İslam düşmanları, 1400 seneden beri, kılınçla, topla İslamiyete karşı koyamadılar. Saldırılarında daima zarar ettiler. İslam dini her yere yayıldı. Müslümanların, iman dolu göğüslerine hançer saplıyamayacaklarını anladılar. Müslümanları manevi cepheden vurmayı, imanlarını, ahlaklarını bozmayı düşündüler. Bunun için, İslamiyeti içerden yıkmayı planlaştırdılar. Bu hücumu yapanların başında yahudiler ve ingilizler gelmektedir.
Hazret-i Ömer ve hazret-i Osman zamanlarında, İslamiyet Asya’da ve Afrika’da hızla yayılınca, Abdullah bin Sebe isminde Yemenli kurnaz bir yahudi, müslüman görünerek, Mısırlıları aldattı. Hazret-i Osman’ın şehit edilmesine sebep oldu. Büyük bir fitne ve felaket ortaya çıkardı. Bu yüzden, milyonlarca müslüman kanı aktı. Bu Sebecilik, 8. asırda Hurufilik ismini aldı. İslam itikadını, İslam ahlakını bozan kitaplar yazıldı.
Bundan başka, 1737 senesinde ingilizlerin Hicaz’da meydana çıkardıkları vehhâbîlik sapıklığı, Arabistan’da yayıldı. I. cihan harbinde müslümanlara karşı olan İngilizler, 1932’de, Hicaz’da bir vehhâbî devlet kurdu. İslamın mukaddes 2 şehri olan Mekke’yi ve Medine’yi Osmanlılardan alıp, bunlara verdi. Böylece, İslamiyeti içinden kemren, bir fitne daha yayılmaya başladı. Ancak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına sarılan müslümanlar, bu fitneden kendilerini kurtarabilmektedir.
Son günlerde, sapık kitapların yurdumuzda yayınlanarak, bölücülük yapmaya başladıkları görülüyor. Kuzu postuna bürünmüş kurt ve zehirlenmiş bal gibi, gençlerin imanlarını yok etmek için hazırlanmış olan bozuk kitaplardan çok tehlikeli kısımları alarak, vesikalarla çürütmeyi, yalan ve iftiralarını ortaya koymayı düşündük. Bunun için, Allahü teâlânın lutfüne ve yardımına sığınarak (Birleşelim ve Sevişelim) kitabını hazırladık. Baskısının yapılmasını nasip eden Rabbimize sonsuz hamd ve senalar olsun!
BİRLEŞELİM ve SEVİŞELİM
1) İslam düşmanları, müslüman yavrularını aldatmak için, çeşit çeşit kitaplar yazıyorlar. Vehhâbîler, mezheplere inanmıyorlar. Dinimizde, insanların ayrı ayrı mezheplere bölünmesini tecviz eden hiçbir kutsal emir yoktur, diyorlar. Mezhep ne demek olduğunu bilmiş olsalar, böyle konuşmazlardı. Cahillik gibi yüzkarası olamaz. Cahillikle, dine ve Kur’ân-ı Kerîme de dil uzatıyorlar. Vehhabiliğe Dair
2) Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” zamanında, müslümanlar arasında anlaşmazlık yoktu. Feth sûresinin son ayeti, Ashâb-ı kiramın devamlı ve çok seviştiklerini bildiriyor. Bu sevişmelerinin, Resûlullahın vefatından sonra da devam ettiğini, Allahü teâlâ haber veriyor. Resûlullah vefat ederken gözyaşları ile Onun başucunda bekleyen, hazret-i Aişe idi. Resûlullah vefat edince, Ashâb-ı kiramdan hiçbiri post kavgası yapmadı. İktidarı ele geçirmeyi düşünmediler. İslam düşmanları, 4 halifenin seçimini, kâfir krallarının, diktatörlerin, ihtilalcilerin, hükümetleri ele geçirmelerine benzetiyorlar. Halbuki 4 halifeye dil uzatmak şöyle dursun, onların her hareketi, müslümanlar için bir senettir, vesikadır. Resûlullah, (Dört halifemin yoluna sarılınız!) buyurdu. Emevi ve Abbasi halifeleri içinde, zalim, fasık olanlar vardı. Fakat hiçbiri kâfir değildi. Hiçbiri İslam düşmanı değildi. Hepsinin halifeliği, İslamiyete uygun idi. Onlar, fransız cumhurbaşkanı seçilmesi kanununa göre değil, Allahü teâlânın emrine göre seçilmişlerdi. Bu emirlere inanmayan, Onların seçilme tarzını elbet beğenmez. Hazret-i Muaviye’nin “radıyallahü teâlâ anh” verdiği hürriyet o kadar çok idi ki şimdi demokrasi adı ile idare edilen sosyalist memleketlerdeki diktatörlerde, Onun hilm ve sabrı görülemiyor. Bir çıkarı yüzünden sinirlenen şair, halifeye karşı:
(Ey Muaviye! Biz de senin gibi insanız. Adaletten ayrılma!) demekten çekinmemiştir. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” valileri, kumandanları da haksız yere müslüman kanı akıtmıştı. Valisinin yaptığı yanlış hareketten dolayı hazret-i Muaviye’ye “radıyallâhu anh” karşı dil uzatılamaz!
