ÖNSÖZ
Allahü teâlâ, insanların dünyada ve ahirette mesut olmaları, rahat ve huzur içinde bulunmaları ve gönüllerini birleştirip, kardeşçe yaşamaları ve kendine kulluk vazifelerini nasıl yapacaklarını bildirmek için, onlara Peygamberler gönderdi. İnsanların, her bakımdan en üstünleri olan bu seçilmiş zatlar vasıtası ile kullarına en iyi yaşama yollarını bildirdi. Peygamberlerinin en üstünü ve sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâmın, dünyanın her yerinde, kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların Peygamberi olduğunu bildirdi. Allahü teâlâ, çok sevdiği bu Peygamberine melek ile 23 senede gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm adındaki büyük kitabında, emirlerini ve yasaklarını bildirdi. Kur’ân-ı Kerîm, Arapça olduğu için ve çok ince bilgileri ve aklın eremeyeceği şeyleri anlattığı için, Muhammed aleyhisselâm, bu kitabın hepsini, başından sonuna kadar, Ashâbına açıkladı. “Kur’ân-ı Kerîmi benim anlattığımdan başka türlü açıklayan kâfir olur” dedi. İslam âlimleri, Peygamberimizin yaptığı açıklamaları, Ashâb-ı kiramdan işitip, herkesin anlayabileceği gibi genişlettiler ve Tefsir kitaplarına yazdılar. Bu âlimlere, Ehl-i sünnet âlimleri denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur’ân-ı Kerîmin açıklamalarından ve ayrıca Peygamberimizin Hadis-i şerif denilen sözlerinden derliyerek yazdıkları din kitaplarına ilm-i hal kitapları denir. Allahü teâlânın, Kur’ân-ı Kerîmde bildirdiği İslam dinini doğru, sağlam öğrenmek isteyenlerin, bu ilmihal kitaplarını okumaları lazımdır.
Şimdi sunduğumuz (Cennet Yolu) ilmihalinin asıl ismi (Miftah-ul Cennet), yani, Cennet kapısının anahtarıdır. 1480 senesinde Edirne’de vefat etmiş olan Muhammed bin Kutubüddin-i İzniki “rahime-hullahü teâlâ” yazmıştır. [Mızraklı İlmihal kitabı İngilizceye Miftah-ul-Janna (Booklet for way to Paradise) ismiyle tercüme edilmiştir. İngilizcesinin pdfini indirmek için tıklayınız]
Derin İslam alimi, Seyyid Abdülhakim Efendi, ((Miftah-ul Cennet) ilim-i halinin yazarı salih bir Zât imiş. Okuyanlara faydalı olur) buyurmuştur. Bunun için, bu kitabı neşrediyoruz. Birkaç yerine yapılan açıklamalar bir köşeli parantez [ ] içine konuldu. Bu açıklamalar, başka kitaplardan seçerek eklenmiştir. Bunların hiçbiri şahsi düşünceler değildir. Allahü teâlâ, hepimizi, pusuda bekleyen İslam düşmanlarının ve müslüman ismini taşıyan, hatta din adamı geçinen sapıkların, mezhepsizlerin, dinde reformcuların tuzaklarına düşerek, bölünmekten, parçalanmaktan korusun! Hepimizi, sevgili Peygamberinin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” yolunda, izinde bulunan (Ehl-i sünnet) mezhebinde birleştirsin! Birbirlerimiz ile sevişmemizi, yardımlaşmamızı nasip eylesin! Âmin.
[İnsan, bir iş yapacağı zaman, evvela kalbine bir hatara [fikir, düşünce] gelir. Bunu yapmak ister. Bu isteğine (Niyet) denir. Bu işi yapmaları için uzuvlarına [organlarına] emreder. Emir vermesine (Kasıt, teşebbüs) denir. Uzuvların iş yapmalarına (Kesb) denir. Kalbin yaptığı işlere (ahlak) [huy] denir. Kalbe hatara altı yerden gelir: Allahü teâlâdan gelen hataralara (Vahiy) denir. Vahiy, yalnız Peygamberlerin kalplerine gelir. Meleklerin getirdikleri hataralara (İlham) denir. İlham Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve salih müslümanların kalplerine gelir. Salih müslümanların verdikleri hataralara (Nasihat) denir. Vahiy, ilham ve nasihat, daima iyi ve faydalıdır. Şeytandan gelen hataralara (Vesvese), insanın kendi nefsinden gelen hataralara (Heva), kötü arkadaşın telkin ettiği [aşıladığı] hataralara (İgfal) denir. Nasihat her insana verilir. Vesvese ve heva, kâfirlerin ve fasık müslümanların kalplerine gelir. İkisi de, fenâ [kötü] ve zararlıdır. Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği şeylere (İyi) denir. Beğenmediklerine (Fenâ) denir. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, iyi ve fenâ şeyleri (Kur’ân-ı Kerîm) de bildirmiştir. İyileri yapmayı emretmiş, fenaları yasaklamıştır. Bu emir ve yasaklara (Ahkâm-ı İslâmiyye) denir. Bir kalp, iyi arkadaşların nasihatlarına ve akla tabi olup ahkâm-ı İslamiyeye uyarsa, nurlanır, temiz olur. Dünyada ve ahirette saadete, huzura kavuşur. Fenâ kimselerin, zındıkların igfal edici, aldatıcı sözlerine, yazılarına ve nefse, şeytana uyup, ahkâm-ı İslamiyeye uymayan kalp, kararır, bozulur. Nurlu, temiz kalp, ahkâm-ı İslamiyeye uymayı sever. Kararmış kalp, kötü arkadaşa, nefse, şeytana uymayı sever. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, dünyanın her yerinde yeni doğan çocukların kalplerini temiz olarak yaratmaktadır. Bunları, sonra anaları, babaları ve fenâ arkadaşları karartmakta, kendileri gibi yapmaktadır.]
