazı ile sünnet, aynı cinsten oldukları için, tek bir namaz 2 niyet ile kılınır.] 2 imama göre, kuvvetli olanı kılınmış olur. Halbuki camie girince kılınan herhangi bir namaz, tehıyetülmescid yerine de geçtiği için, farz kılarken tehıyetülmescid olarak da, ayrıca niyet etmek, İmâm-ı Muhammed’e göre de câiz olur. Yalnız farza niyet edince de, bu 2 namaz birlikte kılınmış olur). Vaktin farzı ile sünnet, başka namaz iseler de, sünnet, farzdan başka kılınan namaz demek olduğu için, sünnetin kazaya benzerliği tehıyetülmescid namazının farza benzerliği gibidir.
Eşbah kitabının 30. sayfasında diyor ki (Bir ibâdette sevap hâsıl olması için, yalnız bu ibâdetin sahih olması şart değildir. Halis niyet edilmesi de şarttır. Halis niyet ederek yapılan bir ibâdet, bilmeyerek fâsid olursa, sahih olmaz. Fakat niyet edildiği için, çok sevap hâsıl olur. Mesela, abdestli olduğunu zannederek, abdestsiz kılınan namaz sahih olmaz. Fakat, niyetine karşılık çok sevap verilir. Necis olduğunu bilmediği suyu, temiz zannederek, bununla abdest alıp kılınan namazın şartı noksan olduğu için sahih olmaz ise de, niyet mevcûd olduğu için sevap verilir. Şartlarına uygun olduğu için sahih olan bir namaz, riya ile gösteriş için kılınırsa, sevap hâsıl olmaz). Sünnet yerine kaza kılan, sünneti terketmiş olmaz ise de, sünnetin sevâbına kavuşmak için de, kazayı kılarken, sünneti kılmaya da niyet etmesi, yani kalbinden geçirmesi lâzımdır. Farz namaz ile sünnet namaz birbirinden başka oldukları için, farzı kılarken, sünnete de niyet etmek câiz olmuyor. Yani sünnet sahih olmuyor. Kaza namazı ile sünnet namaz birbirlerinden başka olmadıkları için, kaza kılarken sünnete de niyet etmek sahih oluyor.
SENELERCE BİRİKEN KAZALAR NASIL KILINIR?
1 Yorum