3) Kur’ân-ı Kerîm vahy-i metludur. Yani, Cebrâil aleyhisselâm adındaki bir melek, bildiğimiz kelimeleri ve harfleri okumuş, Resûlullah da “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bunları işittiği gibi ezberlemiş ve Ashâbına okumuştur. Böyle olduğunu bildiren âyet-i kerimeler çoktur. Bu âyet-i kerimelere yanlış mânâ veren bölücülerin kitaplarına aldanmamalıdır.
4) Kuran-ı kerimden bazı ayetler çıkarıldı mı?
5) Bir zındık, Kur’ân-ı Kerîmi yıllarca incelemiş, 65’ten fazla yerde (Salât) kelimesini görmüş. Salât duâ demek olduğu için, gece gündüz her zaman salât yapılır demiş.
Cevap –> “Salat”ten Kasıt Dua mıdır?
6) Mezhepsizler, söz birliği yapmış gibi, hep Ehl-i sünnetin 4 mezhebine çatıyorlar. (Mezhep) nedir, bir türlü anlayamıyorlar.
Cevap –> Mezhepler Niçin Var?
8) Asrı saadette camiler var mıdır?
9)
10) Ehli beyti sevmek nasıl olur?
11) Hurufiler, İslamiyeti içten yıkabilmek için, dinin direği, Ehl-i sünnetin gözbebeği, büyük âlim İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe “rahmetullâhi aleyh” hazretlerine de saldırıyorlar. Bu yüce imamı lekeliyebilmek için, her çirkin iftirayı, her alçak yalanı yazmaktan utanmıyorlar.
Cevap –> İmam-ı Azam’a Yapılan İthamlar
12) Hazreti İbrahim’in Hangi Oğlu Kurban Edilecekti?
13) Bir kitap, Emevilerin İslamiyeti değiştirdiğini yazıyor. Bu söz, büyük iftiradır. Emeviler zamanında, (Ehl-i sünnet) âlimleri vardı. Bu âlimlerin gösterdikleri doğru yol, Resûlullahın ve Ashâb-ı kiramın yoludur. Resûlullahın yoluna, Emevilerin uydurması diyerek müslümanları aldatıyor.
14) Mübarek gecelerin birkaçı Kur’ân-ı Kerîmde açıkça bildirilmiştir. Hepsini Peygamberimiz Ashâbına öğretmiştir. Din imamlarımız da, Ashâb-ı kiramdan öğrenerek kitaplarına yazmışlardır. Emevi halifeleri İslam dinine saldırmadılar. Bugünkü müslümanlık, Peygamber efendimizin bildirdiği müslümanlıktır. Mübarek gecelere bidat diyenler, Peygamber efendimizin hadis-i şeriflerine bidat demiş oluyorlar. İslamiyet, cahillerin, ahmakların sözlerine aldanmakla korunmaz. İslamiyet, Ehl-i sünnet âlimlerinin, Ashâb-ı kiramdan öğrenerek yazmış oldukları kitaplara uymakla korunur.
15) Resûlullahın cenazesini ortada bıraktılar demek, hazret-i Ali’ye büyük iftira olur. Evet, acı haberi işitince, hazret-i Ali de, birçokları gibi ne yapacağını şaşırdı. Evine kapanıp ağlamaya, ciğerini dağlamaya başladı.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” vefat etmeden önce, hazret-i Ebû Bekir’i “radıyallahü teâlâ anh”, müslümanlara imam yaptı. Vefat edince, müslümanlar da, oybirliği ile hazret-i Ebû Bekr’i imam seçti. Hazret-i Ebû Bekir, hazret-i Ali’yi evinden çağırıp, Resûlullahın hizmetini yapmasını emretti. Böylece cenazesi kaldırıldı.