CENNET YOLU İLMİHALİ
El-hamdü lillahillezi cealena minet-talibine ve lil-ilmi minerragıbine ves-salatü ves-selamü alâ Muhammedinil lezi erselehü rahmeten lil-alemine ve alâ Âlihi ve Ashâbihi ecma’în.
ALLAH VARDIR VE BİRDİR
[Allahü teâlâ, bütün varlıkları yarattı. Her şey yok idi. Yalnız Allahü teâlâ var idi. O hep vardır. Sonradan var olmuş değildir. Önceden yok olsaydı, Onu var eden bir kuvvetin bulunması lazım olurdu. Çünkü, var olmayan bir şeyi yaratacak kuvvet olmazsa, o şey hep yok olur, var olamaz. Onu yaratan kuvvet sahibi hep var idi ise, işte Allahü teâlâ bu kuvvet sahibi olan sonsuz varlıktır. Yok eğer, bu yaratıcı kuvvet sahibi de, sonradan var olmuştur denirse, bunu da var edenin bulunması lazım olur. Böylece, sonsuz sayıda var edicilerin bulunması lazım olur. Bu ise, var edicilerin bir başlangıcının bulunmaması demektir. İlk var edicinin bulunmaması, bunun var edeceklerinin de bulunmaması demek olur. Var edici var olmayınca, yoktan var edilmiş olan bu gördüğümüz veya işittiğimiz madde ve ruh aleminin de bulunmaması lazım olur. Maddeler ve ruhlar var oldukları için, bunların yalnız bir yaratıcılarının da bulunması ve hep var olması lazımdır.
Allahü teâlâ, her şeyin yapı maddesi olan basit cisimleri ve ruhları ve melekleri önce yarattı. Basit cisimlere şimdi element deniyor. Bugün, 118 çeşit elementin var olduğu biliniyor. Allahü teâlâ, her maddeyi, her cismi bu 118 elementten yaratmış ve hep yaratmaktadır. Demir, kükürt, karbon, oksigen gazı, klor gazı birer elementtir. Allahü teâlâ bu elementleri kaç milyon sene önce yaratmış olduğunu bildirmedi. Bunlardan meydana gelen, yerleri, gökleri ve canlıları da, ne zaman yaratmaya başladığını bildirmedi. Canlı, cansız her şeyin belli bir ömrü vardır. Zamanı gelince yaratmakta, ömrü bitince yok etmektedir. Bir şeyi yoktan var ettiği gibi, bir şeyden, yavaş yavaş veya birden bire başka bir şeyi yapmakta, birincisi yok olmakta, yenisi var olmaktadır.
Allahü teâlâ, ilk insanı, cansız maddelerden ve ruhtan meydana getirdi. Bundan önce, hiç insan yoktu. Hayvanlar, otlar, cin ve melekler, bu ilk insandan daha önce yaratıldı. Bu ilk insanın ismi, Adem “aleyhissalatü vesselâm” idi. Bundan, Havva isminde bir kadın da yarattı. Bütün insanlar, bu ikisinden üredi. Her hayvandan da kendi cinsleri türedi. Canlı ve cansız her şeyin her zaman değiştiğini görüyoruz. Kadım olan şey ise, hiç değişmez. Fizik olaylarında, maddelerin halleri, şekilleri değişiyor. Kimya reaksiyonlarında özü, yapıları değişiyor. Cisimler yok olup başka cisimler hâsıl oluyor. Çekirdek olaylarında, element de yok oluyor, enerjiye dönüyor. Her şeyin birbirinden hâsıl olmaları, sonsuzdan gelemez. Yoktan var edilmiş olan ilk maddelerden hâsıl olmaları lazımdır. Çünkü sonsuz, başlangıcı yok demektir.
İslam düşmanları, müslümanların çocuklarını aldatmak için, fen adamı şekline giriyorlar. İnsanlar maymundan yaratıldı diyorlar. Darwin ismindeki İngiliz doktoru böyle söyledi diyorlar. Bunlar yalan söylüyorlar. Darwin böyle bir şey söylemedi. Canlılar arasında hayat mücadelesini anlattı. (Nev’lerin menşei) ismindeki kitabında, canlıların muhite uyduklarını, bunun için, ufak değişikliklere uğradıklarını yazdı. Bir cins, başka cinse döner demedi. İngiliz ilim birliğinin 1980 senesinde Salfortta düzenlediği toplantıda Swansea Üniversitesi öğretim üyesi Prof. John Durant: “Darwinin insanın menşei ile ilgili görüşleri, modern bir efsane oldu. Bu efsane ilmi ve içtimai gelişmemize zarardan başka bir şey vermedi. Tekamül masalları, ilmi araştırmalar üzerinde tahrib edici tesir yaptı. Tahrifata, lüzumsuz münakaşalara ve ilmin büyük ölçüde suistimallerine yol açtı. Şimdi Darwinin teorisi, dikiş yerlerinden patlamış, geriye perişan ve bozuk bir düşünce yığını bırakmıştır” dedi. Prof. Durantın vatandaşı hakkında söylediği bu sözler, Darwincilere ilim adına verilen en enteresan cevaplardan biridir. Günümüzde tekamül teorisinin değişik kültür seviyesindeki insanlara anlatılmak istenmesinin asıl sebebi ideolojiktir. İlmi değildir. Bu teori materyalist felsefenin telkini için bir vasıta olarak kullanılmaktadır. İnsan, maymundan oldu sözü, ilmi bir söz değildir. Fenni bir söz de hiç değildir. Darwin’in sözü de değildir. İlimden, fenden haberi olmayan cahil İslam düşmanlarının yalanlarıdır. İlim adamı, fen adamı, böyle cahilce, saçma söz söyleyemez. Üniversiteden diploma alan bir kimse, sefahete yani zevk ve eğlenceye başlayıp, bulunduğu ilim dalında çalışmaz, okuduklarını da unutursa, bu kimse ilim adamı, fen adamı olamaz. İslam düşmanlığı da yaparak, yalan ve yanlış sözlerini, yazılarını, ilim ve fen olarak saçmaya kalkışırsa, cemiyet için zararlı, alçak, hain bir mikrop olur. Onun diploması, etiketi, mevkii, bir gösteriş, gençleri avlıyan bir tuzak olur. Yalanlarını, iftiralarını, ilim ve fen olarak saçan fen taklitçilerine, (Fen yobazı) denir. Bu fen yobazlarına aldanmamalıdır.
Allahü teâlâ, insanların dünyada rahat, huzur içinde yaşamalarını, ahirette de sonsuz saadete kavuşmalarını istiyor. Bunun için, saadete sebep olan faydalı şeyleri emretti. Felakete sebep olan, zararlı şeyleri yasak etti. Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın, inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veya bilmeyerek, ahkâm-ı İslamiyyeye, yani Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uyduğu kadar, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Faydalı ilacı kullanan herkesin, dertten, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Şimdi, dinsiz, imansız, çok kimsenin ve milletlerin, birçok işlerinde muvaffak olmaları, Kur’ân-ı Kerîmin ahkamına uygun olarak çalıştıkları içindir. Kur’ân-ı Kerîme uyarak, ahirette sonsuz saadete kavuşabilmek için ise, buna, inanarak, uymak lazımdır.