Hurufiler, Peygamberimizin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ölümünden sonra, hazret-i Alinin üzerine asker çekip muharebe ettiler diyerek, Ashâb-ı kiramı kötülüyorlar. Bu sözleri de yalandır. İftiradır. 3 halife, hazret-i Aliyi baş üstünde taşıdılar. Onun mübarek kalbini incitecek bir şey yapmadılar. İslam tarihlerini okuyanlar, bu hakikatleri bilir. Bu yalanlara aldanmaz.
Birkaç zalimin, ahmağın, imam-ı Hasanın cenazesine yaptığı saygısızlığı bahane ederek ve olayları değiştirerek, Ehl-i sünnet olan müslümanlara saldırıyorlar. Temiz müslümanları doğru yoldan saptırmaya uğraşıyorlar. Aşere-i mübeşşereden, yani Cennete gidecekleri müjdelenmiş 10 kişiden biri olan Sad ibni Ebû Vakkas hazretlerinin oğlu Ömer’in, Kerbela’da hazret-i Hüseyin’le harp ederek şehit edilmesine sebep olmasını, bütün müslümanlara suç olarak yaymaya, hatta daha önce ölmüş olanlara da, bu yüzden lanet etmeye kalkışan İslam düşmanlarının, acıklı, şişirme hikayelerine aldanıp da, müslümanlar arasında bölücülük yapmamalıdır. Bir müslümana kötü gözle bakmak, onu çekiştirmek, ona iftira etmek, kalbini kırmak haramdır. Bunların her biri ayrı ayrı büyük günahtır. Müslümana kin beslemek de günahtır. Bunların her biri Kur’ân-ı Kerîmde yasak edilmiştir. İslamın iç düşmanları, yahudi dönmeleri, müslümanları parçalamak, milleti birbirine düşman etmek için, örtülmüş tarih olaylarını, şışırerek ortaya koyuyorlar, inanması ve öğrenmesi farz olmayan hatta örtülmesi lazım olan acıklı olayları meydana çıkarmak, kardeşi kardeşe saldırtmak istiyorlar. Bu sinsi düşmanların yalanlarına aldanıp parçalanmıyalım. Hadis-i şeriflerle övülmüş olan Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru yolda birleşelim. Birleşmekten kuvvet hâsıl olur. Ayrılık felakete sebep olur.
Bunlar, müslümanların arasına iman ayrılığı, fikir ayrılığı sokuyorlar. Kardeşi kardeşe düşman ediyorlar.
Ehl-i sünnetin, 4 mezhebe ayrılması, iman ayrılığı, fikir ayrılığı değildir. 4 mezhepte olan müslümanların imanları, düşünceleri birdir. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirleri ile sevişirler. İbadetlerde ve günlük işlerde, Kur’ân-ı Kerîmin ve hadis-i şeriflerin açıkça bildirmediği ufak tefek şeylerden birkaçını yapmakta ayrılmışlardır. Güç durumda kalınca, bu şeyleri diğer 3 mezhebe göre de yaparlar.
Müslümanların, imanda fırkalara ayrılmaları felakettir. Peygamber efendimiz, müslümanların 73 fırkaya ayrılacaklarını, 72’sinin bozuk inanışlarından dolayı, Cehenneme gideceklerini haber verdi. (Ehl-i sünnet) denilen doğru imanlıların bazı işlerde 4 mezhebe ayrılması ise, rahmettir. Müslümanlara kolaylıktır.