Allahü teâlânın birinci emri (İman) etmektir. Birinci yasak ettiği şey de (Küfür) dür. İman demek, Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlânın son Peygamberi olduğuna inanmaktır. Allahü teâlâ, Ona emirlerini ve yasaklarını Arabî olarak (Vahiy) etmiştir. Yani bir melek vasıtası ile bildirmiş, O da bunların hepsini insanlara anlatmıştır. Allahü teâlânın Arabî olarak, bir melek ile bildirdiklerine (Kur’ân-ı Kerîm) denir. Kur’ân-ı Kerîmin hepsi yazılı kitaba (Mıshaf) denir. Kur’ân-ı Kerîm, Muhammed aleyhisselâmın sözü değildir. Allah kelamıdır. Hiç bir insan öyle düzgün söyleyemez. Kur’ân-ı Kerîmde bildirilenlerin hepsine (İslamiyet) denir. Hepsine kalp ile inanan insana (Mümin) ve (Müslüman) denir. Birini bile beğenmemeye, imansızlık, yani (Küfür) [Allaha düşman olmak] denir. Kıyamete, cinnin, meleklerin var olduklarına, Adem Peygamberin “aleyhissalatü vesselâm”, bütün insanların babası olduğuna ve ilk Peygamber olduğuna inanmak, yalnız kalp ile olur. Bunlara, (İman), (İtikad) ve (Akaid) bilgileri denir. Beden ile ve kalp ile yapılacak ve sakınilacak şeylere ise, hem inanmak, hem de yapmak veya sakınmak lazımdır. Bunlara (Ahkâm-ı İslâmiyye) bilgileri denir. Bunlara inanmak da, iman olur. Bunları yapmak ve sakınmak, (İbadet) olur. Niyet ederek ahkâm-ı İslamiyeye uymaya (İbadet) yapmak denir. Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı İslâmiyye) ve (Ahkâm-ı ilâhiye) denir. Emredilenlere (Farz), yasak edilenlere (Haram) denir. Görülüyor ki ibadetlerin, vazife olduğuna inanmayan, ehemmiyet vermeyen (Kâfir) [Allaha düşman] olur. Bunlara inanıp da, yapmayan kâfir olmaz. Buna (Fasık) denir. İslam bilgilerine iman edip de, elinden geldiği kadar yapan mümine, (Salih müslüman) [iyi insan] denir. Allahü teâlânın rızasını, sevgisini kazanmak için, İslamiyete uyan ve bir mürşidi seven müslümana (Salih) [iyi insan] denir. Allahü teâlânın rızasını, sevgisini kazanmış olana (Arif) veya (Velî) denir. Başkalarının da, bu sevgiyi kazanmalarına vasıta olan Veliye (Mürşid) denir. Bu mübarek, seçilmiş insanların hepsine (Sâdık) denir. Bunların hepsi salihtir. Salih mümin Cehenneme hiç gitmiyecektir. Kâfir, muhakkak Cehenneme gidecektir. Cehennemden hiç çıkmayacak, sonsuz azap görecektir. Kâfir iman ederse, bütün günahları hemen affolur. Fasık, tövbe edip, ibadetleri yapmaya başlarsa, Cehenneme girmiyecek, salih mümin gibi, doğru Cennete gidecektir. Tövbe etmezse, ya şefaat ile veya sebepsiz affolup doğru Cennete gidecek, yahut Cehennemde günahları kadar yandıktan sonra, Cennete girecektir.
Kur’ân-ı Kerîm, o zamanki insanların konuştuğu Arabî gramere uygun olarak gelmiştir ve nazım halindedir. Yani, şiir gibi, düzgündür. Arabî lisanının incelikleri ile doludur. Bedi, Beyan, Meani ve Belâgat ilimlerinin bütün inceliklerine uygundur. Bunun için anlaması çok güçtür. Arabî lisanının inceliklerini bilmeyen kimse, Arabî okuyup yazsa bile Kur’ân-ı Kerîmi iyi anlayamaz. Bu incelikleri bilenler bile anlayamamış, çok yerlerini, Peygamber efendimiz açıklamıştır. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” bu açıklamalarına (Hadis-i şerif) denir. Ashâb-ı kirâm “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în, Peygamberimizden “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” işitip öğrendiklerini, gençlere bildirmişlerdir. Zaman geçtikçe kalpler kararmış, hele yeni müslüman olanlar, Kur’ân-ı Kerîmden, kendi noksan akılları ve kısa görüşleri ile mânâ çıkarmaya kalkışmışlar, Peygamber efendimizin bildirdiklerine uymayan şeyler anlamışlardır. İslam düşmanları da, bu bölünmeyi, parçalanmayı körüklemiş, böylece, 72 türlü bozuk, sapık inanış meydana gelmiştir. Böyle sapık inanan müslümanlara bidat ehli veya dalalet ehli denir. 72 bidat fırkasından olanların hepsi, muhakkak Cehenneme girecek, fakat mümin oldukları için, Cehennemde sonsuz kalmayacaklar, çıkıp Cennete gireceklerdir. İnanışı, Kur’ân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde açık olarak bildirilmiş bir bilgiye uymaz ise, bunun imanı gider. Buna mülhid denir. Mülhid, kendini müslüman sanır.
İtikad bilgilerini, yani inanılması lazım olan din bilgilerini, Ashâb-ı kiramdan doğru olarak öğrenip, kitaplara yazan İslam âlimlerine, Ehl-i sünnet âlimleri denir. Bunlar, 4 mezhebin birinde ictihad derecesine yükselmiş olan alimlerdir. Bu âlimler, Kur’ân-ı Kerîmin mânâsını, kendi akılları ile kendi görüşleri ile anlamaya kalkışmamış, yalnız Ashâb-ı kiramdan öğrendiklerine inanmışlardır. Kendi anladıklarına uymamışlar, Peygamberimizin bildirdiği doğru yolu yaymışlardır. Osmanlı devleti müslüman idi ve Ehl-i sünnet itikadında idi.
Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ve birçok kıymetli kitaplar yazıyor ki dünyada ve ahirette felaketlerden kurtulmak ve rahat, mesut yaşamak için önce Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, yani öğrenmek ve hepsine inanmak lazımdır. Ehl-i sünnet itikadında olmayan kimse, ya (Bidat ehli), yani sapık müslüman olur. Yahut (Mülhid), yani kâfir olur. İmanı, yani itikadı doğru olan müminin 2. vazifesi, salih olmaktır. Yani, Allahü teâlânın rızasını, sevgisini kazanmaktır. Bunun için, kalp ile ve beden ile yapılması ve sakınılması emrolunan İslam bilgilerini öğrenip, bunlara uygun yaşamak lazımdır. Yani ibadet yapmaktır. Ehl-i sünnet âlimleri, ibadet bilgilerini anlatırken dörde ayrıldılar. 4 (Mezhep) meydana geldi. Ayrılıkları az ve mühim olmayan işlerde olduğu için ve imanlarında birleştikleri için, birbirlerini sever ve sayarlar. Her müslümanın bu dört mezhepten birine göre ibadet yapması lazımdır. Bu dört mezhepten birine uymayan kimsenin Ehl-i sünnetten ayrılmış olacağı Tahtavi’nin (Dürrü’l-muhtar) haşiyesi Zebayıh kısmında yazılıdır.
Harpte esir alınan herhangi bir kâfir veya sulh zamanında, bir kâfir, ben müslüman oldum deyince, buna inanılır. Fakat, bunun (İmanın 6 şartı) nı hemen öğrenmesi ve inanması lazımdır. Sonra farzları ve haramları, sırası gelince ve imkan bulunca, hemen öğrenmesi ve öğrendiklerine uyması lazımdır. Öğrenmezse veya öğrendiklerinden birine dahi ehemmiyet vermeyip, yapmazsa, Allahü teâlânın dinine ehemmiyet vermemiş olur. İmanı yok olur. Böyle imanı giden kimseye (Mürted) denir. Mürtedlerden din adamı şekline girip, müslümanları aldatanlara (Zındık) denir. Zındıklara, bunların yalanlarına aldanmamalıdır. Bir kimse, dünya çıkarlarında aldanmayıp, lakin İslamı vasıf ve teakkul etmeyerek, müslümanlığı bilmeyerek baliğ olmuş ise, bunun mürted hükmünde olacağı, (Siyer-i Kebir şerhi) tercümesinin 116. sayfasında ve (Dürrü’l-muhtar) da, kâfirin nikahı sonunda yazılıdır. (Dürrü’l-muhtar) da, kâfirin nikahı sonunda diyor ki nikahlı müslüman bir kız, baliğa olduğu zaman, müslümanlığı bilmezse, nikahı bozulur. [Yani mürted olur.] Allahü teâlânın sıfatlarını ona bildirmelidir. O da, tekrar etmeli ve bunlara inandım demelidir. İbni Abidin, bunu açıklarken diyor ki (Kız küçük iken, anasına babasına tabi olarak müslümandır. Baliğa olunca, anasının babasının dinine tabi olması devam etmez. İslamiyeti bilmeyerek baliğa olunca, mürted olur. İman edilecek şeyleri işitip de, inanmamış kimse, kelime-i tevhid söylese, yani (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) derse, müslüman olmaz. (Amentü billahi…) de bulunan altı şeye inanan ve Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını kabul ettim diyen kimse, müslüman olur). Buradan anlaşılıyor ki her müslümanın, çocuklarına (Amentü billahi ve Melâiketihi ve Kütübihi ve Rüsülihi vel Yevmil-ahiri ve bil Kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel-basü badelmevti hakkun Eşhedü en Lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühu) ezberletmeli, mânâsını iyice öğretmelidir. Çocuk bu altı şeyi ve İslamiyetin emirlerinden ve yasaklarından birisini öğrenmez ve inandığını söylemezse, baliğ olduğu zaman müslüman olmaz, mürted olur. Çocuklarımızın mürted yetişmemesi için çok dikkat etmeliyiz. Onlara, daha küçük yaşta, imanı, İslamı, abdesti, gusülü, namazı öğretmeliyiz! Ananın babanın birinci vazifesi, evladını müslüman olarak yetiştirmektir.