Kur’ân-ı Kerîmi, atların ayakları altında çiğnetenler, Ebû Tâhir Karmati ve Hicazdaki mezhepsizlerdir. Ravda-i mutahharayı harp meydanı yapan, hazine-i Resûlü yağma edenlerin kimler olduğu Mir’atü’l-haremeyn’de yazılıdır. Evet, Emevilerin ve hazret-i Ali’nin valileri arasında zulüm yapanlar oldu. Müslümanlara işkence ettiler. Fakat, bunları ileri sürerek, ne hazret-i Ali’ye ve ne de hazret-i Muaviyeye dil uzatılamaz. Kötü bir şey denilemez. Çünkü ikisi de, Sahabidir ve hazret-i Ali, hazret-i Muaviye’den daha yüksektir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ashâb-ı kiramdan hiçbirinin sonradan kâfir olmayacağını, hepsinin Cennete gideceklerini haber verdi. Herhangi birisine dil uzatmamızı yasak etti. Allahü teâlâ, Ashâb-ı kiramdan razı olduğunu, Onları sevdiğini bildiriyor. Allahü teâlânın sıfatları ebedidir, sonsuzdur. Onlardan razı olması sonsuzdur. Ashâb, sahipler demektir. Arkadaşlar demektir. Resûlullahı, iman ederek, bir kere gören, sahabi olur. İlk 3 halife ve hazret-i Muaviye ve Amr ibni As, Ashâbdan idi. Ashâbdan hiçbiri mürted, münafık olmaz. Allahü teâlânın bunlardan razı olması değişmez. Ashâb-ı kiramdan biri veya birkaçı, Resûlullah öldükten sonra mürted oldu veya fasık oldu diyen kimse, bu sözü, bir şüpheli nassı yanlış tevil ederek söylüyorsa, bidat ehli sapık olur. Nasstan ve tevilden haberi olmayan bir cahil olarak söylüyorsa kâfir olur. Münafıklar, Ashâbdan değildirler. Münafıklardan birkaçının, imansızlıklarını sonradan açıklamaları, Ashâb-ı kiramın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sonradan mürted olması demek değildir.
Abdülaziz Dehlevi, Tuhfe-i İsna Aşeriye kitabında, şiîlerin 68. sözlerini anlatırken diyor ki (Ashâb-ı kirâm arasında münafıklar vardı. Bunlar önceleri belli değildi. Fakat, Peygamber efendimizin son senelerinde, müminler münafıklardan ayrıldı. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” vefat ettikten az sonra, bu münafıklardan kimse hayatta kalmadı. Âli-i İmrân sûresinin 179. âyetinde meâlen, (Ey münafıklar! Allahü teâlâ, sizi kendi halinize bırakmaz. Halis müminleri münafıklardan ayırır) buyuruldu. Hadis-i şerifte de, (Medine şehri, münafıkları müminlerden ayırır. Demirci ocağı, demri pasından ayırttığı gibi ayırır) buyuruldu. Resûlullah efendimizin ölünceye kadar övdüğü 4 halifenin ve hazret-i Muaviye’nin “radıyallâhu anhüm” sonradan kâfir olmadıklarını, bu âyet-i kerime ve hadis-i şerif açıkça bildirmektedir).
Müslümanlar, camilerde değil, hiçbir yerde Resûlullahın Ehl-i beytine “radıyallâhu anhüm” küfür etmez ve etmemiştir. Müslümanlar bilirler ki Ehl-i beyti sevmek, Onları övmek, son nefeste iman ile gitmeye sebep olur. Birkaç münafıkın yaptığı kötü hareketi, bütün müslümanlara yaymak, böylece müslümanlar arasında fitne çıkarmak, İslam düşmanlığıdır. Bu hainler, müslümanları Ehl-i beyt düşmanı diye kötülüyorlar. Ehl-i beyt yolundaki Ehl-i beyt aşıklarına, Ehl-i beyt düşmanı demek, ard fikirli, kötü niyetli münafıkların, müslümanları parçalamak için giriştikleri korkunç bir saldırıdır.
Müslümanlar, Resûlullahın Ehl-i beytini herkesten çok severler ve Ehl-i beyti sevenleri de severler. Ehl-i beyti sevenlere, Ehl-i beytin yolunda giden doğru müslümanlara (Ehl-i sünnet) denir.
Tuhfe kitabında yine buyuruyor ki (Hurufilerin 24. sözleri, Ehl-i sünnet, Ehl-i beyte düşmandır, demeleridir. Bu sözlerine herkesi inandırmak için, acıklı hikayeler de söyleniyor. Çirkin hikayelerin hepsi yalan ve iftiradır. Ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile bildiriyorlar ki Ehl-i beytin hepsini sevmek, kadın erkek her müslümana farz ve lazımdır. Onları sevmek imanın şartıdır. Ehl-i sünnet âlimleri, Ehl-i beytin “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” üstünlüklerini bildiren çok sayıda kitap yazmışlardır. Onların uğruna Emevi ve Abbasi valilerine karşı gelmişler, canlarını feda etmişlerdir. Said bin Cübeyr ve Nesai gibi birçokları, Ehl-i beyt için şehit olmuşlardır. Çokları da, işkenceler çekmişler, ömürlerini zındanlarda geçirmişlerdir. O zamanlarda mezhepsizler (Takıye), yani ikiyüzlülük yaparak, kendilerini gizlemişler, mala ve mevkiye kavuşmak için, Ehl-i beyte karşı görünmüşlerdir. Ehl-i beyte her zaman yardımcı olanlar, Ehl-i sünnet idi. Ehl-i sünnetin hepsi, her namazlarında, Ehl-i beyte hayır duâ etmektedir.
Ehl-i sünnet, Ehl-i beyt arasında hiç ayırım yapmadan hepsini çok sevmektedir. Mezhepsizler böyle değildir. Bir imamları ölünce kardeşleri ve akrabası ona kâfir demişlerdir. Onun oğullarından birini imam yapmışlar, ötekilere lanet etmişler, kötülemişlerdir. Ehl-i beytin hepsini seven ve hepsinin yardımına koşan, Ehl-i sünnetten başkası olmamıştır. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Benden sonra, size 2 rehber bırakıyorum: Allahın kitabını ve Ehl-i beytimi bırakıyorum) buyurdu. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki Kur’ân-ı Kerîmin bir kısmına inanıp, başka yerlerine inanmamak fayda vermediği gibi, Ehl-i beytin bir kısmına inanıp sevmek, ötekilere lanet edip kötülemek de, ahirette fayda vermez. Kur’ân-ı Kerîmin hepsine iman etmek lazım olduğu gibi, Ehl-i beytin de hepsini sevmek lazımdır. Ehl-i beytin hepsini sevmek de, Allahü teâlânın lutfü ile Ehl-i sünnetten başka hiç kimseye nasip olmamıştır. Çünkü Hariciler, hazret-i Ali’ye ve Onun temiz evlatlarına düşman olmak alçaklığına sürüklendiler. Şiîlerin bazı fırkaları, müslümanların mübarek anneleri olan Aişe-i Sıddıka’ya ve hazret-i Hafsa’ya ve Resûlullahın halasının oğlu Zübeyr bin Avvam’a düşman olmak felaketine yuvarlandılar. Kiramiye fırkası, hazret-i Hasanın ve hazret-i Hüseyin’in imamlığına inanmadılar. Muhtariye fırkası da, imam-ı Zeynelabidin’e inanmadılar. İmamiye fırkası, Zeyd-i şehite inanmadı. İsmailiye de, imam-ı Musa Kazım’a inanmadı. Bunlar gibi, daha nice fırkalar, Ehl-i beyti sevmekten ve yukarıdaki hadis-i şerife uymaktan mahrum kaldılar.
İmam-ı Ali Rıza hazretleri Nişapur’a gelince, 20.000’den çok ilim adamı kendisini karşıladı. Dedelerinden gelen bir hadis-i şerif okuması için yalvardılar. İmam hazretleri, (Lâ ilâhe illallah sığnağımdır. Bunu okuyan, kaleme sığınır. Kaleme giren de, azabımdan kurtulur) hadis-i kudsiyi okudu. Ehl-i sünnet âlimleri, bunu aşağıdaki gibi, okuyup üzerine üflenen hastaların şifa bulacaklarını bildiriyor. Ehl-i beyti bu kadar aşırı seven Ehl-i sünneti, Ehl-i beyte düşman sanmak, ya cahillik ve ahmaklık, yahut da, şaşkınca bir Ehl-i sünnet düşmanlığı değil midir?). (Tuhfe) den tercüme tamam oldu. Aşağıdaki yazının İslam harfleri ile yazılıp, doğru okunması lazımdır: (Reva Aliyül-Rıza, fe-kale, Hatteseni ebû Musel-Kazım an ebihi Caferis-Sâdık an ebihi Muhammedenil-Bakır an ebihi Zeynelabidin Ali an ebihil-Hüseyin an ebihi Ali bin Ebû talib “radıyallâhu anhüm”, kale hatteseni Habîbi ve kurretü ayni Resûlullahi “sallallâhü aleyhi ve sellem”, kale hatteseni Cibrilü, kale semitü Rabbel’izzeti yekülü, (Lâ ilâhe illallahü hısni, men kale-ha dehale hısni, ve men dehale hısni emine min azabi).
16) “Radiyallahu anh” ne demek? Kimler için söylenir?
17) Zındıklar, yemesi haram olan şeyleri de, helal demeye, helal olanları haram demeye kalkışıyorlar.