(Dürer ve Gurer) de diyor ki (Mürted olan erkeğe müslüman ol denir. Şüphe ettiği şey anlatılır. Zaman isterse, 3 gün hapis olunur. Tövbe ederse kabul edilir. Tövbe etmezse, hakim tarafından öldürülür. Mürted olan kadın öldürülmez. Müslüman oluncaya kadar habs olunur. Darülharbe kaçarsa, Darülharpte cariye olmaz. Esir alınırsa cariye olur. Mürted olunca, nikah fesh olur. Bütün malları mülkünden çıkar. Tekrar müslüman olursa, tekrar mülkü olurlar. Ölünce veya Darülharbe kaçınca [veya Darülharpte mürted olunca] müslüman varisine kalır. [Varisi yoksa, Beytülmaldan hakkı olanların olur.] Mürted mürtede varis olamaz. Mürted iken kazandıkları mülkü olmaz. Müslümanlara fey olur. Alış veriş ve kira sözleşmeleri ve hediye vermesi batıl olur. Tekrar müslüman olursa, sahih hâle dönerler. Evvelki ibadetlerini kaza etmez. Yalnız, tekrar hac yapması lazım olur). İmandan sonra, ilk öğrenilecek şey, abdest almak, gusül abdesti ve namazdır.
İmanın 6 şartı: Allahü teâlânın var olduğuna ve bir olduğuna ve sıfatlarına inanmak, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara, Ahirette olan şeylere, Kaza ve Kadere imandır. İleride bunları ayrı ayrı açıklıyacağız.
Sözün kısası, kalp ile ve beden ile İslamiyetin emirlerine ve yasaklarına uymalı ve kalp, gafletten uyanık olmalıdır. Kalbi uyanık olmayan [yani Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü ve Cennet nimetlerini ve Cehennem ateşinin şiddetini hatırlamayan, düşünmeyen] kimsenin bedeninin İslamiyete uyması güç olur. Fıkıh âlimleri fetvaları bildirirler. Bunların yapılmasını kolaylaştırmak, Allah adamlarının işidir. Bedenin İslamiyete severek ve kolay uyması için, kalbin temiz olması lazımdır. Fakat yalnız kalbin temiz olmasına, ahlakın güzel olmasına ehemmiyet verip, bedenin İslamiyete uymasına ehemmiyet vermeyen kimse, (Mülhid) dir. Bunun nefsinin parlaması ile hâsıl olan [gaybdan haber vermek, hastaları okuyup üfleyip iyi etmek] gibi adet dışı başarıları (İstidrac) olup kendisini ve buna uyanları Cehenneme sürükler. Kalbin temiz ve nefsin mutmainne [uysal] olduğunun alâmeti, bedenin İslamiyete seve seve uymasıdır. His organlarını ve bedenini İslamiyete uydurmayanların (Kalbim temizdir. Sen kalbe bak!) demeleri boş laftır. Böyle söylemekle kendilerini ve etrafındakileri aldatmaktadırlar.]
ZEVCAT VE GAZEVAT-İ PEYGAMBERİ
NAMAZ KILMAK
(Nimet-i İslam) da diyor ki akıl ve baliğ olan her müslümanın her gün 5 vakitte namaz kılması farzdır. Kimse, kimsenin yerine namaz kılamaz. Bir kimse kıldığı namazın ve başka ibadetlerinin sevâbını [diri veya ölü] başkalarına hediye edebilir. [Kendine verilen sevap kadar onların her birine de sevap verilir. Kendi sevâbı hiç azalmaz.] Hasmının yani alacaklısının hakkını affetmesi için, namaz kılıp sevâbını ona bağışlamak caiz değildir. Namazın farz olduğuna inanıp da, özrü olmadığı hâlde tembellik ederek kılmayan kâfir olmaz. Fasık olur. [Bir namaz için, Cehennemde 70.000 sene yanacağı bildirildi.] Namaz kılmaya başlayıncıya kadar habs olunur. Çocuk, yedi yaşına gelince namaz kılması emrolunur. 10 yaşına gelince, namaz kılmazsa, el ile dövülür. 3’ten ziyade vurulmaz. Değnek ile vurulmaz. Değnek ile vurmak, ancak cinayet işliyen büyük insana hakim kararı ile vurulur. Zevc de, zevcesini sopa ile dövemez. [Hiçbir canlının başına, yüzüne, göğsüne ve önüne, karnına vurmak caiz değildir.] Hastanın da kudreti, gücü yettiği kadar namaz kılması farzdır.
Avret Mahalli Ve Kadınların Örtünmeleri
CENAZENİN, TECHİZ, TEKFİN VE TEDFİNİNE DAİR
Ve dahi, Ehl-i sünnet olanların, 10 alâmeti vardır:
1) O kimse cemaate müdavemet eder.
2) [İtikadı veya fıskı, küfre varmayan] imama uyar.
3) Mest üzerine meshi caiz görür.
4) Ashâb-ı kiramdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hiç birine kötü söz söylemez.
5) Devlete isyan etmez.
6) Dinde [bigayri hakkın] mücadele, münakaşa etmez.
7) Dinde, şek etmez.
8) Hayrı ve şerri, Allahü teâlâdan bilir.
9) [İlhadı belli olmadıkça] ehl-i kıbleyi tekfir etmez.