Müslim ve Ebû Davud bildiriyorlar ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Yırtıcı hayvanlardan köpek dişi olanları ve pençesi ile avlıyan kuşları yemeği haram etti). Haşereleri, yani toprak içinde yuvası olan küçük hayvanları yemek helal değildir. Fare, kertenkele, kirpi, yılan, kurbağa, arı, pire, bit, sivrisinek, kara sinek, kene yemek haramdır. Çünkü haşeredirler. İnsanlar arasında yaşıyan ehli merkeb eti de helal değildir. Dağlarda yaşıyan vahşi merkebin eti ve sütü helaldir. Katır eti helal değildir. Sırtlan, tilki kaplumbağa, leş kargası, akbaba, kurt, fil, dağ keleri, tarla faresi, gelincik, kartal, kedi, sincab, samur, sansar gibi hayvanlar ve kanı olmayan böcekler, meyvenin, peynirin ve etin kurdları yenmez. Dağ keleri, kertenkele gibidir. Arabîde (Dab) denir.
Tarla kargası helaldir. Çünkü, harman taneleri yer. Tavşan etini yemek de helaldir.
Tavsiye Yazı –> Tavşan eti haramdır diyenlere cevap
18) Allahü teâlâ, müslümanların da Rabbidir, kâfirlerin, zındıkların da Rabbidir. Fakat, müslümanları sevdiğini, kâfirleri, zındıkları sevmediğini haber vermiştir.
Her Peygamberin “salavatullahi teâlâ aleyhim ecma’în” imanı aynıdır. Fakat ahkâm-ı diniyyeleri başka başkadır. Bundan başka, eski Peygamberlerin kitaplarını, sonradan kötü insanlar değiştirmiştir. Yalnız, Muhammed aleyhisselâmın dini hiç değişmemiştir. Kıyamete kadar da, kimsenin değiştiremeyeceğini Kur’ân-ı Kerîm haber vermektedir. İslam düşmanları bu dini değiştirmek için uğraşıyorlar. Fakat, hiç değiştiremiyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları, bu dini, doğru olarak her yere yaymakta, değiştirilmekten korunmaktadır.
Müslüman yavrularını aldatmak için, Kur’ân-ı Kerîmin çeşitli surelerinde bulunan, mesela Ahzab sûresi 62. ayeti olan, (Münafıklar mel’undurlar. Nerede bulunurlarsa, yakalanıp öldürülsün! Geçmişlerden de, böyle yapanların öldürülmeleri, Allahü teâlânın adetidir. Allahü teâlânın adetinde bir değişiklik bulmazsın) mealindeki ayeti ileri sürüyorlar. Bu âyet-i kerime, bütün Peygamberlerin “salavatullahi teâlâ aleyhim ecma’în” dinlerinin bir olduğunu gösteriyor, diyorlar. Halbuki bu âyet-i kerimeler, müminlere sevap, kâfirlere azap yapmak, Allahü teâlânın âdeti olduğunu, bunun hiç değişmiyeceğini bildiriyor.
Âli-i İmrân sûresi 66. âyetinde meâlen, “İbrahim aleyhisselâm ne yahudi idi, ne de nasrani idi. Doğru inanışlı müslüman idi. Müşriklerden de değildi” buyuruldu. Bu âyet-i kerime, yahudilerle hristiyanların müslüman olmadıklarını gösteriyor. Müslümanlık diye ayrı bir din bulunduğunu bildiriyor. İbni Abidin, cenaze namazını anlatırken, İslam kelimesinin 2 ayrı mânâsı olduğunu bildiriyor: Muhammed aleyhisselâmın getirdiği din ve itaat etmek. (Kamus) ve (Müncid) kitaplarında da, böyle yazılıdır.
Hucurat sûresinde, meâlen, “Çölden gelenler, inandık dediler. Onlara de ki siz inanmadınız. Ama İslama dâhil olduk, sana itaat ederiz deyin! İman kalplerinize yerleşmedi” buyuruldu. Bu âyet-i kerimedeki İslam, itaat etmek, uymak demektir. Müslüman olmak, yani, Muhammed aleyhisselâma inanmak demek değildir. Her ümmetin imanları aynıdır. Fakat hepsine müslüman denilmez. Nahl sûresi 89. âyetinde meâlen, “Sana her şeyi bildiren, herkese hidayet ve rahmet olan ve müslümanlara Cenneti müjdeleyen Kur’an’ı, gönderdik” buyuruyor. Âli-i İmrân sûresi 19. âyetinde meâlen, “Allahü teâlânın razı olduğu din, İslam dinidir” buyuruldu. Bu surenin 85. âyetinde meâlen, “İslamdan başka din isteyenin, istediği din kabul olunmaz. O kimse ahirette, ziyan eder!” buyuruldu. Bu âyet-i kerimelerdeki İslam kelimesi, 2 manayı birlikte bildirmekte olup Muhammed aleyhisselâmın getirdiği dine inanmak ve Ona itaat etmek demektir. Allahü teâlâ, müslümanları, Cennet ile müjdelemektedir. Her müslüman mümindir.
19) Peygamberimiz Muhammed “aleyhisselâm” hicretten 53 sene evvel, Rebiulevvel ayının 12. gecesi, yani 11. gününü 12’sine bağlayan pazartesi gecesi sabaha karşı Mekke şehrinde dünyaya geldi. Tarihler, Mevlid-i Nebinin, İsa aleyhisselâmın miladından 571 sene sonra ve Nisan ayının 20’sinde olduğunu yazıyorlar. İsa aleyhisselâmın dünyaya geldiği yıl belli olmadığı için, hicretin, miladın 622. yılında olduğu da, ilmi bir vesikaya dayanmamaktadır.
Her Peygamberin bildirdiği gibi, İsa aleyhisselâm da, Allahü teâlânın bir olduğunu söylemişti. İsa aleyhisselâm zamanında yaşıyan, eski yunan feylesoflarından Eflatun, tanrının 3 olduğunu ortaya koydu. Allahü teâlâya mahsus olan ülûhiyet sıfatlarının, bir mahlukta bulunduğuna inanmak, ona, bunun için hürmet etmek, onu putlaştırmak, Allaha şerik yapmak olur. (Teslis) veya (Trinite) denilen 3 tanrılı din, pek yayılmadı. Roma İmperatoru büyük Kostantin, hristiyanlığı kabul etti. Miladın 320 senesinde İznik’te 319 papazı toplayıp, fırkalara ayrılmış olan nasraniliği birleştirmek istedi. Papazların hazırladığı hristiyanlık dinine, puta tapanların ayinlerini ve Eflatunun teslisini de soktu. 3 tanrılığı Eflatunun uydurmayıp, İsa aleyhisselâmın söylediğine herkesi inandırmak için, Eflatunun milattan 300 sene önce yaşamış olduğunu ilan etti. Böylece, miladi senelerin başlangıcı, 300 sene geri alınmış oldu.
Peygamberimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hicretin 11. senesi Rebiulevvel ayının 12. pazartesi günü öğleden evvel, Medine şehrinde, vefat etti.
21) Mübarek günler hicri sene ile kutlanır
22) Hurufiler, (Asırlardan beri süre gelen Sünni ve Şiî çatışmasının kökü, Süfyan oğlu Muaviye lanetullah zamanında, hazret-i Ali “keremallahü vecheh” ve Onun Ehl-i beytine reva görülen galiz küfürler olmuştur) diyorlar. Bu sözleri hem yalan, hem de çok cahilce ve ahmakçadır. Türkiye’deki Aleviler bu yalanlara aldanmamalıdırlar. Çünkü, İslam tarihinde Alevî, Sünni çatışması diye bir şey yoktur. Şiî Sünni çatışması da, siyasi, emperyalist düşüncelerle olmuştur. Sünniler, Şiîlerin haksız olduklarını, kitaplarında ispat etmişlerdir. Bu kitaplarda Alevilere saygı göstermişler, onları çok sevmişlerdir. Alevî ismini başlarının üstünde taşımışlardır. Çünkü Alevî demek, Seyyidler ve Şerifler demektir. Yani Peygamber efendimizin soyundan olanlara Alevî denirdi. Bu Aleviler sevilmez mi? Elbet, hepimiz çok severiz. İslam düşmanları, müslümanların Alevileri çok sevdiklerini görünce, müslümanları aldatmak için hurufilere Alevî dediler. Hurufiler, 4 halifeye ve hazret-i Muaviye’ye lanet ediyorlar. Hazret-i Muaviye “radıyallâhu anh”, Peygamber efendimizin Ashâbındandır. Hem de kayın birâderidir. Yani Peygamber efendimizin Ehl-i beytindendir. Hazret-i Ömer’in ve hazret-i Osman’ın ve hazret-i Alinin halifelikleri zamanında, Şam valisi olan ve Rum orduları ile cihat eden bir İslam mücahitidir. Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile hazret-i Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya lâyık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, lâyık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, hazret-i Hasanı kötülemek olur.