10) Dört halifeyi sair Ashâb üzerine tercih eder.
MÜSLÜMAN KADINLARIN ÖLÜMÜNE DAİR
MAZLUM, SABIRLI VE GARİB OLANLARIN ÖLÜMÜNE DAİR, ŞEHİDLER
KABİR ZİYARETİ VE KURÂN-I KERİM OKUMAK
CENNET YOLU İLMİHALİ KİTABININ SON SÖZÜ
Canlı cansız bütün varlıkların bir düzen içinde olduklarını görüyoruz. Her maddenin yapısında, her olayda, her reaksiyonda, hiç değişmeyen nizam, matematik bağlantılar olduğunu öğreniyoruz. Bu düzenleri, bağlantıları, fizik, kimya, astronomi ve biyoloji kanunları diye isimlendiriyoruz. Bu değişmez düzenden faydalanarak, sanayi, fabrikalar kuruyor, ilaçlar yapıyor, aya gidiyor, yıldızlarla, atomlarla bağlantı kuruyoruz. Radyolar, televizyonlar, elektronik beyinler ve İnternetler yapıyoruz. Mahluklarda, bu düzen olmasaydı, her şey rastgele olsaydı, bunların hiçbirini yapamazdık. Her şey çarpışır, bozulur, felaketler olurdu. Her şey yok olurdu.
Varlıkların düzenli, bağlantılı, kanunlu olmaları, bunların kendiliklerinden, rastgele var olmadıklarını, her şeyin bilgili, kudretli, gören, işiten, dilediğini yapan bir varlık tarafından var edildiklerini göstermektedir. O, dilediklerini var etmekte ve yok etmektedir. Her şeyi var etmeye ve yok etmeye, başka şeyleri sebep yapmıştır. Sebepsiz yaratsaydı, varlıkların birbiri arasında bu düzen olmazdı. Her şey karma-karışık olurdu. Onun varlığı da belli olmazdı. Hem de, fen, medeniyet hâsıl olamazdı.
O, varlığını bu düzen ile belli ettiği gibi, kullarına çok acıyarak, var olduğunu ayrıca da bildirmiştir. Âdem aleyhisselâmdan başlıyarak, her asırda, dünyanın her yerindeki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak yarattığı birisine melek ile haber göndererek, kendini ve kendi isimlerini bildirmiş ve insanların dünyada ve ahirette rahat etmeleri, iyi yaşamaları için, ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lazım olduğunu açıklamıştır. Böyle, seçilmiş, üstün insanlara (Peygamber) denir. Bunların bildirdikleri emirlere ve yasaklara (Din) ve (Ahkâm-ı diniyye) denir. İnsanlar eski şeyleri unuttukları için ve her zaman bulunan kötü kimseler, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” kitaplarını ve sözlerini değiştirdiklerinden, eski dinler unutulmuş, bozulmuştur. Kötü insanlar, uydurma dinler de meydana getirmişlerdir.
Her şeyi yaratan yüce Allah, insanlara çok acıdığı için, kullarına son bir Peygamber ve yeni bir din göndermiştir. Bu dini, kıyamete kadar koruyacağını, kötü insanlar saldıracaklar, değiştirmeye, bozmaya kalkışacaklar ise de, kendisi bunu, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir.
Allahü teâlâya şükürler olsun ki daha küçük iken, bir olan yaratıcıya inanmış bulunuyoruz. Onun isminin (Allah) olduğunu ve son Peygamberinin (Muhammed) aleyhisselâm olduğunu ve bunun bildirdiği dinin (İslamiyet) olduğunu öğrenmek saadetine kavuştuk. Bu İslam dinini doğru olarak anlamak istedik. Lisede, üniversitede okurken, onu öğretecek bir kaynak aradık. Fakat, masonlara, komünistlere satılmış fen taklitçileri ile vehhâbîlere satılmış, mezhepsiz olmuş kimseler, gençliğin etrafını sarmış idi. Dinlerini, dünyaya satmış olan bu mürtedler ve sapıklar, öyle kurnaz çalışmışlar ki doğru yolu seçip ayırabilmek imkansız olmuştu. Allahü teâlâya yalvarmaktan başka çare yoktu. Yüce Allahımız, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitaplarını okumak nasip etti. Fakat, ilerici geçinen (Fen yobazları) nın, fen bilgisi diyerek ve dini dünya çıkarlarına alet eden (Din yobazları) nın Kuran tercümesi diyerek aşılamış oldukları bozuk fikirler, ruhumuza işlemişti. Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun ki hakiki din adamlarının uyarması ile iyiyi kötüden ayırmaya başladık. Kafamıza yerleştirilmiş olanların ilim değil, yaldızlanmış zehr olduklarını, bunların tesiri ile kalbimizin kararmış olduğunu anlayabildik. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını görmeseydik, dostu düşmandan ayıramayacak, nefslerimizin ve din düşmanlarının hilelerine, yalanlarına aldanacaktık. Dinsizliği, ahlaksızlığı ilericilik olarak tanıtan, sinsi düşmanların tuzaklarından kurtulamayacaktık. Halis, temiz müslüman olan anamızla, babamızla ve onlardan edindiğimiz İslam bilgileri ile alay edecektik. Sevgili Peygamberimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, İslam düşmanlarının tuzaklarına düşmememiz için, bizi ikaz ediyor: (Dininizi ricalin ağızlarından öğreniniz!) buyuruyor. Rical, yani hakiki din alimi bulamayınca, bunların kitaplarından öğreneceğiz. Bidat sahiplerinin, mezhepsiz, cahil din adamlarının din kitapları, kâfirlerin kitapları gibi çok zararlıdır.
Kadınların, kızların başları, saçları, kolları, bacakları açık, erkeklerin de dizleri ile göbek arası açık olarak başkasının yanına çıkmaları haramdır. Yani, Allahü teâlâ, bunları yasak etmiştir. Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bildiren dört hak mezhep, erkeklerin avret yerlerini, yani bakması ve başkasına göstermesi yasak edilmiş olan uzuvlarını farklı olarak bildirmişlerdir. Her müslümanın, bulunduğu mezhebin bildirdiği avret yerini örtmesi farzdır. Buraları açık olanlara, başkalarının bakmaları haramdır. (Kimya-i saadet) de diyor ki (Kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları haram olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile örtünerek çıkmaları da haramdır. Böyle çıkmalarına izin veren, razı olan, beğenen anası, babası, zevci ve kardeşi de, onun günahına ve azâbına ortak olurlar). Yani, Cehennemde birlikte yanacaklardır. Eğer tövbe ederlerse, affolunur, yakılmazlar. Allahü teâlâ, tövbe edenleri sever. Akıl, baliğ olan kızların ve kadınların, yabancı erkeklere görünmemeleri, hicretin üçüncü senesinde emrolundu. İngiliz casuslarının ve bunların tuzaklarına düşmüş olan cahillerin, Hicab ayeti gelmeden evvel olan örtünmemeyi ileri sürerek, örtünmeyi sonradan fıkıhcılar uydurdu demelerine aldanmamalıdır.
Tekrar bildirelim ki bir çocuk akıl ve baliğ olunca, yani iyiyi fenadan ayıracak ve evlenecek yaşa gelince, hemen imanın altı şartını öğrenmesi, sonra (Ahkâm-ı İslâmiyye) yi, yani farzları, helal ve haram olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara uyması, buna farz olur. Bir kız 9 yaşına, bir oğlan 12 yaşına gelince (Akıl ve baliğ) olur. Bunları, anasına, babasına, akrabasına, ahbabına sorup öğrenmesi farz olur. Müslüman olan bir kâfirin de, hemen bir din adamına, müftüye gidip, bunları öğrenmesi, bunların da öğretmeleri veya hakiki bir din kitabı hediye edip buradan okuyup öğrenmesini tenbih etmeleri farz olur. Aferin, aferin deyip, öğretmezlerse veya kitap vermezlerse, farzı yapmamış olurlar. Farzı yapmayan, Cehennemde yanacaktır. Din adamını ve kitabı arayıp da, buluncıya kadar öğrenmemesi özür olur.
Okuduğumuz doğru İslam bilgilerini gençlere duyurmak için ve herkesin dünyada rahata, huzura ve ahirette sonsuz nimetlere kavuşmalarına hizmet etmek için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından seçme, kıymetli yazıları neşreylemeye inşaallah devam edeceğiz.
Muradlara nail olmak için, (Salaten tüncina) okumalıdır: (Allahümme salli alâ seyedina Muhammedin ve alâ al-i seyedina Muhammedin salaten tüncina biha min cemiil ehval-i vel-afat ve takti lena biha cemial hacat ve tütahhirüna biha min cemiisseyiat ve terfeuna biha aletterecat ve tübelliguna biha akselgayat min cemiil hayrat-i fiil hayati ve badel-memat).
Her türlü sıkıntıdan ve tehlikeden korunmak ve şeytanların ve düşmanların zarar ve hücumlarından kurtulmak için, (İstigfar) okumanın çok faydalı olduğu hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
Gelip geçti ömrüm çabuk, bir yel esip geçmiş gibi,
hele, bana şöyle gelir, gözüm yumup, açmış gibi.
İşbu söze Hak tanıktır, canlar gövdeye konuktur.
bir gün ola, çıka, gide, kafesten kuş uçmuş gibi .
Osmanlıca Mızraklı İlmihal PDF
Tavsiye yazı —> İsbatü’n-nübüvve kitabı