Peygamber efendimiz “Ashâbımı seviniz! Ashâbıma düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur” buyurdu. İşte biz hakiki müslümanlar, hazret-i Muaviye’yi bunun için çok seviyoruz. Ehl-i beytten olduğu için de Onu çok seviyoruz. Çünkü, biz hakiki müslümanlar, Muhammed aleyhisselâmın Ehl-i beytini çok severiz. Mezhepsizler de, hazret-i Ali’nin Ehl-i beytini sevdiklerini söylüyorlar. Ehl-i beyti, hazret-i Ali için seviyorlar. Biz hakiki müslümanlar ise, Muhammed aleyhisselâmın Ehl-i beyti diyoruz. Ehl-i beyti Muhammed aleyhisselâm için, seviyoruz. Hazret-i Aliyi de, Ehl-i beytten olduğu için, çok seviyoruz.
Hiçbir müslüman, Muhammed aleyhisselâmın Ehl-i beytine iftira, bühtan etmemiştir ve etmez. Emevi halifelerinden birkaçı ve Abbasi halifelerinin çoğu, Ehl-i beytin torunlarından birkaçının kıymetini bilemedi. Dünya geçimsizliği için, O mübarekleri incittiler. Fakat asla galiz küfür ve bühtan etmediler. Ehl-i beyti incitmeleri de, araya karışan zındıklar yüzünden oldu. Mal, mevki sahibi olmak, iktidarı ele geçirmek ve İslamiyeti içerden karıştırmak, bozmak isteyen politikacılar, kendilerine partizan toplamak, güç kazanmak için, Ehl-i beytin adamı şekline büründüler. Ehl-i beyt imamı adına siyasete atıldılar. Fitne ve karışıklık çıkardılar. Kendileri cezalarını bulurken, Ehl-i beyt imamlarının “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” da incinmelerine sebep oldular.
Hazret-i Muaviye “radıyallâhu anh” Ehl-i beyt soyundan olanlara çok saygı gösterirdi. Bunlara hediye verirdi.
Ehl-i beyt torunlarından birkaçına saygısızlık yapanlar kötülenemez. Kâfir denemez. Çünkü, bu torunlar arasında da, birbirlerine saygısızlık, hatta işkence edenler, hatta iftira edenler oldu. Bunun için, hiçbirine dil uzatamayız. Dinde bizlerden önce olanların kusurlarını konuşmamız doğru değildir.
Yurdumuzdaki müslüman aleviler, mezhepsizlerin çirkin sıfatlarından münezzehtir. Onların çirkin, kötü sıfatlarını belirtmek için, tarihten bir vesika vermeyi uygun buluyoruz:
Osmanlı devletinin şeyhülİslamlarının 57.si Yenişehirli Abdullah efendinin Behcetül-fetava kitabındaki fetvasında diyor ki (Müslümanların anası, Aişe-i Sıddıka’ya “radıyallâhu anha” kazf eden, yani zina etti diyen ve hazret-i Ebû Bekir’le, hazret-i Ömer’e söven ve lanet eden ve halife olduklarına inanmayan ve Ashâb-ı kiramdan çoğuna kâfir diyen ve 12 imam, Peygamberlerden daha üstündür diyen ve Ehl-i sünnet olan müslümanları öldürmek mubahtır, diyen ve bunlar gibi daha nice küfre sebep olan bozuk inançları olan bir kimse, İslam milletine, dâhil midir, değil midir? Bunlarla harp etmek meşru mudur ve öldürülenleri ne olur?
Cevap: İran’ın, Irak’ın ve Suriye’nin bazı yerlerinde bulunan hurufiler, millet-i İslamdan haricdirler. Mürted sayılırlar. Onlarla harp etmek vâciptir. Lüzum ve fayda görülmedikçe, kendi hallerine bırakılmaları caiz değildir. Ölüleri Cehennemliktir. Cenaze namazları kılınmaz. Müslümanların mezarlıklarına gömülmezler.)
2 sayfa sonraki fetvasında buyuruyor ki:
Cevap: (Seyyid denilmesi, bir insanı mürted olmaktan kurtarmaz). Ehl-i sünnet düşmanlığında aşırı gidenlere Seyyid diyorlar. Bu Seyyidler, hakiki Seyyid değildir.
Allahü teâlâ, yurdumuzda bulunan sünni ve alevî ismindeki din kardeşlerimizi, bozuk, bölücü sözlere aldanmaktan korusun. Hepimizin, hak yolda, doğru yolda birleşmemizi, sevişmemizi nasip eylesin! Âmin.
Mal sahibi mülk sahibi,
hani bunun ilk sahibi?